İki saat öncesine kadar dümdüzdü. Kırışıksız,katlanmamış eskitilmemiş olarak stantta yerini almış, bekliyordu. Heyecanlıydı, biraz da ürkek. O

İki saat öncesine kadar dümdüzdü. Kırışıksız,katlanmamış eskitilmemiş olarak stantta yerini almış, bekliyordu. Heyecanlıydı, biraz da ürkek. Onu kimin alacağını, nasıl bir muamele göreceğini bilmeden, pek de düşünmemeye çalışarak arkadaşlarıyla üst üste beklemenin stresini ama bir o kadar da heyecanını yaşıyordu.Her biri bir diğerinin tıpkısıydı evet, ama her biri bir başkasının elinde sonlanacaktı. Kullanılıp bir süre sonra kenara fırlatılma ihtimalleri yüksekti.Şanslıysa bir kişinin evine temiz ve de usulca girecek, bir kenarda kısa süre bekledikten sonra üzerinde huzurlu ve meraklı bir çift göz gezinecek, tüm bedeni usulca okşanacak,kullanıldıktan sonra da bir köşeye yavaşça bırakılacaktı -tabi şanslıysa, fırlatılma ihtimali yok değildi-

Şanslı olma ihtimali olduğu kadar olmama ihtimali de vardı. Şu koskoca dünyada buna şans denirse evet şanslı olmama ihtimalinin üzerinde yarattığı stres kendisini kasmasına sebep oluyordu. Belki de macera bir kahvede sonlanacaktı.

Sigarasını tüttüren, sıcak tatlı oraletinin içine tatsızmış gibi kesme şeker ilave eden, türk kahvesinin dibindeki telveyi diliyle gezdirip ağzının içinde dolandıran, okey taşlarının ıstakalarına vurdura vurdura oyunun hazzına varmaya çalışan,koltuğunun altına tavlayı sıkıştıran, aksıran ,tıksıran, hapşıran, acıkınca kuru tostun yağlarını vakitsizlikten ellerini yıkayamayıp bir güzel kağıttan bedenine sürebilecek onlarca erkek yığını onu bekliyor olabilirdi.Arkasından başlayacaklardı göz gezdirmeye, izmaritin eline yapışan o kekremsi, leş kokusu üzerine sinecek iğreti duyunca daha da katıya kesilecekti. Erkek kokusunun ağırlığı altında ezilme durumu da söz konusu olabilirdi.

Kapalı bir gündü.Az sonra gelecek olan yağmur, ufaktan kendisini hissettirmeye çalışıyor, sinyaller gönderiyordu. Yolda yürümeye çalışan adamlar kasketlerini bir eliyle tutuyor, kadınlar eşarplarının uçmasını engellemek için daha sıkı düğüm atıyorlardı. Ağaçlar kendinden geçen tarikat mensupları gibi dallarını yerden yere vuruyor, meyvelerini savurup,yeri yalıyordu.

Hiç tahmin etmediği bir durum başına gelmişti. Mahallenin ayakkabıcısı talip olmuştu. Göz gezdirdikten sonra bir kısmıyla ayakkabıları sarmış,bir kısmının üzerinde yemeğini yemiş kalanını da stoklarının üzerine koymuştu. Şiddetini arttıran rüzgar kapıdan içeri sızıp kalan kısımları sokağa savurmuştu.Tomar haline gelen gazetenin manşetindeki haber onunla beraber dönüyor saatte ortalama otuz kilometre hızla mahallenin arasına dalıyordu. Günlük bir gazetenin başına işte böyleşeyler gelebilirdi, fütursuzca.

Sevda kaçsın çayınıza.