Sanırım eski Türk filmlerinin vazgeçilmez repliklerinden biriydi: Başrol oyuncusuna kumpas kurulmuştur, badireler arka arkaya hem de çığ misali gelirke

Sanırım eski Türk filmlerinin vazgeçilmez repliklerinden biriydi: Başrol oyuncusuna kumpas kurulmuştur, badireler arka arkaya hem de çığ misali gelirken ve artistin icabına bakacak son hamle yoldayken genelde gecenin bir vakti telefon çalar, kimliği gizli bir ses, işin bitmek üzere, derhal vaziyet al, diye uyarır ya da bir notla durum haber verilir ve böylece kötüler emellerine ulaşamaz, seyirci de rahat bir nefes alırdı. Ama tabii bu tür şeyler filmlerde yahut filme yakın trajedi ağırlıklı hayatlarda olur ki, burada bilmem belirtmeme lüzum var mı, çoğumuzun hayatı drama daha yatkındır.
Bahsi uzatmadan evvel şu “dost” kelimesine bakalım bir. Efendim, Farsça kökenli kelimenin aslı “dust” olup epey bir anlama haizdir, yani evet, okkalı kelimelerdendir. Peki, dost nedir, kimdir? İşte asıl mevzuya geldik nihayet. 1. Varlığı çoğu zaman göz ardı edilen üçüncü bir gözdür kafanın tam arkasında yer alan. Arkadan gelecek her türlü kaza belaya karşı hep tetikte olduğundan kapanmaz hiç. 2. Zamanın o yok edici kasvetine karşı koyabilen kaynağı sır bir ateştir ki, en fazla kül altında bir kora dönüşür, sönmez katiyen. 3. Yalnızlığın en koyu zamanlarında aldığın nefesin ağırlığını dahi duyup perdeyi çekerken ay ışığında yalnız olmadığını söyleyen bir ceviz ağacıdır. 4. Çok uzaklarda olsa bile hep olduğunu bildiğin için huzur duyduğun başka biri iken aynı zamanda kendindir. 5. Belki en mühimi de ne kadar tanıdığını sansan da bir yanıyla daima giz olandır. 6. Yokluğu acı veren bir boşluktur. 7.Bir renk kadar soyut ama gerçektir. 8.Turap gibi, yağmur gibi bir şeydir. 19. Mevlana ya da Şems arsındaki derinliği, pervane ile mum arasındaki bağı idrak edip Mevlana ya da pervane olma emelidir, Şems ve ışık olmamak veya. 10. Sesi iç sesine en çok benzeyendir ve sessizliğine de elbette.
Ama madem hiçbir şey zamanın hükmünden kurtulamıyor “bir dost” da bu halden nasibini almalı değil mi? Şarkıda her ne kadar “zaman sadece birazcık zaman” dese de inanmayın derim. Hatta git gide birer gölgeye dönüşen hayatlarımızda zamandan çok ne var ki? Eskiden insanlar bir hayat yaşardı fakat şimdi bir insanın birden fazla -çoğu kayıp da olsa-hayatı var. Yaşamak arzusu o denli derin ki, kendimize bile yetişemiyoruz. Attilla İlhan’ın “Başka Yerde Olmak” şiiri tam da bu kaosa işaret ediyor gibi.
Konu dağıldı galiba. Esasen dostluğa dair bir iki kelam daha edecektim ancak kalemin istikameti başka yöneymiş, hayret. Neyse, dost diyelim gene de. Bilmem katılır mısınız bana, gerçek dostun bir tane olduğu iddia edilir. Ol sebepten mi bu kadar değerli acaba? Yine o yüzden mi dost bildiğinin yokluğu yahut kaybı, bir diş ağrısı ya da artık olmayan bir uzuv gibi hep zonklar? Sebepler daha fazla tabii. Hem hangimiz dost sandığımız bir âdemin gazabına uğramadık ki.
Peki, bugünün dünyasında bu hususta geldiğimiz nokta nedir? Tuhaf bir çağın tanıklığında her gün biraz daha bireyselleşen daha doğrusu bencilleşen insan, bölgesini işaretleyen vahşi hayvanlar gibi davranmaya başladı ve zaten parsel parsel bölünmüş dünyada maddeyi bırakıp manaya da kendince el attı, hissiyatına da bir sınır çizer oldu. Diyeceğim odur ki, dostluğa da hudutlar çiziliyor artık. Ne yapacağız o vakit? Evet, en iyisi şarkılarda, türkülerde aramak teselliyi. Misal “Eski Dostlar” diye bir şarkı geldi aklıma. Sonra “Senden Ayrılalı Gülmedim Dostum” türküsü…
Baktınız daha da olmadı mı, meseleye ironik yaklaşmak gibi bir çare de mevcut. Bir iki arkadaşla bir araya gelip dost kazığı da oynayabilirsiniz mesela. Ne derler bilirsin sevgili okur, dost acı söyler.
Gerçek dostlardan mahrum kalmamanız dileklerimle…