“Nasıl oluyor vakit bir türlü geçmezken/ Yıllar, hayatlar geçiyor?” Sevdiğim sanatçılardan Teoman’ın Paramparça şarkısından düşündürücü bir mısra… Bu haftaki yazım, zamanla daha doğrusu durmaksızın akıp giden zamanın bir parçasıyla alakalı, evet eylülle…
Her ne kadar mevsimlerin 4 tane olduğu iddia edilse de bu, kişiden kişiye değişebilir; tıpkı zevkler ve renkler gibi. Kimilerine hayat, uzun ve sıcak bir yaz gibi gelirken kimisi de her mevsim bir nedenden üşüdüğünden bitimsiz bir kışa teslim olabilir yahut umutlu, mutlu, anlardan haz almayı bilenler için iki mevsim uzunluğunda ilkbaharlar gibi de gelebilir. Fakat bir de mevsimlerin en hüzünbazı sonbahar var ki o, bir ömre, zamana musallat olmaya görsün, ağır bir keder içinde boğup bırakır her şeyi.
Sonra sonbahar, ismiyle bile bir hüzün verir insana ve her şeyin -ille de güzelliklerin- bir sonu olduğunu fısıldar. Kaldı ki, bu mevsime şairane “sombahar” yakıştırması da yapılır ki bu da malihülya (melankoli)’nın dozunu biraz daha artırmaktan öteye geçmez.
Ve eylül… Bizim için salt bir ay adı veya senenin en kasvetli, en dayanılmaz mevsiminin girizgahı değil sadece daha fazlasıdır da. Hatta ülkemizde değil yalnız dünyada da kallavi acıların baş verdiği bir zaman yarasıdır da. Bu minvalde bir kere müşterek acı olarak 12 Eylül geliyor aklıma ilkin; evrensel bir kaosa yol açıp dünyanın gidişatını değiştirdiği için 11 Eylül saldırıları var sonra. Daha evveline Kara Eylül var. Bu örnekleri çoğaltmak mümkün tabii.
Bu misallerde şaşılacak bir taraf yok ve üstelik bir tesadüfün sonucu da değiller. Tabiatla hemhal olmuş insan tabiatı, farkında olarak ya da olmayarak daha derin acı izleri bırakmak için genelde bu ayı seçmiş. Esrarlı bir yanı var bu eylül mevsiminin ama ne?
Bir de bu mevsimde doğanlar var. Bir araştırma falan yapılmamıştır elbet ama olur da bir gün aylara göre bir memnuniyet anketi yapılırsa bana öyle geliyor ki mevsimlerden sonbahar; aylardan da eylülde doğmuş olanlar son sıralarda yer alacaklardır.
Yalnız şimdi bu yazdıklarım, mevsimi fena yapmıyor tabii. Eylüle dair güzellikler de yok değil. En başta varını yoğunu ortaya koyup bol mahsul veren tabiat ananın, ayların yorgunluğunu atması için dinlenmeye başladığı zamanın başları mesela. İnsanların hiç olmadığı kadar sakin olduğu, dünyanın dönüşü haricinde nerede ise her şeyin yavaşladığı bir zaman...
Son olarak başlığa dair bir iki açıklama yapayım: Dionysos yani Baküs, bağ bozumu tanrısı olarak bilinir. İlkbaharda doğan Baküs, sonbaharda ölür ve bu döngü tekrarlanır her sene. Tabii, doğumda şenlikler düzenlenirken ölümde ise yas tutulurdu. Eski Yunan’da Dionysos için yapılan bu dini törenlerin sonucunda, özellikle bağ bozumu şenliklerinde, çeşitli kostümler giyen halk sayesinde tiyatronun temelleri atılmış oldu. Bağ bozumunun eylülde başlaması Baküs’ün bu yazıyla alakalı tarafı oluyor.
Başlı başına bir mevsime bedel olan eylül, hakikaten farklı bir ay değil mi kıymetli okurlarım? İyi zamanlar dilerim.
Editör: TE Bilisim