Bir kere edebiyatta temel kaidenin, neyi yazdığın değil, nasıl yazdığın olduğunu biliyoruz. Hoş, bugün bu olmazsa olmaz kuralı pek çok yazı yaz

Bir kere edebiyatta temel kaidenin, neyi yazdığın değil, nasıl yazdığın olduğunu biliyoruz. Hoş, bugün bu olmazsa olmaz kuralı pek çok yazı yazan iplemese de kaideleri önemseyen okurlar bilir ki, gerçekler acıdır gerçekten. Neyse, bahse dönersek… Bu haftaki yazım, o büyüleyici kitaplardan biri, Dönüşüm, üzerine…
Dönüşüm, Franz Kafka’nın dünya edebiyatına armağan ettiği en iyi romanı. Bu oldukça -70 sahife- kısa roman, müthiş edebi bir buluştur. Dostoyevski, edebiyata "benzerlik" temasını hediye etmiş ya, Kafka'nın buluşu daha bir dehşettir.
Defalarca okuduğum çok ender romanlardan olan Dönüşüm’ün ilk cümlesi sıradan yahut iddialı okuru daha ilk anda allak bullak eder: ‘’Gregor Samsa bir sabah bunaltıcı düşlerden uyandığında kendini yatağında dev bir böceğe dönüşmüş olarak buldu.’’ Anımsıyorum da bu cümleyi ilk okuduğumda ağzım açık kalmıştı. O güne dek okuduğum hiçbir kitap bu kadar sarsmamıştı beni. Edebiyatın, yazının nasıl bir gücü olduğunu o vakit anlamıştım. Sahi, yazı kadar ne şu dünyada insanı bu denli şaşkına çevirebilir ki?
Bugün dahi roman kahramanlarının bu en bahtsızı -Anna Karenina'nın tren altında kalmasından da feci!- üzerine düşündüğümde tüm kitabın aslında bu ilk cümleden ibaret olduğunu, Kafka’nn bu cümleyi yazıp romanı bitirdiğini hayal ederim. Hakikatte böyle olsaydı bile Dönüşüm benim nazarımda hakiki bir roman olurdu gene de. Zaten romanlar upuzun bir cümle değil midir?
Gene sırf Kafka için Almanca ve Dostoyevski’yi ana dilinde okumak için Rusça bilmek isterdim. Evet, haklısın okur, biz asıl bahse dönelim.
Her kitap, yazarının hayatından izler taşır illa ki. Ne denli saklamaya çalışırsa çalışsın kendini anlatmadan bir yazar, hele ki roman yazamaz. İşte Dönüşüm’de de Kafka'nın hayatından sarsıcı izler var. Bugünün dünyası özellikle çoğu anakent (metropol) insanı için tam bir keşmekeş, bitmez bir çiledir. Üst üste istiflenmiş apartman dairelerinden sabahın erinde sokağa kademini basan filan âdem, eğer bir kazaya belaya uğramadan eve dönebilmişse talihlidir ama eksilmiştir artık. O eksikliğin adına biz bugün yorgunluk diyoruz. Pek rahat bir hayat sürmemiş Kafka da I.Dünya Savaşı görmüş, türlü sıkıntılar çekmiş bir yazar. Yine bugünkü kent insanı için kaostan kaçmanın yolu dağ, bayır, orman yahut bir ada ise Kafka için bu, hiç şüphesiz bir böceğe evrilmekti.
Biyografisini Dostoyevski gibi ziyadesiyle merak ettiğim yazarlardan Kafka'nın babasıyla arasının pek iyi olmadığı da bilinir. Savaş yıllarında tutunamamış bir yazar olarak -Her iyi yazarın cebi para görmüyor okur. Hele bu zamanda durum, tam tersi.- baba baskısı ile yazı gerçeği arasında kalmaktan bunalan Kafka'nın elbette gerçeklerden kaçış için bulduğu yol, dahiyanedir ve cehennemden çok, cennete yakındır. Kafka, bu kitapla evvela babasından ve dolaylı olarak da toplumdan, dünyadan, bir varoluşçu olarak intikam alır. Dönüşüm, aynı zamanda bir öç romanıdır. Burada öfkenin babaya yöneldiğini, anne, genç bir kız kardeş ve babadan mürekkep ailede Gregor Samsa’ya bilinçli zarar veren tek ferdin baba olmasından anlarız. Baba, çalışan Gregor’a az çok merhamet gösterir ancak ne vakit Gregor, bir böceğe dönüşür, işte o vakit babanın despotluğu gün yüzüne çıkar
Dönüşüm, bireyden topluma uzanan psikososyal bir romandır. Aile, bireye baskı yapar; toplumsa hem bireye hem aileye baskı yapar. Öyle ise topluma sığınmak da bir çare değil, biçareliktir. O zaman yapılacak en akıllıca iş, kaçmaktır ama dört bir taraftan kuşatılmışken insan nereye kaçabilir ki? İşte Kafka'nın zekası burada o dahice çözümü bulur: Madem kaçamıyorsun, dönüş o zaman. Fakat öyle bir şeye dönüş ki, tiksindiğin kadar tiksindir de. Sadece ailen, baban değil, toplum da bir vebalı gibi kaçsın senden. Sonuç olarak Kafka, büyük bir böceğe dönüşürken tüm dünyaya en alttan en tepeye kadar dehşetli saldırısını gerçekleştirir. Bu saldırı, atom bombasından daha tesirlidir çünkü etkisi hiç geçmez. Bu nedenle Dönüşüm, tüm zamanların en zehirli romanlarındandır.
Edebiyat manifestosunda bu hafta 4.madde: Nitelikli edebiyat için en büyük görev eleştirmenlere düşmektedir. Eleştirmenler, işlerini düzgün yapmakla mükelleftir.
Haftanın Kitabı: Kafka’dan yine Dava iyi gider. Anlamlı okumalar dilerim.