Yıl 1933 Ekim 29, Cumhuriyetin onuncu yılı büyük bir coşku ile kutlanmaktaydı. Başkent Ankara’daki kutlama dışında Türkiye Cumhuriyeti’nin il il

Yıl 1933 Ekim 29, Cumhuriyetin onuncu yılı büyük bir coşku ile kutlanmaktaydı. Başkent Ankara’daki kutlama dışında Türkiye Cumhuriyeti’nin il ilçe ve köyleri de dahil her yer aynı coşkuyu yaşamaktaydı. Aynı gün Türkiye’nin güzel ili Sivas’ta yapılan şenliklere de yoğun bir katılım oldu. Çünkü Sivas’ın ayrıcalıklı bir durumu daha vardı; “Temsil Heyeti” ilk siyasi yönetim görevini Sivas’ta almıştı. Türkiye’deki şairler ve ozanlar bugüne özgü şiirler yazdılar. Bu ozanlardan birisi de Sivas’ın Şarkışla ilçesinin Sivrialan köyünde doğan. Yedi yaşında iken geçirdiği çiçek hastalığı yüzünden gözünü, kaybeden. On yaşında saz çalmaya başlayan Aşık Veysel idi. Aşık Veysel görmediği halde Mustafa Kemal’ için yazdığı destanının bir kıtasında;

“Gazi Paşa Hazireti bir kişi
Ne kadar cesaret tuttu bu işi
Sarmıştı vatanı düşman ateşi
Esirgedi bizi ziyanımızdan.”

Diyerek dikkatleri üstüne topladı. Veysel’in dizelerinden etkilenen insanlar; Veysel, bu şiirleri Kemal Paşa’ya gönder diye akıl veriyordu. Ancak Veysel şiirleri Mustafa Kemal’e göndermek yerine bizzat Paşa’nın huzuruna çıkmak ve Paşa’yla bu vesileyle irtibat kurma niyetindeydi.
Şehrin belediye başkanı ve heyeti Veysel’i Ankara’ya yolcu ederler. Ankara o tarihlerde ağır bir misafiri ağırlıyordu. İran Şahı, Paşa’yla görüşmeye gelmiş ve üst düzey güvenlik önlemleri alınmıştı. Dönemin Ankara Valisi Nevzat Tandoğan, tüm şehirde kolluk kuvvetlerinin teyakkuzda olmalarını, kılık kıyafeti uygun olmayanların şehre alınmaması yönünde emir vermişti. Veysel ve yareni İbrahim Tutiş uzun bir yolculuktan sonra 1 Nisan 1934’te Ankara’ya vardılar. ‘‘Köylü milletin efendisidir,’’ düsturu o dönemde geçerli olmasa gerek ki polisler Veysel’i ve arkadaşını köylü kıyafetlerinden ötürü hemen sorguya çekmişlerdi. Sorular birbirini kovalıyordu. Bu ne hal, nereden geldiniz, nereye gitmektesiniz?

Veysel, Anadolu’nun vermiş olduğu o saf ve temiz duygularla Paşamı görmeye geldik der. Polisler alaycı tavırlarla; ‘‘Paşa’yı sırtında ki bu bitli yorgan ayağındaki yırtık potinlerle mi göreceksin’’ der ve Veysel’in elinden sazını almak isterler. Çıkan arbedede Veysel’in sazı da hasar görür. Yaşanan bu kötü hadise sonrası, Veysel ve arkadaşının Paşa’yı görme sevdası bir başka bahara kalmıştı ancak vazgeçecek gibi görünmüyorlardı.

