“Ben hiç bir devlet işine abdestsiz imza atmadım.” Bu söz Sultan Abdülhamit Han’ın ne kadar inançlı, ne kadar merhametli ve de ne adil bir hüküm

“Ben hiç bir devlet işine abdestsiz imza atmadım.” Bu söz Sultan Abdülhamit Han’ın ne kadar inançlı, ne kadar merhametli ve de ne adil bir hükümdar olduğunun en güzel ifadesidir. Nitekim başkâtibi Esad Bey’in şu ifadeleri bunu çok güzel anlatmaktadır:
“Bir gece yarısı çok mühim bir haberin imzası için Sultan Abdülhamit’in kapısını çaldım. Fakat kapı açılmadı. İkinci, üçüncü defa yine kapıyı çaldım ve merak içinde bekledim. Uzun bir bekleyişten sonra kapı açıldı. Tebessüm ederek, “evlat kusura kalma. İlk kapıyı vuruşunuzda uyandım. Lakin mühim bir iş için geldiğinizi anladım ve hemen abdest aldım. Onun için kusura bakma, sizi beklettim. Ben bu kadar yıldır bu milletin hiçbir evrakına abdestsiz imza atmadım. Getir imzalayayım diyerek evrakı alıp inceledi ve besmele çekerek imzaladı…”
Böyle temiz duygulara sahip insanı unutmak mümkün değildir. Bunun için “Ulu Hakan Abdülhamit Han’ı” doğumunun 174 yılında rahmetle anarak onun hayatındaki ilginç ama örnek alınacak alışkanlıklarından bahsetmek istiyorum.
Gayet zeki ve dirayetli, nazik ve güler yüzlü olan Sultan Abdülhamit sıhhatine pek itina ettiği için çalışma saatleri, yemek ve istirahat zamanları gayet muntazamdı. Geceleri erken yatar, sabahları erken kalkar, her sabah namaz kılar, dua okurdu. Sultan Abdülhamit yavaşlık ve uyuşukluktan hiç hoşlanmazdı. Yorulmaz denilecek kadar çalışkandı. Ekseriya neşeli vakit geçirirdi. Derhal mabeyincilerini çağırtır, işe başlardı. Bu işler, devletin uygulamaları, jurnaller vs. ile alakalı idi.
Sultan Abdülhamit’in alışkanlıklarının kahve ve sigara tiryakisi olması gelir. Gündüz, işleriyle meşgul olduğu zaman, sık sık kahve ve sigara içerdi. Dolayısıyla kötü sayılabilecek tek alışkanlığı, eğer kabul edilirse, sigara olmuştur. Sigaralarını tütüncübaşı Ali Efendi denilen ve en eski emektarlarından olan zat tedarik ve kendisine takdim ederdi. Kahveyi daima çift fincanla içerdi. Kahvesini kahvecibaşısı hazırlardı. Kendisine mahsus, beyaz, kapalı cezve, iki fincan, bir tepsi üzerinde getirilirdi. Sultan Abdülhamit her defasında behemehâl iki fincan kahve içmeği sevdiği için bir fincanı bitirdikten sonra ikicisini aynı fincanda içmeyip diğer temiz fincana koyarlardı.
Bazen cezveyi kahvecibaşı doldurur, bazen de kendi kor, içerdi. Sultan Abdülhamit’in içtiği su ikinci kilerci Hüseyin Efendi tarafından bir sürahiye konur ve bu sürahi mühürlü bir çanta içinde takdim olunurdu. Sultan Abdülhamit boğazına düşkün değildi. Yemeğini nadiren kadın sultanlarla beraber yerdi. Ekseriya, önüne portatif bir masa konurdu. O, bu masada yemeği yalnız başına yerdi. Bahçede ise, o masa bahçeye götürülürdü. Dolmabahçe Sarayı’nda muayede olduğu zaman yemeği orada yer, masanın oraya da götürüldüğü vaki olurdu. Ne zaman acıkırsa o zaman yemek yerdi ve herhangi dairede veya odada bulunuyorsa oracıkta yerdi. Kendisine mahsus bir yemek odası yoktu. Onun için şurada burada yemek yerdi. Oldukça az yemek yer, fakat yedikleri şeyler gayet basit olmasına rağmen büyük bir dikkat ve itina ile hazırlanırdı.
