Beyin; İnsan beyni ortalama 1.5 Kg. dır. Ve yaklaşık Yüz Milyar’a yakın sinir hücresine sahiptir. Yaşama yönelik her şey orada olup, bitiyor. Ge

Beyin;
İnsan beyni ortalama 1.5 Kg. dır.
Ve yaklaşık Yüz Milyar’a yakın sinir hücresine sahiptir.
Yaşama yönelik her şey orada olup, bitiyor.
Gerisi uygulayıcı…
Aslında beyin dışındaki hiçbir organın görev dışında ruhu da yok.
Ölüm de, ruhun beyni terk etmesi zaten.
Örneğin;
Karaciğer’in ruhu yok,
Böbreklerin ruhu yok,
Saçların, kirpiklerin, gözlerin…
Ve hatta kalbin bile ruhu yok.
Dopamin nedir?
Vücutta doğal olarak üretilen bir kimyasaldır.
Beyinde dopamin reseptörlerini aktive ederek nörotransmiter olarak görev yapar.
Aşk’ın bir adım öncesi…
Sıradan bir günde, sıradan bir insanın herhangi bir yerde gördüğü bir başka insan karşısında beyninde ‘elektrokimyasal bir değişim’ başladıysa artık Nörolojik bir süreç de başlamış demektir.
Bu süreç sonucunda;
Dopamin, Feniletilamin gibi başlıca sinir iletişiciler beyninde dolaşmaya başlar.
Amaçları; ‘Aşık olma hissi’ni beynin her tarafına ulaştırmaktır.
Kişi’nin içini garip bir mutluluk kaplar, başı döner…belki midesi bulanır, tansiyonu bozulur…
Bu son derece doğaldır,
Çünkü beyinde dopamın seviyesi anormal şekilde yükselmiş,
Kişilerin ruh halini düzenleyen 'serotonin' hormonunun miktarı birden düşmüştür.
Ve artık ‘Tek kişilik Aşk’ başlamıştır.
Aynı kimyasal değişimler karşı cinste de olmuşsa, ne ala…
Olmamışsa;
Ya olması için mücadele edilecektir,
Ya da uzun, zahmetli, zor bir yolculuğun başlangıcı demektir.
Aşk kalpte değil, beyindedir…
‘Kalpten seviyorum’,
‘Kalbimi çaldı’,
‘Gözler, kalbin aynasıdır’…gibi aşkı anlatan sözlerin hiçbir bilimsel alt yapısı yoktur.
Bu tür sözler yukarıda bahsettiğimiz kimyasal değişimler sonucu kişilerin yaşadığı fiziksel sıkıntılardır.
Çünkü bu durumda kalp daha çok kan pompalamak zorundadır ve bu nedenle zorlanmaktadır.
Halk, şairler ve aşıklar yeterince bilgi sahibi olmadıkları için bu kalp zorlanmasının aşktan kaynaklandığını zannetmiş ve böyle demişlerdir…
Çünkü;
Sağlıklı beyni olmayan kişilerin sağlıklı aşkları da olamaz.
Sağlıklı beyinleri olmadığı halde sağlıklı aşk yaşadıklarını zannedenler ise aslında;
‘Cinsel sevgi’ denen bir kısırdöngü içerisindedir.
Gerçekte onlar yalnızdır.
Sevgili de değildir, sözlü de, nişanlı da, evli de…
Kandırdığı sadece kendisi, harcadığı sadece kendi hayatıdır.
Yalanlar ve mutsuzluklar…
Bu yalan ve mutsuzluğun sonucunda da;
Binlerce şiddete uğramış kadın,
Binlerce anasız, babasız kalmış çocuk,
Binlerce acı içinde sevmediği / istemediği bir kişiyle evliymiş gibi yaşamak zorunda kalan hasta ruhlu / evli / mutsuz insan,
Binlerce eşini öldüren adam / kadın,
Binlerce eşini aldatan adam / kadın,
Binlerce anası ve babası ayrıldığı için psikolojisi bozulmuş çocuk,
Binlerce mahkeme,
Binlerce kader mahkumu,
Binlerce namus davası sanıkları,
Binlerce Üçüncü sayfa haberleri, gözyaşları, trajediler,
Ve Binlerce harcanmış hayat meydana gelir.
Oysa Aşk nedir?
Aşk, bir başka varlığa karşı duyulan derin sevgi’dir.
O halde Aşk’ın temeli olan ‘sevgi’ye bakmak gerekir.
Sevgi nedir?
Sevgi kuramının kurucusu Psikanalist Eric Fromm’dur.
Fromm’a göre sevgi ; ‘Kişideki aktif ve yaratıcı gücün kaynağı, bir enerji’dir.
‘Yaratıcılıkla sevmeye ise; sanat’ demektedir.
Freud ise; Sevginin her türlüsünün kaynağının cinsellik olduğunu öne sürer.
Sevgi çeşitleri…
Erich Fromm ise sevgiyi biyolojik kaynağı ne olursa olsun beş türde sınıflandırır.
