Şairin sözünü ettiği o zamanlar çoktan geçmişti, bazı hayatlar dışında ucuz hatta bedava bir şey kalmamıştı neredeyse; oyuncaklar da pahalıydı

Şairin sözünü ettiği o zamanlar çoktan geçmişti, bazı hayatlar dışında ucuz hatta bedava bir şey kalmamıştı neredeyse; oyuncaklar da pahalıydı ve üstelik çocukları sevmeyenler de oyuncak dükkânları açıyorlardı artık. Beklemeye alışmış çocuk -ismi Kerem’di- eski mi eski bir otobüsten inen yaşlı babasının yine oyuncak getirmediğini görünce gözleri doldu ama ağlamadı, o kadar ağlamıştı ki. Belli ki hiç oyuncağı olmamış bir babanın onu anlamadığını geç de olsa öğrenmişti.Şairin sözünü ettiği o zamanlar çoktan geçmişti, bazı hayatlar dışında ucuz hatta bedava bir şey kalmamıştı neredeyse; oyuncaklar da pahalıydı ve üstelik çocukları sevmeyenler de oyuncak dükkânları açıyorlardı artık. Beklemeye alışmış çocuk -ismi Kerem’di- eski mi eski bir otobüsten inen yaşlı babasının yine oyuncak getirmediğini görünce gözleri doldu ama ağlamadı, o kadar ağlamıştı ki. Belli ki hiç oyuncağı olmamış bir babanın onu anlamadığını geç de olsa öğrenmişti.Elinde içi karpuz, domates, ekmek vs. dolu poşetlerle eve yürüyen babasına bakıp dudaklarını kanatırcasına ısıran çocuk, kasabanın tozlu sokaklarında akşama dek dolaşıp ne verilse onu alan, yıkıldı yıkılacak bir evde tek başına yaşayan yaşlı bir kadının etrafına toplanmış çocukları görünce gidip karıştı aralarına. Asıl ismi Sultan olan kadına deli gözüyle bakıldığından ahali korkuyla karışık bir saygı duyar, kadir bilirdi. Kuşları, bilhassa güvercinleri çok sevdiği ve hep uçmaktan bahsedip havaya baka baka yürüdüğü için Melek derlerdi ona. Evin önündeki dut ağacının altına toplanmış çocuklara gene tuhaf bir şeyler anlatıyordu Melek Sultan. Sessizce bir köşeye ilişen çocuk, oyuncak lafını işitince tüm dikkatini anlatıcıya verdi. Bizler Allah’ın oyuncaklarıyız, dedi o iri gözlerini Kerem’in yüzüne diken Melek. O, Âdem Baba’mızı çamurdan yarattı ya, bir oyuncak gibi. Sonra ruhundan üfledi ki, çamur canlandı, bizim gibi insan oldu. Hayretlerinden gözleri fal taşı gibi açılan çocuklar -en çok da Kerem şaşırmıştı- önündeki toprağı bir araya getiren Melek’in bakır tastaki suyu üstüne döküp çamur yapışına baktılar. Daha çok Kerem’e bakarak çamura şekil vermeye başladı Melek; sus pus olmuş çocuklar, yavaş yavaş âdeme dönüşen balçığa hayran hayran bakarken işte oldu, deyip sureti gösterdi çocuklara. Ne kadar güzel oldu, dedi çocuklar hep bir ağızdan. Güzel değil mi, dedi Melek, Kerem’e bakıp. Bu oyuncak da canlanır mı Melek, diye tuhaf bir soru sordu üzüntüsü hafifleyen çocuk. Eğer gönülden dua edersen niye canlanmasın, dedi Melek. Sonra durup dururken balçığı bozup girdi içeri, kapıyı sürgüledi. Çocuklar, Melek’in deli hallerini bildiklerinden sessiz sedasız dağıldılar. Bir tek Kerem kalkmamıştı yerinden, Melek’in anlattıkları aklını başından almıştı. Öylesine dalıp gitmişti ki, ne bir bir evlerine giden çocukları görmüştü ne de kapıyı açıp bir hayalet gibi her zamanki yerine geçen Melek’i. Dut ağacının altındaki sedire oturduktan bir süre sonra gözlerini kapayıp bir sağa, bir sola sallanmaya başlayan kadını ancak çoğunu anlamadığı kelimeler işittiği vakit fark edebildi çocuk. Hem sallanıp hem de sihirli kelimeler fısıldayan saçı başı dağınık kadının bu garip hallerini çocuklar her ne kadar bilseler de böyle anlarda gene de korkarlardı. Bu dans aslında Melek Sultan’ın her gün akşama yakın tekrarladığı bir çeşit ayindi ve bu tarafla alakası yoktu, kesinlikle mana âlemine aitti. Yalnız bugünkü dansta bir başkalık vardı, Melek yalnız değildi bu defa.Korku ve merak birbirine karışmış, olduğu yerde öylece duran Kerem, nefes dahi almadan Melek’i seyrederken hu… deyip gözlerini birden açan kadının rengi belirsiz gözleri karşısında ne yapacağını bilemedi. O kadar korkmuştu.  Ama o yere göğe sığmayan korkusu yok olup gitti ansızın. Gülmüştü çünkü Melek Sultan.Kerem olasın, dedi çocuğun yüzüne bakıp. Sen niye gitmedin evine, gün iyice alçalmış? Derin bir nefes aldı çocuk ve çamura bakıp konuştu:Sahiden de canlanır mı Melek? İnsanları hele de çocukları o kadar iyi tanırdı ki, onların akıllarından geçenleri bile okurdu, okuryazarlığı olmayan Melek. Elbette çocuğun da derdini anlamıştı. Yerinden ağır ağır doğrulup çamurun başına oturdu, fısıldadı çocuğa: Gönülden dua edersen… Tastaki suyu kurumuş balçığa döküp şekil vermeye başladı ve gölgeler kaybolurken bir âdem yaptı yeniden. Göz gözü görmüyordu ama ne gariptir ki, Melek’in yaptığı âdemi gün gibi görüyordu çocuk.Haydi evlat, dedi karanlıktan gelen Melek’in sırlı sesi. Dua et de canlansın şu garip âdemcik. Ellerini açtı, başını yeni yeni parlamaya başlayan yıldızlara kaldırdı ve gözlerini kapadı Kerem. Ol, ol... oldu, diyen Melek’in sesini işitti sonra, açtı gözlerini ve karşısında canlanmış Âdem’i gördü. Karanlığın ortasında ayakta duruyor, şaşkın şaşkın bakıyordu etrafına. Öyle toprak kokuyordu ki, yağmur yağarken sırf bu kokuyu duymak için az ıslanmamıştı Kerem.Hayretten aklı başından giden çocuk, korkuyla elini uzattı Âdem’e ve avucuna aldı onu. O esnada bir kapı sesi işitti. Gitmişti Melek Sultan.Oyun oynayalım mı, diye soran Âdem’e iyice yaklaşıp baktı ve onun kendine ne denli benzediğini gördü. Korkmadı hiç. Usulca kalkıp ay altında Âdem’le çıktı yola ve yürüdü.       Bayramın buğusu çocukların üzerindedir hâlâ. O nedenden lafı fazla uzatmayayım. Bu haftaki yazı, öykü, oyuncaksız çocuklara gelsin.Haftanın kitabı: Oyuncak Müzesi’nin kurucusu Sunay Akın’dan ‘’Kırdığımız Oyuncaklar’’ kitabı. Hâlâ iyi bayramlar…