“Al tasdiknameni! Okuldan atıldın!”

Al tasdiknameni! Okuldan atıldın!”


Bir elimdeki kâğıda bir de Malazgirt Alparslan Lisesi’nin müdür yardımcısı Davut Hoca’ya baktım. Galiba bakmanın ve görmenin aynı şeyler olmadığını tam da o gün anlamıştım. Dakikalarca elimdeki kâğıda baksam da aslında gördüğüm, babamın hiddetli çehresinden başka bir şey değildi. Şartlar ne olursa olsun bizleri okutmaya azmetmiş fedakâr babama, atıldığımı nasıl söyleyecektim? O anki halet-i ruhiye ile yüzüm hangi şekli almıştı bilmiyorum, Davut Hoca gülmeye başlamıştı. Ardından da şaka yaptığını ve elimdeki kâğıdın Van Atatürk Lisesi’ne nakil yazım olduğunu söylemişti. Derin bir nefes alarak yatakhaneme koşmuş ve valizimi toplamıştım. İşte benim Van yolculuğum böyle başlamıştı.


Doğum yerim olan Erciş’te bir hafta kaldıktan sonra babamla birlikte bindiğimiz minibüs ile Van merkezin yolunu tutmuştuk. Şanslıydım ki aracın sağ tarafında oturmuştum. Çünkü yol boyunca denizi görerek yolculuk edecektim. Deniz diyorum çünkü Van Gölü’ne hiçbir Vanlı ‘göl’ demezdi ve hala da demiyoruz. Denize bakarken ilk dikkatimi çeken ‘Adır Adası’ olmuştu. Ancak hayalcilikte Don Kişot’u aratmayan ben, bu adayı ‘Akdamar Adası’ sanmış ve hemen kendimi Tamara’ya âşık çoban gibi telakki ederek adaya doğru yüzmeye başlamıştım. ‘Örümcek Adam’ gibi kahramanlarla büyüyen yeni nesle garip gelebilir lakin bizim fakir ama gururlu neslin kahramanları, ekseriyetle çobanlar idi. Derken yolculuk bitmiş ve aracımız, yere çökmüş uysal bir deveyi andıran Van Kalesi’nin enfes manzarası eşliğinde şehre girmişti.


Atatürk Lisesi’ne kaydımı yapan babam, okulun yurduna beni teslim ederken cebime harçlığımı koymuş ve veda ederek ayrılmıştı. Daha doğrusu birkaç adım atmış ve sonra dönüp beni çağırmıştı. Koşarak yanına gittiğimde ceplerini karıştırıp 25 kuruşluk bir madeni para çıkarmış ve onu da bana vermişti. Harçlıklarım bitse de o parayı cüzdanımda uzun süre taşıdığımı hatırlıyorum. Çünkü o para, evladı için varını yoğunu ortaya koyan bir babayı çağrıştırır ve bu çağrışım daha çok çalışmam gerektiğini fısıldardı hep. Yine de çok vefalı olduğumu söyleyemem aziz okuyucularım. Harçlığımı tükettiğim bir demde, emektar hizmetlimiz Latif Usta’nın demli tek bardak çayı için o madeni paramı da harcayacaktım.


Şayet doğru hatırlıyorsam nüfus tabelasında 114 bin yazıyordu. Coğrafi alanı büyük bir şehir olduğundan şimdiye kıyasla oldukça sakin bir şehirdi. Bu sakinlikten dolayı caddeleri alabildiğine geniş ve tenha, evleri ise tek katlı ve de bahçeliydi. Hatta tartıştığımız ve ‘Çıkışta görüşelim!’ dediğimiz öğrencilerle kapıştığımız boş arazilerimiz bile vardı. Erek Dağı’ndan denize kadar ulaşan bu boş ve de hoş arazilerde sonbaharla birlikte kıpkırmızı elmalar salınırken, ilkbaharda da tüm kaysılar bir gelin gibi süslenir ve çetin kışın bittiğini duymak isteyen her kulağa usulca fısıldardı.


O günler en çok da yürümekten haz alırdık. İskele Caddesi’nden Debbağoğlu Parkı’na, oradan Cumhuriyet ve Maraş caddelerine neredeyse her gün volta atıp dururduk. Aslında yürümekten başka da çaremiz yoktu. Ne Urartu Oteli’nde kalabilir ne de Altın Şiş Lokantası’nda yemek yiyebilirdik. Akdamar Adası’na gitmenin bile bir bedeli vardı ve ben çok arzu etmeme rağmen bu adaya gidebilme bahtiyarlığına erememiştim.


Lise bitip üniversite ve ardından meslek hayatımız başlayınca şehrimizden iyice kopmuştuk. Yazları bir iki haftalık anne baba ziyareti sayılmazsa şehrimizle neredeyse hiçbir bağımız kalmamıştı. Galiba olan tam da şu idi; babamın madeni parasını nasıl bir bardak çaya satmış isem, Van’ı da cazibesine kapıldığım İstanbul’a ve salına salına akan narin boğazına satıvermiştim. Ancak doğup büyüdüğüm şehrimi unutabilmiş miydim? Elbette hayır! Sadece şöyle bir durum ortaya çıkmıştı; ne tekrar doğup büyüdüğüm topraklara dönebilmiş ne de İstanbul’a ait hissetmiştim kendimi. Eğer buna bir ad konacaksa ben ve benim gibiler Araftakilerdir artık.


İçimden bir ses bu araf halinin hiç bitmeyeceğini söylüyor. Ancak doğup büyüdüğümüz şehirlere daha sık uğrayıp akraba ve dostları ziyaret ederek bu araf halini kısmen de olsa azaltabiliriz diye düşünüyorum. O halde bu yıl ki tatil rotalarımızı memleketlerimize çevirmeye ne dersiniz?..


Sevgiyle kalın aziz okuyucularım…