Müziğe karşı büyük ilginizin olduğunu biliyoruz. Ne tür müziklere ilgi duyuyorsunuz?

Valla ben her türlü müziği dinliyorum aslında ama herhalde Rock ve blues müzik benim için çok ön planda. Halk müziğine de bayılıyorum, Türk sanat müziğini de seviyorum, sebebi de şu; babam müzik öğretmeni, müzisyen. Her müzik türünü severim.

Radyoculuktan tiyatroya kadar uzanan meslek kariyeriniz var. Radyo programınızda ağırlık olarak nelere yer veriyorsunuz?

İnsana yönelik her şeye yer veriyoruz. Ben özellikle insanların karşısına gelebilecek, günlük hayatta yaşayabileceği komiklikleri radyo programında bir tiyatro havasında canlandırıyoruz. Demircan’la birlikte, onun da adını söyleyeyim de, sonra bana kızmasın.

Birçok tiyatronun içinde yer aldınız. Sizin için hangisi unutulmazdı?

Şuan sıralamaya koyarsak Suç Makinesi unutulmaz yani, unutulmaz benim için. Geçmişe baktığımda bunun kadar etkileyici bir oyunum olmadı, çünkü tek başınayım ve çok uç bir karakteri oynuyorum, benim karakterime çok uç bir karakteri oynuyorum. Kolay olmadı. Bir suçluyu insanlara sevimli göstermeye çalışıyorum.

Çanakkale Mektup Var isimli oyununuz çok beğenildi. Hem yazıp, hem yönetip, hem oynadınız. Bu kadar ses getireceğini düşündünüz mü?

Düşünüyordum aslında neden? Çünkü farklı bir bakış açısıyla yaklaştık, çok araştırma yaptık oyun öncesinde. Farklı bir hikaye koyduk ortaya, herkesin bildiği bir hikayeyi çok farklı anlattık. Sadece savaşı anlatmadım, savaştaki insanı anlattım, insanın özel hayatına girdim. Aynı zamanda savaşan insanların arkasında bıraktıklarını, neler hissettiklerini de gösterdim. Bu çok büyük ilgi çekti.



Haldun Dormen gibi ünlü bir üstadın oyununda yer almak nasıl bir duyguydu? Size neler kattı?

Yani şöyle; oyunda derken bir eğitim sonucunda bir oyunumuz oldu. Müzikallerden seçmeler. Çok büyük bir tecrübeydi, çünkü bence Türkiye’nin en iyi Müzikal yönetmeni Haldun Dormen. Bana çok şey kattı, zayıflamam konusunda beni çok itekledi (gülüşmeler) Onun diyeceği bir cümle bile gerçekten çok önemliydi benim için. Çok fazla bir zaman geçirmedik, sekiz ay geçirdik, ama yani oyun sürecinden bahsediyorum. Şuan hala görüşüyoruz. Ama bir cümlesi bile bana yetiyordu. O tecrübede bir insanı şuan Türkiye’de bulmak zor. Ve hani 90 yaşına girdi sanırım, o yaşta olmasına rağmen hala oyunlarda oynuyor, hala büyük oyunlar yönetiyor. Umarım ben de onun gibi olurum.

Son olarak Ekim ayında oynadığınız tiyatronun içeriğinden biraz bize bahseder misiniz? İlk kazandığınız gelirin tamamını Türkiye Spastik Çocuklar Vakfına bağışlayacağınız, bir sosyal sorumluluk projesi olduğu söyleniyor. Doğru mu?

Doğru tabi! Aslında fikir benim uzun zamandır aklımda vardı. Sebebi de şu; işitme kaybı yaşadım ben yüksek bir sesten dolayı ve ondan sonra da ben engelli kelimesini çok sevmiyorum aslında, özel insanlar ya da özel çocuklar. Onlara karşı daha duyarlı olmaya başladım. Bunun sonunda da yaptığım oyunun gelirini de bağışlayarak ufak da olsa bir katkı, maddi bir katkı, bir duyarlılık geliştirmek istedim. Çünkü ben genç bir tiyatrocuyum, ama bu işi yıllardır yapan insanlar var, hiçbiri elini taşın altına koymuyor. Ben de elimi taşın altına koydum, ezilmedi de çok şükür elim, onlarında ezilmez yani, korkmasınlar, yapsınlar. Spastik Çocuklar Vakfına bir miktar bağış yapacağız. Miktarını söylemekte çok doğru değil, gösteriş yapar gibi, ama bilet fiyatları 10 -15 TL. Bu ölçüde bakarsanız, ne kadar bir bağış olduğunu çıkartırsınız. Manevi yönü çok güzeldi, iki tane çocuk tedavi olacak bu ücretle.