Üzgün ve kırgındılar! Arkadaşı İbrahim Veysel’e “Bari bir gazeteye gidelim, derdimizi anlatalım. Belki Gazi gazeteyi okur, bizi çağırtır” dedi! Ertesi gün Hakimiyet-i Milliye gazetesine gidip meseleyi izah ederler. Gazete konuyu ilginç bulur ve hemen haber yapar. Gazetede çıkan haber şu şekildedir:

“Dün gazetemize Anadolu’nun saz şairlerinden biri geldi. Sivrialan köyünden olan bu yanık yüzlü adamın iki gözü de görmüyordu. Bu saz şairinin yeni yazdığı koşmalar, inkılabın halkın en görgüsüz tabakalarına kadar nasıl işlemiş, anlaşılmış ve sevilmiş olduğuna en büyük delildir.”
Günlerce ne arayan ne soran oldu. Çünkü Hakimiyet-i Milliye gazetesinde Veysel’in Atatürk ile görüşme isteğinden satır yoktu. Gazi’nin haberi bile olmadı! Sonunda paraları bitti! Boynu bükük Sivas’a döndüler.

Ama ne cumhuriyete ne de Mustafa Kemal’e inançlarını hiç yitirmediler. Gazeteye çıkan bu haber de yeterli olmamıştı. Habere göre “görgüsüz Veysel” ve arkadaşı uzun süre beklemiş ve Sivas’a geri dönmüştü. Aradan yıllar geçer, yıl 1938. Paşa, Dolmabahçe Sarayı’nda İstanbul Radyosu’nu dinlemektedir. Radyoda Aşık Veysel’in sesi çınlamaktadır. Mustafa Kemal, duyduğu yanık ses ve dizelerden etkilenerek: ‘‘Bu aşığı bana bulun ve getirin.’’ der. Hemen İstanbul Radyosu Müdürü Mesut Cemil Bey’le irtibata geçilir. Veysel’in bulunması istenir ve ertesi gün Veysel tekrar radyoya geldiğinde durumdan haberdar olur büyük bir heyecanla Dolmabahçe Sarayı’nın yolunu tutar. Bu kez üstlerinde pantolon, ceket ve fötr şapka vardı. Dolmabahçe’ye vardığında kendisini Yaver Şükrü Bey karşılar. Veysel, durumun izahatını ‘‘Paşam beni çağırmış’’ diyerek yapar. Şükrü bey mektubu açtı, okur: “Gazi şu an çalışıyor, haber veremem. Siz adresinizi bırakın, müsait olduğunda sizi aldırırız,” der. Aşık Veysel, çok yaklaştığı Mustafa Kemal’i göremeden Dolmabahçe Sarayı’ndan uzaklaşır.
Saraydan üzgün ama umutlu döndüler… Yine günlerce haber beklediler… Ama yine ne arayan oldu; ne soran.. Çünkü Mustafa Kemal rahatsızlanmıştı… Nihayet, uzunca bir süre büyük umutlarla paşadan tekrar haber gelmesini beklese de gelen haber 10 Kasım 1938’de Paşa’nın vefat haberi olur. Aşık Veysel yıllarca bu buluşmayı beklemişti. Nasip olmadı!

Aşık Veysel; anılarında bu olayı şöyle özetlemiştir:

“Kulaklarımla Mustafa Kemal’in sesini işitmeyi candan arzu ettim ama kısmet olmadı”

Yıl 1952, dönem ve yönetim anlayışı değişmişti. İstanbul’da adına büyük bir jübile düzenlenen Âşık Veysel’e 1965 yılında TBMM tarafından “ana dilimize ve millî birliğimize yaptığı hizmetlerden dolayı” özel bir kanunla vatanî hizmet tertibinden aylık bağlandı. 21 Mart 1973’te doğduğu köy olan Sivrialan’da öldü; aynı yerde toprağa verildi. Ölümünden sonra evi, içindeki bütün eşyaları ile korunarak müze haline getirildi; ama galiba biz “Büyük Ozan Aşık Veysel’i çok üzdük!”
Kısacası; 21 Mart Aşık Veysel’in ölüm yıldönümü. Onun ölüm yıldönümünü yine onun güzel sözleri ile analım:

“Ben giderim adım kalır,
Dostlar beni hatırlasın,
Düğün olur bayram gelir,
Dostlar beni hatırlasın.”