Şerif Mardin bundan birkaç sene önceki Türkiye ziyaretinde ortaya attığı bir kavram vardı. “Mahalle baskısı” Bunun toplumda yansıması ise dah

Şerif Mardin bundan birkaç sene önceki Türkiye ziyaretinde ortaya attığı bir kavram vardı.
“Mahalle baskısı”
Bunun toplumda yansıması ise daha doğrusu var olan şekli ise “Ne derler” düşüncesidir.
Toplumumuzda bir yara gibi var olan “ne derler” insanlar üzerinde büyük baskı aracı haline gelmiş durumda.
Bizde ki mahalle baskısı bu kavram aslında.
Toplumun şehirleşmesi ve modernleşmesi (!) var olan tüm değerleri silip süpürürken yerine ne derler kavramını yerleştirdi.
Komşu ne der acaba?
Akrabam ne der?
Arkadaşım ne der?
…………..
Halbuki yapılacak yanlış şeylerde komşu, arkadaş, akraba gibi kavramların yerine “Allah ne der” kavramını yerleştirseydik çoğu şey çözülürdü aslında.
Ne derler düşüncesi bizi esir almış, farkında değiliz... Asıl hesap verilmesi gereken makamı unutmuş, insanların ne diyeceklerine odaklanmış durumdayız.
Ama biz bunun yerine kendimize göre bir kılıf bulup, minaremizi de onun içine sakladık güzelce.
“Değerlerimiz” dediğimiz şeyleri hep eskilerde arayıp derin “offf” çekişimiz o günleri özlediğimizin en net göstergesi aslında.
Eskiden değerlerimiz bizim her şeyimizdi. Kapkaranlık medeniyetlerin ortasında değerlerimizle pırıl pırıl parlıyorduk.
Neden kaybedildi değerler.
Eskiden ne haldeydik diyenlere sormalı; ne oldu böyle?
Cilalı boyalı sırça saraylı evler gibi dışı muhteşem içi göçtü göçecek yapılar gibiyiz.
Acaba değerlerde sorun mu vardı ki bu kadar kısa sürede darma dağın oldu.
Eskiden ayıplanan, dışlanan, suç sayılan birçok şey nasıl bu kadar hızlı hayatımıza girip normalleşmeyi becerdi.
90’lı yıllarda okullarda “değerler eğitimi” diye bir dersten haberi olan var mı mesela?
Yoktu.
Çünkü bu değerler toplum içerisinde birbirine aktarımı sağlanabiliyordu.
Bu değerlerin kaybedilmesin de başta söylediğimiz mahalle baskısının önemi çok büyük aslında.
Toplumda meydana gelen olumsuz durum ve davranışlar yavaş yavaş bütün topluma sirayet etmeye başladı.
Sonra o davranışı yapmayanlar “ne derler” baskısıyla aynı noktaya çekildi.
“Komşunun çocuğu şunu yapmış bizim ki geri mi kalsın canım.”
“Falanca akrabanın çocuğu şöyleymiş bizimkinin neyi eksik canım”
Bu tür garip yaklaşım ve söylemler hem çocukları baskı altına aldı hem de toplumun psikolojisini bozdu.
----
Eskiden insanların hayatlarında bugün ki kaygıların çoğu yoktu.
Nimet az, şükür çok buna karşılık huzur boldu.
Şimdi ise nimet çok, şükür az ve en sonunda huzur da kayboldu.
Herkes birbirinden korkar hale geldi.
Selamlaşma gibi değerlerimizin yerlerinde koca boşluklar oluştu.
Ve oluşan boşluklar insanları da içine çekti. Böylece toplumsal depresyon yaşamaya başladık.
Bırakın insanların birbirine selam vermesini düşman gibi bakmaya başladılar.
Komşusu açken kendisi tok yatma dönemi zaten çoktan tarihin tozlu sayfalarında yerini almaya başladı.
Şimdi Ramazan ayına gireceğiz nasipse, gider Sultanahmet’te bir iftar açarız, bir günde Eyüp Sultan da iftar sonra kirlerimizden ve vicdanımızdan arınır ak pak oluruveririz.
Mekânın uhuvvetiyle vicdanları bastırmak cabası. Elalem gidip teey oralarda iftarlarını açarken bizim neyimiz eksik onlardan.
İftar sonrası da o kadar kaloriyi eritmek için belediyelerimizin üstün hizmetlerine (!) yakışır şekilde vur patlasın çal oynasın dedik mi başımızı yastığa rahat bir sonraki iftara kadar.
----
Anneye, babaya, büyüklere, kurda kuşa ve nimete saygı vardı.
Doğan Cüceloğlu bir seminerinde yere bir parça ekmek koymuş ve "Bu ekmeğe basabilecek birisi var mı?" diye sormuş salondakilere.
Hiç ses çıkmamış tabii.
"Sahneye gelip bu ekmek parçasına basana 100 dolar vereceğim" diye devam etmiş.
Salondan yine çıt yok...
Fiyatı artırarak 5000 dolara kadar getirmiş. Bu sırada salonda bulunanlardan birisi, "Hocam, istersen 500 bin dolar ver, yine bize o ekmeği çiğnetemezsin, boşuna uğraşma!" demiş.
Doğan Cüceloğlu, "İşte değerler eğitimi budur" diye noktayı koymuş...
----
Parayla bile olsa ekmek çiğnetemediğimiz insanlarımız bugün ne halde acaba?
Yerdeki ekmeği bile çiğnemeyen vicdanlara sormak gerek; Bugün çiğnediğimiz değerleri görmüyor musunuz ya da görüpte bastırılmış vicdanlarımızdan artık ses mi duymuyoruz?
Kul hakkını nasıl yiyoruz, işçinin hakkını gasp etmeyi nasıl bünyemize sindirmeyi başardık? Devlet malı kirlenmesin diye ayakkabısını çıkarmak isteyen madenciyi neden alkışlıyoruz?
Halbuki bizim değerlerimize göre normal bir şeydi o. Ama o bile bize çok büyük bir olaymış gibi gelmeye başladı.
Aynı kişi aslında o ekmeye basmamasını veya o sedyeye ayakkabıyla yatmaması aslında ne derler düşüncesiyle değil Öz değerleriyle izah edebiliriz.
Aldığı değerler gereği tek başına ikende toplum içindeyken de aynı davranışı gösteriyorsa bir değere sahiptir demektir. Çünkü kalabalık içinde yaptığınız çoğu davranış sizin davranışınız değildir. Esas mesele sizin tek başınıza olduğunuzda yaptıklarınızdır.
Eğer her ikisi de uyumluysa sağlam ve iradeli bir nesil ve toplum var demektir.
Çünkü para yokken, imkân yokken “ben şunu yapmam, bunu yapmam” demek kolay, mesele o imkanlara ulaşınca ne yaptığımızdır.
Son dönemde okullarda (hatta reklam amaçlı artık yapılıyor) “Değerler eğitimi” ifadesini duymaya başladık. Ki bu çocukların değerlere ait durumları yüzeysel de olsa öğrenmesi bakımından önemli. Ama toplumumuza baktığımızda “Ne derler” daha baskın durumda.
Çevrenizdekiler eğer doğru insanlar ise kurtulma ihtimaliniz yüksek, ama yanlış kişilerle beraberseniz ve onların ne dediği önemliyse bu sizin için iyi sonuçlar getirmeyecektir.
Herkese verilen her nimetin hayırlı olması dileğiyle….