Peki, içeriği tiyatronun?

Oyunun içeriği 2 yıldır hazırlandığım bir oyun. Yanlış anlaşılmamaya çalışmak için de çok uğraştığım bir oyun, çünkü çok hassas bir konu. Düşünce suçunu işliyorum oyunda. Oyunun ilk gösterimine kadar, herkese bir katil izlenimini verdim, herkes katil sanarak geldi ve oyunun sonunda şok oldular, böyle bir şeyle karşılaştıkları için. İçerik olarak 18.Yy Fransa’da geçiyor olay, gerçek bir şairin hayatından alıntılar var. Tabi Victor Hugo’nun eserleri çok fazla bana ışık tuttu. Güzel bir içeriği var. Şunu söylemek gerekiyor; Avrupa’ya çok özeniyoruz, yani Avrupalılara, Avrupalılık gibi. Şunu göstermek istedim; bizim her konuda aslında daha fazla ileri görüşlü olduğumuzu, fakat bunu çok iyi yansıtamadığımızı, Avrupa’nın da çok eksik yönleri olduğunu, hatta sanatçıları katledecek kadar acımasızca olduklarını göstermek istedim. Fransa denk geldi, Fransa oldu ama, bütün ülkelerde bu durumlar var. o yüzden bir kere daha bu ülkede olduğum için çok mutluyum, bu ülkenin bir ferdi olduğum için mutluyum.

Devletle birlikte mi yürütüyorsunuz projeyi?

Belediyelerle daha çok çalışıyorum. Evet devlete bağlı kurumlar. Neden onlarla çalışıyorum? Çünkü olanak larını kullanmamız gerektiğini düşünüyorum. Özellikle buradan gençlere de öğüt vermek gerekirse, ardımdan gelen kardeşlerimi fikir olsun, sonuçta bu belediyeler bizim verdiğimiz vergilerle dönüyor ve büyük imkanları var. Büyük sanatçılar da orada işler yapıyor, hem onların tecrübesinden bir şeyler kazanmak, hem o imkanları sonuna kadar kullanmak hakkımız. Biz bu ülkenin vatandaşıyız, her şeye vergi veriyoruz. O vergilerle dönen bir kurumda da, bu imkanları kullanmak çok önemli. Ben her zaman bunu söylüyorum; sanat açısından belediyenin imkanlarını kullansınlar, sokakta boş geçeceklerine, o devletin kurumlarına girsinler, almıyorlarsa onlarda benim gibi otursunlar ben burada sanat yapacağım desinler, bir şekilde alırlar zaten.



İlk nerede gösterime açıldı? Ve nelere kadar ulaşmayı düşünüyorsunuz?

İlk olarak Ataşehir Belediyesi sponsorluğunda yapıldı, Mustafa Saffet Kültür Merkezinde. Önemi benim için çok büyük, çünkü çocukluğumun geçtiği mahallede oldu oyun, çok duygulandım, çünkü yıllar önce hayalini kurduğum bir şeyi gerçekleştirdim. Şimdi 21 aralık da Avcılar Barış Manço Kültür Merkezinde var., sonrasında Anadolu’ya gitmeyi çok istiyorum. Hedefimde Çanakkale var, Edirne var, yakın bölgelerde başlayıp sonra Anadolu’ya gitmeyi düşünüyorum. Bütün Türkiye’de bu oyunu oynamayı düşünüyorum. Bu oyun bu senenin oyunu değil, belki de ömür boyu oynayacağım bir oyun olarak kalacak.

Daha önce de, böyle sosyal sorumluluk projelerinin içinde yer aldınız mı? Sizin için ilk mi?

Yer aldım, özellikle Üniversite döneminde. Bir cafesinde bir proje başlattım, ekibimle birlikte. Sonrasın da bu geleneksel hale geldi, şuan devam ediyor okulumda. Aynı zamanda insanlar da bunu kullanmaya başladı. Nedir bu? Bir konsere gelirken bilet yerine kitap getirin. Bunu Türkiye’de de ilk biz bulduk yani, belgeleri de var, hatta sitesi de var bende hala. Sosyal sorumluluk projelerine ilk bu şekilde giriş yaptım. Sonrasında şunu sosyal sorumluluk yaptım okulda; Yılbaşını kutluyorlar biliyorsunuz, aslında bizim geleneğimizde var mı bilmiyorum yılbaşı ama yeni yılı kutlamak olarak söylüyorum. Onu engelli çocuklarla kutlayarak, bunu gelenekselleştirdik. Okulumuzda her sene İstanbul Aydın Üniversitesinde Yılbaşı engelli çocuklarla kutlanır. Mimarı da biziz yani.

