Adalet, bir toplumun oluşmasında ve ayakta durmasında en mühim yaptırımlardan biridir. Hz. Peygamber’in şahsında adalet,...suçluya kim olursa

     Adalet, bir toplumun oluşmasında ve ayakta durmasında en mühim yaptırımlardan biridir. Hz. Peygamber’in şahsında adalet,...suçluya kim olursa olsun cezasını vermek, toplum içinde işlenen suçtan zarar görenleri rahatlatacak şekilde ceza üzerinde ısrar etmek olarak görünür. Buna hakkı teslimi de ekleyebiliriz. Kişiler arasındaki anlaşmazlıklarda hüküm verirken daima haklıdan  yana olması da onun adâlet anlayışının gereğidir.

     Allah Resûlü gerek peygamberliğinden önce, gerekse peygamberliği süresince daima haktan ve haklıdan yana olmuştur. Özellikle ceza konusunda insanlar arasında mevki, mal-mülk, ırk, cinsiyet, hatta din gibi sebepleri esas alarak işlem yapmamıştır. Yerine göre bir köleyi haklı çıkarmıştır. Bilhassa haklıya hakkını vermekte son derece dikkatli davranmıştır. Onun toplumda adâlet, hak ve eşitlik prensiplerini yerleştirecek doğrultudaki birçok tatbikatlarında bu husus açıkça görülür. Şu olaylar bunu doğrulayacak niteliktedir:

     Hırsızlık eden Benû Mahzum kabilesinden bir kadın için Usame b. Zeyd şefaatçi gelir. Hz. Peygamber “Allahın emrettiği cezalar hususunda şefaat mi istiyorsun?” diyerek çok sevdiği evlâtlığını reddetmiştir. Sonra da minbere çıkarak şu tarihî sözleri söylemiştir: “Sizden öncekiler itibarlı bir kişi hırsızlık ettiğinde salıverdikleri, avamdan (halktan) birisi hırsızlık ettiğinde ise elini keserek cezalandırdıkları için helâk oldular. Allah’a yemin ederim ki, kızım Fâtıma bu işi yapmış olsaydı onun da elini keserdim.” (Sünen-i Ebî Davud, Hudûd, 8 / 16.)



     (Hz. Peygamber’in bu kesin tavrı ve yerinde adalet anlayışı karşısında, Ziya Paşa’nın şu mealdeki  beytini hatırlamamak mümkün mü?

     (“Milyonlar, milyarlar çalanlar; mevki ve makamlarında olduğu gibi duruyor! Kıllarına dokunulmuyor! Fakat ne hikmetse, kuruş çalanların yeri ise hapis ve zindandır!”

     (İslâm’ın bu adalet anlayışı, şu hükmün de hatırlanmasına, haklı olarak yol açmıyor mu? “Küfür devam eder. Zulüm devam etmez.”)



     ...Enes b. Malik’in halası er-Rubeyyi, Ensar’dan bir cariyenin dişini kırarak yaralanmasına sebep  olur. İşlenen bir suçun cezasız kalmamasını isteyen kimi mü’minler Hz. Peygamber’e gelerek kısas yapılmasını isterler. Hz. Peygamber, “Kısası eda ediniz.” emrini verir. Enes’in amcası ve diğer bazı müslümanlar bir cariyeye karşı hürün kısas muamelesine tabi tutulmasına itiraz ederek hükmün yerine getirilmemesini isterler. Ancak Hz. Peygamber bunlara “Kısas, Allah’ın farz kıldığı bir hükümdür.” diyerek cevap verir ve onları reddeder. (Buharî, Sulh, 3 / 169; Tefsir, 5 / 154; 188; Müslim, Kasâme, 5 / 106.)...

     Hz. Peygamber toplum içindeki sınıflardan üst tabakalarda bulunanların; alt tabakalardakileri ezdikleri, onlara zulmün ve haksızlığın her türlüsünü reva gördükleri, karşılıklı ilişkilerde daima kendi tabakalarından olanları gözetip adâlet anlayışını yıktıkları bir ortamda, toplumu ayakta tutan bu müeyyideyi gerçek anlamda yerleştirmiştir. Eşitlik ilkesi ile adâlet bir arada mütalâa edilirse İslâm’ın Hz. Peygamber’in uygulamalarında modern çağların ulaşmaya çalıştığı düzeye asırlar önce ulaştığı kolayca söylenebilir...

     Hz. Peygamber’in özellikle Medine devrinde, toplum bağlarını güçlendiren  yaptırımlardan adâlet üzerinde ısrarla durduğu görülür. Onun adalet anlayışı iki türlü görüntü verir. Bunlardan birincisi liyakat ve ehliyeti tercih, ikincisi ise suçluyu kim olursa olsun cezalandırmak. Gerçekten Allah Resûlü toplumu ayakta tutan adalet müeyyidesini, tam anlamıyla ve her iki anlamda gerçekleştirmiştir. Birine bir iş vereceği zaman onun kim olduğuna değil, işe lâyık ve ehil olup olmadığına bakmıştır. Buna ek olarak, toplumda bir suç işlenmesi sözkonusu olduğu zaman işleyen kim olursa olsun, cezasını vermiştir. Böyle bir tutum bir yandan toplumu ayakta tutacak kuralları işletmek, öte yandan işlenen suçtan zarar görenlerin yüreğini ferahlatmak suretiyle adaleti gerçek anlamda uygulamaktan başka bir şey değildir. Sosyolojik açıdan böyle bir uygulamanın toplum hayatı yönünden ne derece önemli olduğunu uzun uzadıya izaha ise ihtiyaç yoktur. -Prof. Dr. Mücteba Uğur- (Asr-ı Saâdet’te İslâm I, Heyet, İstanbul - Mart 2006, s. 118, 127-129)