Geçen sene bu zamanlardı yine. Bir gazetede köşe yazarlığına başlamanın heyecanıyla ilk yazımı -Köşe Bahsi- yazmıştım ve elbet hatırlıyo

Geçen sene bu zamanlardı yine. Bir gazetede köşe yazarlığına başlamanın heyecanıyla ilk yazımı -Köşe Bahsi- yazmıştım ve elbet hatırlıyorum o anları. Yazı benim için uhrevi, kutsal, semavi ve mutsal ve fazlasıyla ehemmiyetli -başka türlü nasıl olur ki?- olduğundan işte şu satırları yazar gibi heyecanla yazmıştım ve gene yazı kadar benim için kıymetiharbiyesi malum varlığı evet, sevgili biricik okurum –Ah, bir bilsen senin için çiğ tavuk bile ama köy tavuğu olmak şartıyla yerim!- seni de düşünerek kozmik zamanda bir anın milyarda biri hükmünde geçen bir yılda mümkün mertebe kalem oynattım. Anla ki sırf senin için.
Şu anlar ışık hızında maziye karışırken kalemi elime her aldığımda kalemi ve kalemi var edenin üstüne yemin ederim ki, seni düşünmediğim bir an dahi olmadı ey okur. Niye mi? Şayet böyle bir soru soruyorsan sen, kuvvetle muhtemel benim bahsettiğim, hayalini kurduğum, zaman zaman karşıma alıp konuştuğum o okurlardan değilsin. Ya nesin? Sıradan, alelade, basit, kolaycı, kafa yormayan, hayatından ziyadesiyle memnun, banal hatta sanal, metnin içine giremeyen, sorgusuz, yorumsuz ve maalesef okur taklidi yapan bir şeysin. Oysa sözünü ettiğim okurum, iddialı, gözü açık, faka basmayan sahici bir okurdur. Dediğim gibi olsaydın, cevabını zaten bildiğin bir soruyu sorup da daha beter sıkmazdın canımı. Ama olur ya, bir işe yarar umuduyla yine de söyleyeyim: Çünkü gerçek okur, benim hem sırdaşım hem de yoldaşımdır. Her üç alemde de güvendiğim nadir insanlardandır. Daha ne olsun? Neyse konuyu evirelim biraz.
Hatırlarsın, bir yazımda Matriks filmine değinmiş ve orada geçen bir replik üzerine yorumlar yapmıştım: ‘’Başlangıcı olan her şeyin bir de sonu vardır.’ meselinin doğruluğu yine meydandadır ki okurum, bu son yazım ve son olduğu için de özel olsun istedim ve sadece senin için yazdım bu sefer.
Ne vakit dinlesem hislenir, içlenir, derinlere dalarım. Evet, Şair Yusuf Hayaloğlu'nun ‘’Bir Veda Havası’’ şiirinin Ahmet Kaya yahut Servet Kocakaya tarafından müthiş yorumlanmış, herkese dokunan, acıtan ve ıssız bırakan o şarkı halinden söz ediyorum.
Yeri gelmişken şunu da belirteyim: Yazarken kendi sesim dahil tüm seslerden uzaklaşırım, dolayısıyla müzik vesaire dinleyerek yazmam ben ama aha şimdi dinliyorum çünkü bu vedanın trajedi havasından çıkıp iyice drama yaklaşması gerekiyor ki bir anlamı olsun ikimiz için. Bir eser bırakmadan çekip gitmek… Aman Allah'ım, bu hayatta en korktuğum şeydir. Kaç sene evveldeydi kim bilir? Hani dostluklar daha sağlam, aşklar bu kadar metalaşmamış, çocukların bayramlarda en büyük poşeti alıp da iyi niyetli komşulardan şeker ve az da harçlık topladığı, misal kargo parasından ötürü anlamlı sanılan dostlukların bıçak benzeri kesilmediği, toprağın, turabın vefalı olduğu, insanların birbirinden bu kadar kuşkulanmadığı zamanlarda yazı masama oturmuş bir Rus yazar okuyordum. Bir cümle, kısa bir cümle, zihnime kazınmış, edebiyatın neden en müthiş sanat olduğuna şehadet etmiştim. Şöyle idi cümle: Bilmem kim (karakterin adını hatırlamıyorum maalesef) öldü ve öldüğü gün de unutuldu! Ne dehşet değil mi! Ölüyorsun ve öldüğün gün de unutuluyorsun. Hiç olmamış gibi yaşamak da bir meziyet olmalı!
Varoluşumuzun amacı bir iz bırakmaksa sahici okurum, bunun için bu ‘’Veda Havası’’ oyununun neden trajedi değil de drama yakın olması gerektiğini anlamışsındır. Zira üç birlik kuralına birebir uyan ve kahramanları tanrılar, yarı tanrı ve soylulardan oluşan trajediye yüz çevirip sıradan kişilerin dahi kahraman olduğu dramı yeğlemek daha insani olsa gerek. Hem sonra trajedide acıdan başka ne var ki? Zırıl zırıl ağlamak, için kıyılana dek üzüm üzüm üzülmek, ders çıkarmak, yüce duygularla dolup ruhu sağaltmak vs. maalesef Antik Çağ ademlerine özgü bir haslet idi. Bu çağın gerçekliğinde ne var oysa; gülünç ve acıyı harmanlayan dramdan başka ne var? Söyle!
Yazının sonlarına gelirken şu veda kelimesine de bakalım mı bir? 27. harf ile başlayan, Arapça kökenli bu kelime, Misalli Büyük Türkçe Sözlük’te şöyle açıklanmıştır: Ayrılırken hayırlar dileme, esenleşme. Mana bu denli sarih işte. Lafı uzatıp bu vedayı güçleştirmenin bir anlamı yok. Yeni Çağrı’daki köşe yolculuğuma müsaadenle burada noktayı koyuyorum. Başta sana olmak üzere kadirbilir okurum, Yeni Çağrı’ya teşekkür ederim beni seninle buluşturduğu için.
Bu derece dramatikleşen vedaya bir iki güzel haber ekleyeceğim elbette. Okuruna umut vermeyen yazardan ne hayır gelir ki zaten? Bundan sonra yakınlarda kısmetse yeni bir romanla karşına çıkacağımı söyleyeyim; o nedenle hiç küşüm etme.
Haftanın kitabı: Ali HANBAY’dan ‘’Şanssızlıklar Komedyası Ara.’’ Vefakar okura bir yadigar.
‘’Kalacak tüm izlerin hayatımda/ Gözümden bir damla yaş aktığında…/ Sen bir suydun/ Sen bir ilaçtın/ Hoşça kal canımın içi/ Hoşça kal…’’