Hikayenin özelliği bir düşünce suçlusunu anlatıyor olması mı? Tek kişilik bir oyun ve 18. Yy Fransa’da geçiyor. Bu konuyu siz kendiniz mi seçtiniz?

Evet, ben seçtim. Bizim tiyatroda şu vardır; en azından bana öğretilen o, çok iddialı konuşmayayım da. Bir konu hakkında bir derdin varsa bir oyun yazarsın, bir şiir yazarsın. Sanatta böyle bence, ben de şunu düşündüm; o dönemi çok yakından izledim, araştırdım, çünkü o dönemi bilmeden oynayamazdım ve ilgimi çekti. Sonrasında bunu oyun yapmaya karar verdim ve bir suçlu mahkumun neler hissettiğini görmek istedim, sınırlarını görmek istedim, kendimdeki sınırları. İlk başta bu karakterden nefret ettim bu arada, hiç sevmedim yani, dedim ki! Ya ben bir suçluyu savunacağım, bu bir düşünce suçlusu da olsa sonuçta bir suçlu dedim. Sonra aslında bazı suçların, bunlardan bir tanesi düşünce suçu, karşısındaki suçluyu tanıyarak niye bu suça yöneldiğini araştırmanın gerekliğini anladım. Tabi bazı konularda hiçbir tavizim yok. Özellikle tecavüzlerde, bu tarz şeyler de hiçbir şekilde ben savunmuyorum. Küçük bir ipucu vereyim oyundan. Dayak yiyen bir kadın var, her gece kocasından dayak yiyen bir kadın. En sonunda kadın kocasını öldürüyor, kendini asıyor. Bunu da düşünmek lazım. Herkese hemen suçlu demek çok doğru bir şey değil, insanın ne yaşadığını çok iyi bilmek lazım, ama dediğim gibi bazı konularda çok katıyım. Aslında tek kişilik bir oyun değil, çünkü fon oyunculuğu kullanıyorum. Fon oyunculuğu da şöyle bir şey, gölge oyunu var oyunun içerisinde, iki tane karakter var gölge, onlarda var o yüzden üç kişi oynuyoruz oyunu. Onların da isimlerini söyleyeyim de, onlarında ismi geçsin. Biri Fatih Çağlar ve Emel Söğütçü onlara teşekkür ediyorum. Tek kişilik bir oyun gözüküyor ama 12 kişilik bir ekibin olduğu bir oyun.

Tiyatroyu hayatınızın neresine koyuyorsunuz?

Ben tiyatroyu hiç sevmezdim itiraf etmek gerekirse, çünkü bana yapmacık gelirdi. Meğerse izlediğim olaylardan dolayıymış, eski tarzda tiyatrolar da çok yapmacık hareketler, ses tonunu değiştirerek komiklikler yapmalar. Bu hareketler bana çok yapmacık geliyordu, sonra bir 10 Kasım günü Nazım Hikmet’in bir oyununu izledim. Yolcu diye bir oyun, devlet tiyatrosunda. Çok etkilendim oyunculuklardan, tiyatroyu daha derinlemesine araştırdım. Araştırdıkça tiyatronun doğal bir şey olduğunu öğrendim ve hayatımın artık tam orta noktasına yerleşti. Müzikle ifade edemediğim şeyleri, tiyatroyla ifade eder hale geldim. O yüzden hayatımın tam orta noktasında şuan.



2015 yılında ‘Defol – Gel’ adlı bir kitap yazdınız. Kitabın içeriğinde neler yer alıyor?

Bu kitabı nasıl bir ruh haliyle yazdıysam? Şuan okuduğumda kitaptan gerçekten ürküyorum, şuan hiç o ruh halinde değilim. İçerik olarak bir adamın hayattan bıkmışlığını, bir sabah kalkıp farklı bir adam olarak hayatını bir gün boyunca geçirmesini anlatıyor. İçerisinde yaşlanmış haliyle karşılaşıp, onunla yüzleşmesi var. Güzel bir kitap oldu, biraz Franz Kafka etkileri de var.

Hedeflerinizin arasında neler yer alıyor? Yeni bir kitap, farklı bir oyun veya radyo kanalı?