Özel yaşantısında örnek alınacak kadar derecede perhizkârdı. Yemekten sonra bir parça istirahat etmeyi alışkanlık edinmişti. Gençliğinden beri alkolden uzak durmayı tercih etmiştir. Kelimenin tam anlamı ile iffetli idi.
Sultan Murat’ın hastalığı ve hastalığın oluşumunda içkinin büyük bir etkisi olduğuna olan kesin inancı, yine babasının ölümünde işretin etkili olduğu şeklindeki kanaati Sultan Abdülhamit’in ruh hali üzerinde oldukça tesirli olmuş, onu derinden etkilemiştir.
Abdülhamit’in sigara alışkanlığı ise “Hanımkalbi” sigarasının “zivâneli” cinsinden içmek şeklinde olmuştur. Tek kötü alışkanlık denebilecek olan sigarasını içerken bile bunları fabrikalarda imal eden işçi kızların içlerinde türlü türlü hastalar olabileceğini, dolayısıyla sigara yolu ile bu hastalıkların kendisine bulaşabileceğini düşünmüş, sigarasını, zivanesine alev göstererek bir nevi dezenfekte ederek, gayet temkinli bir surette içmiş ve doktorunu bu noktada ihtar ederek kendisi gibi ihtiyatlı olması tavsiyesinde bulunmuştur. Sağlığına ve hayatına ne derece dikkat ettiğini ve önem verdiğini göstermesi ve dolayısıyla da içki içmemesinin, işrette bulunmamasının sebebini açıklaması bakımından bu davranış tarzı önemli olsa gerekir.
Kitap hususunda alabildiğine titizdi. Gençlik, bir başka ifadeyle şehzadelik yıllarında başlayan kitap okuma tutkusu yaşamının sonuna kadar devam etti. Bazen günün belli saatlerini de kütüphanede geçirirdi. Dünyanın çeşitli yörelerinden getirttiği kitaplarla zengin bir kütüphane oluşturmuştu.
Bir de meşhur marangozhanesinde vakit geçirmek en önemli tutkularından biriydi. Çok usta bir marangoz olarak; çok incelikli eserler yapar, marangozhanede çalışırken yorulmak yerine dinlendiğini çevresindekilere söyler, onlara da bu tür çalışmalar yapmaları için zaman ayırmalarını tavsiye ederdi.
Planlı çalışma ve intizam onun en hassas olduğu konuların başında idi. Bir işin yapılmasını emir vermekle yetinmez, onun neticesini çok yakından takip ederdi. Bir işe başladı mı onu mutlaka sonuçlandırırdı.
Çanakkale Savaşları sırasında İstanbul için tehlikenin olduğu günlerde kendisinin de Anadolu’ya götürülmesi söz konusu olmuştu. Kendisine gelen heyete hepimizin örnek alacağı şu unutulmaz sözleri söylemişti:
“Ceddim Fatih Hazretleri İstanbul'u alırken, son Bizans İmparatoru şehirden kaçmayı düşünmemiş, ordusu başında ölmüştür. Biz, Bizans imparatorları kadar da mı olamıyoruz ki, şehri bırakmayı düşünüyoruz? Osmanlı Hanedanı İstanbul'u terk ederse bir daha oraya dönemez. Muhterem biraderime söyleyin; İstanbul'dan bir adım bile dışarı atmam Henüz zamanı gelmiş değil ama bir gün bütün müminler birden kalkınacaklar ve tek bir insan gibi hareket ederek gâvurun boyunduruğunu kıracaklardır.”
Nihayet Abdülhamit Han haklı çıkmıştı: 9 Eylül 1922 düşmanın boyunduruğu kırılarak; 6 Ekim 1923’te bütün vatan olduğu gibi İstanbul’da kurtulmuştu!