Bunlar;
1) Kardeşçe sevgi;
Bu, sevginin en temel türüdür. Diğer bütün türlerin içinde yer alır.
2) Anaç sevgi;
Annenin çocuğuna duyduğu koşulsuz sevgidir.
3) Cinsel sevgi;
Karşılıklı koruyuculuk, onaylama davranışlarını içerir. Diğer türlerden en belirgin farkı, cinsel sevgide eşitlik anlayışının olmamasıdır. Özellikle erkek canlı türleri çok eşlilik davranışı gösterse de, bu hormonlardan kaynaklanmaktadır.
4) Öz sevgi;
Öz sevgi, diğer bütün sevgi türlerinin ön koşuludur. Kendini sevmeyen başkasını sevemez
5) Tanrı sevgisi;
Sevme ihtiyacının temeli, felsefi düzeyde varlıktan izolasyondan, psikolojik düzeyde dış dünyadan ayrı kalmaktan uzaklaşma deneyiminden kurtulma isteğidir.
Bilimsel olarak Aşk…
Aşkın ve sevginin hormonlarla da ilgili olduğu kanıtlanmıştır. Örneğin, annenin
çocuğuna duyduğu karşılıksız, sonsuz sevginin kaynağı doğum sonrası salgılanan hormonlardır.
Bu hormonlar yalnız kadınlarda (ve memeli hayvanların dişilerinde) bulunur ve yalnız doğum sonrası salgılanmaya başlar.
Aşk hormonu…
Aşk olarak tanımlanan ve karşı cinse veya hemcinse duyulan tutkulu sevgide farklı hormonlar görev yapar. "Aşk hormonu" olarak tanımlanabilen tek bir hormon henüz bulunamasa da yapılan çalışmalarda bir deneğe aşık olduğu kişi gösterilince kanında mutluluk hormonu, cinsel istek hormonu, stres hormonu ve adrenalinin arttığı tespit edilmiştir.
Biyoloji’de Aşk…
Biyolojiye göre aşk tüm hayvan ve insanlarda olması gereken ve yaşamın devam etmesi için önemli olan bir duygudur.
Psikoloji’de Aşk…
Psikoloji aşkı bilişsel ve sosyal fenomen olarak gösteriyor.
Psikolog Robert Sternberg bir formülle aşkı açıkladığını savundu.
Psikoloğun aşk üçgen teorisi şöyledir; aşk üç bağdan oluşur.
Bunlar: yakınlık, bağlılık ve tutkudur.
Eğer bu üçünden biri yok olursa aşk da biter.
Sosyoloji’de Aşk…
Aşk, sosyolojide toplum yapısını oluşturan en önemli etkenlerden birisidir. Fakat
bazı aşklar ölümle ve cinayetle sonuçlanabilir. Günümüzde de işlenen namus cinayeti veya aşk için yapılan cinayetler az değildir. Genellikle aşk cinayetlerinin kurbanı kadınlar olur.
Türk Kültürü’nde Aşk…
Türk kültüründe de, dilinde de aşkın etkisi büyüktür. Türk kültüründe aşka olan ilginin artması İslam’ın kabul edilmesi ile başladı. İslam dininin kabul edilmesi ile sofizm akımı yaygınlaştı.
İnsanlar şiirlere önem vermeye başladı. Şairler arttı. Şairler şiirlerinde aşka yer verdi.
Fakat Türk kültüründeki aşk da tıpkı Fars kültüründeki gibi ilahi aşktır.
Tabii sadece ilahi aşka değil kadına, doğal güzelliklere yönelik de şiirler yazılmıştır.
Sonuç; Serotonin yükselir, Aşk biter…
Aşkın zaman zaman insanın 'aklını başından aldığı' zaten binlerce yıldır dile getiriliyor.
Ancak âşıkların neden 'tuhaflaştığını' bilimsel olarak kanıtlamak İtalyan uzmanlara nasip olmuş.
Pisa Üniversitesi'nde yapılan bir araştırmaya göre âşıkların düşünüş ve davranış biçimleri psikiyatride 'obsesif kompalsif bozukluk' denilen bir tür hastalığa yakalananlarla benzerlik gösteriyor.
Obsesif kompalsif bozukluk çekenler gerçek bir nedene dayanmaksızın sürekli bir endişe duygusunun altında yaşıyor ve bu duyguları alt edebilmek için günde yirmi kez ellerini yıkamak gibi takıntılı davranışlar sergiliyorlar.
Buna neden olan ise obsesif kompalsifler de ruh halini düzenleyen 'serotonin hormonu' düzeyinin düşük olması.
Uzmanlara göre âşığın başkalarını bezdirecek kadar sevdiğinden bahsetmesinin ve takıntılı bir yoğunlukta ısrarla onun hakkında düşünmesinin nedeni de bu…
Serotonin düzeyinin bir kaç yıl sonra normale döndüğünü belirten araştırmacılar, bu süre içinde aşkın en büyülü günlerinin de geçmiş olduğunu söylüyor.
Sizin serotonin düzeyiniz ne durumda?