Tabi oyun çok fazla var! Proje. Şuan da bir müzikal hazırlığımız var bu arada, o da sosyal sorumluluk olacak, ama şöyle olacak; engelli öğrencilerle ya da işte engelli insanlarla, normal insanlar iç içe tiyatroyu izleyecekler. Bizim milletimizde onlara karşı bir korku ve çekim var maalesef! Bilmiyorlar nasıl davranacaklarını, birlikte bir sanat paylaştıkları zaman çok büyük bir haz alacaklarını düşünüyorum. Böyle bir projem var müzikal için. Bunun dışında kendi öğrencilerimle yapacağım yeni bir komedi formatı var, TRT için bir proje hazırlıyoruz, bir müzik enstrümanlarını tanıtan bir proje. Onun dışında ileride en büyük hedefim diye düşündüğüm, odaklandığım bir sahne açma fikrim var. Tamamen sanat kokan, belki bana maddi anlamda çok yardımı olmayacak, belki batacağım, ama en azından hayalimdekini yapayım diye, sanatın olduğu yazarlık atölyeleri, sizi de beklerim, belki ders verirsiniz orada, neden olmasın.
Yazarlık atölyelerinin olduğu, insanların gelip çayını içerken sanat yaptığı, hiçbir kötü alışkanlığın içeride barınmayacağı bir yer yapmak istiyorum.

Tiyatro eserlerinizin arasında en çok öğreticiliğe mi önem veriyorsunuz? Önemli olan akılda kalmak mı?

Öğreticilik. Yapacağın bir eser sadece ha ha, hi hi olduğu zaman, ya da ağlattığı zaman hiçbir şey ifade etmiyor benim için. O yüzden biraz zor anlaşılıyor oyunlarım. İnsanların kitap okumasını bekliyorum oyuna gelmeden. Mesela 18 Yy bilip gelirse oyuna daha iyi olur diye düşünüyorum, çünkü tiyatro dediğin şey bir saat sürüyor, tek kişilik bir oyun ve ben bir saatte 18 Yy anlatamam. Aynı şey Yunus Emre için yazdığım oyunda da başıma geldi. Tasavvuf oyunu, tasavvufu bilmeyen bir adam anlayamadı zaten, olsun önemli olan bazen hissetmektir. Ben oyunların öğretici olması gerektiğini düşünüyorum ama en çok da hissiyat olarak onları etkilemesi gerektiğini düşünüyorum. Farklı teknikler kullanıyorum zaten, sinema da okuduğum için, ayrıntıcıyım baya. Akılda kalma konusuna gelince, benim için oyundan bir cümle alsa, hayatına uygulasa yeter, yoksa bütün oyun aklında kalsın gibi bir şey değil de, zaten oyunu da ona göre yazıyorum, oyunun öyle bir noktası oluyor ki! Bir cümle söylüyorum ve oyunu aslında tamamen anlatıyor.

İlk kez sahneye çıktığınızda eyvah! Şimdi ne yapacağım? Dediniz mi? sahnenin perdesi açıldığında sizi canlı canlı izleyecek sayısız insan, hatırladıklarını bile unutursun.

Doğru. Tiyatro için konuşursam, müzik çok eskiye dayanıyor da tiyatro için konuşayım. Gerçekten çok tuhaftı ya! Çünkü müzikte kendinsin ama tiyatroda başka bir adam olarak oradasın. En büyük baskı zaten tanıdığın insanların izlemesi, o yüzden tanıdığım insanları hep arkaya oturturum, görmeyeyim diye. Şimdi düşünsenize, sahneye çıktınız anneniz orada, size gülümsüyor, (güler) çok değişik bir duygu yani! Ama tanımadığım bir insan olunca daha rahat oluyor. Neler hissetmiştim ilk çıktığımda? Çok heyecanlanmıştım, şimdi de çok heyecanlanıyorum ama bu heyecanımı olumlu yönde yansıtıyorum. Heyecanımı tutuyorum ama oyunun içinde o heyecanımı tutuyorum. Nerede kullanıyorum? Çok heyecanlı bir sahnem vardır, gerçekten doğal olarak o sahneye yansıtmış olurum böylece oyun içerisinde. O şekilde teknik geliştirim kendime.

Sarsılmaz ilkeleriniz var mıdır? Oyunlarınız için bir tiyatro açmayı düşünüyor musunuz?

Tabi ki! Kriterlerim var, kötü alışkanlıkların olmadığı bir yer olmasını umuyorum. Çünkü ben bir eğitmenim ve bir eğitmenin de daha doğrusu bir öğretmenin, hayatına dikkat etmesi gerektiğini düşünüyorum, bir sanatçının da öyle. Bu ülkede büyük bir kesim çocuklarını sanata yönlendirmiyorlar, yıllardır Türk filmlerinde izledikleri sanatçı karakterler yüzünden. İşte şarkı söyleyen kötü yola düşer, tiyatro okuyan şöyle olur, müzik yapan böyle olur düşüncesi yüzünden bu ülkenin% 80’i çocuklarını haklı olarak ya da sanat dallarına yönlendirmiyorlar. Bence ilk önce kendimizi eleştirip bunu yıkmalıyız. Bu yüzden olmazsa olmaz kriterim; kesinlikle kötü alışkanlıklardan uzak durmak. Sigara bile benim için kötü alışkanlıktır, gerisini siz düşünün. O yüzden öğrencilerime de ‘ oğlum sigara içmeyin, şunu yapmayın’ dediğim zaman, kendim yapmamalıyım ki, onlara yansıtayım. Kendi oyunlarımın olduğu bir yer açmayı tabi ki düşünüyorum. O zaman işte bu işin sınırı yok, devamlı yeni oyunlar üretmek ve farklı bakış açılarıyla bunları sahneye koymak düşüncem var. Tiyatro sahnemde klasik bir sahne olmayacak, kafamda planladığım çok değişik bir şey var; havada oynayacağız oyunu. O kadarını söyleyim de daha fazlasını söylemeyeyim.
Gerisi sürpriz olsun!

Tiyatrodan televizyon ekranlarına giden bir maceranız olacak mı? Televizyon oyunculuğunu düşüyor musunuz?

Çok denemelerim oldu ama başarılı olamadım herhalde sebebi de şu: tiyatro oyunlarım çok edebiydi benim ilk başta, ilk odeyşına girişimde elime bir metin verdiler, o kadar saçma bir muhabbet vardı ki! Yapamadım yani. Bana göre ucuz geldi o, çünkü edebiyatın içinde bir adam olduğum için yapamadım. Sonra dedim ki biraz tarihi bir şey olsun. Yakın zamanda çok önemli bir dizinin odeyşınına gittim, orada da yapamadım ya! Bilmiyorum. Dizi bana göre değil, ama sinema için öyle düşünmüyorum. Sinema için 10 dakikada hazırlanmıyorsun, sana biraz daha fazla süre veriyorlar.

Hayalini kurduğunuz bir oyun var mı?

Var! Hayalini kurduğum çok güzel oyunlarım var. 30 yaşına girdiğimde Don Kişot’u oyununu yapacağım, Allah nasip ederse… Onun dışında Sefillerin müzikalini yapmak istiyorum, Victor Hugo aşığı bir adam olarak, Sefiller müzikali yapmak istiyorum. İkisi şuan çok ön planda benim için.

Aynı zamanda kitap yazıyorsunuz. Bu boş zamanlarınızda sizi rahatlatan bir mola mı? Yoksa kitap yazmak ve istediğiniz hikayeleri romana dökmek meslek olarak yaptığınız bir şey mi?

Kitabı aslında yazayım diye oturmuyorum hiçbir zaman. Küçük küçük şeyler yazarım, dediğiniz gibi kendimi rahatlatmak için ya da o gün çok nemli bir olay yaşamışımdır, özlemim olmuştur o komuyla ilgili onu da bir köşeye not alırım. Sonra onları bir kitapta topluyorum. Hadi bakalım bir kitap yazalım değil de, kafama estikçe. Kitap beni çok yoruyor! Mesela bu kitabın yorgunluğu hala var üzerimde, çünkü sadece buna odaklanıyorsun ve yazıyorsun yazıyorsun yazıyorsun. Bu arada çok az yazmayı seven biriyimdir ben, çok böyle uzun metinler kullanmayı sevmiyorum. Hikayeden çok şiir ama şiir kitapları çok ilgi görmüyor. Ucuz aşklar yazmazsan. Ben de ucuz aşkların adamı değilim yazamıyorum. Kısacası zor oluyor benim için kitap süreci… Bir kitap daha düşünür müyüm? Sanırım yapmak zorundayım.

Bu güzel sohbetin ardından, geriye güzel birkaç cümle bırakmak ister misiniz?

Size çok teşekkür ediyorum. Güzel bir sohbet oldu, çok güzel sorular hazırlamışsınız. Önemli birkaç cümle söyleyeyim ya, herhalde sanata bakış açım bu benim. Bunun için mücadele ediyorum hatta. Buradan bütün arkadaşlarıma, küçük kardeşlerime veya benden büyüklere, sanat için bir şeyler yapmak isteyenlere sesleniyorum! Hiçbir zaman vazgeçmeyin, hayalini kurun önce, onu bir yere koyun onun için ne yapmanız gerektiğini düşünün ve onurlu bir şekilde o yolda yürüyün. Hiçbir şekilde taviz vermeyin! Ne düşüncenizden, ne hayat görüşünüzden. O zaman kazanan siz olacaksınız zaten.

 

 

Röportaj: Gizem Yıldız