Dört unsur: Toprak, ha

Dört unsur: Toprak, hava, su ve ateş… Esasen bu yazıyı daha erken yazmalıydım, toprak ozanımız Aşık Veysel'in ölüm yıldönümü anısına. Ama bugüne kısmetmiş. Neyse, bir ölümsüz için zamanın hükmü olmadığından hak aşığı Veysel'i anmanın da bir vakti saati yok demektir.


Yalnız ozanımızın toprakla münasebetine geçmeden evvel şu dört unsura bir göz atalım diyorum okur. Evet mi diyorsun yine? Bak, yine içimi bir hoş ettin sevgili okur. Böyle naif, alçakgönüllü ve böyle anlayışlı olman her defasında gözlerimi yaşartıyor. Allah seni inandırsın, yazarken bilmem kaç kere kalemi bırakıp gözlerimin buğusunun dinmesini bekliyorum, kaç kere, Ey velinimetim, sırdaşım okur, iyi ki varsın.


Filozofların, âlemin batıni taraflarını merak edenlerin yani mayalarında merak zerresi biraz fazla olanların buluşu olan dört unsurun hepsi de var tüm mevcudatta. Ateş mesela… Vücudumuzun, kanımızın sıcaklığı, kış günlerinde ellerimizi ısıtmak için buğulanan soluğumuz bu unsurun ispatı değil midir? Zaten canlıların ölümü de gene bu dört unsurun elinden oluyor ve hepsi de boğuyor. Eskiden özellikle kişinin ölümü ağza tutulan bir aynayla kontrol edilirmiş; ayna sislenirse hayat var demekmiş.


Su sonra… Canlıların hatta cansızların da özünde bu unsur var. Hele insan için en temel gereksinim. Elementler içinde ateşten sonra su çok tuhaf gelir bana. Suyun doğası gerçekten de enteresan; en az ateş kadar yıkıcı ama ateşten daha insana yakın sanırım. Ateş temas ettiği eşyayı konuşturur. Ah, şömine başında çıtırtılarla yanan odunlar, ağacın anlaşılmaz hikayesi değil midir? Fakat su hafif bir eğim bulduğunda konuşmaya başlar; hele dağdan taştan akıyorsa çığlık çığlığa haykırır, derken bir hikaye anlatır, çağlayanda ise coşkudan deliye dönmüştür artık.


Ve hava… Şöyle durup derin bir nefes almak, yaşamak ne güzel değil mi? Yaşamak sahiden de müthiş bir şey. Bir düşün ki, en son başını yastığa koymuşsun, Dünya dönüyor, sabah sıcak bir güneş her yanı aydınlatacak; tatsız şeyler de olacak fakat şundan eminsin, ölüm her türlü pis düşünceyi bugün olmasa da yarın silip süpürecek; niyeti bozmuşların, kötülerin cezalandırılması sadece masallarda kalmayacak yani.


Yaz sıcağında serin bir gölete girdin ama derine daldın bayağı; bir şeye takıldı ayağın, telaşlandın; on beş yirmi saniye uğraştın, korktun da kurtardın kendini nihayet. Nefesin bitti bitecek, tam boğulmak üzereyken başını sudan çıkardın ve aman Allah'ım, öyle bir nefes aldın ki… İşte ciğerlerine dolan o hava…


Son olarak birkaç kelam da Aşık Veysel'in toprakla münasebeti üzerine edelim: Benim sadık yarim kara topraktır, dizesini duymayan, bilmeyen yok sanırım. Neden? Mutlak gerçeği bu kadar yalın anlattığı için olsa gerek. Yahu sırf bu mısradan yola çıkarak bir kitap yazılır ki, hayatı tam bir şanssızlıklar komedyası olan ozanımıza sevdiği bile ihanet ettiğine göre güveneceği ne kalmış ki! İşte bu noktadan sonra Aşık Veysel kurtuluşu dört unsurdan belki de en merhametlisi olan toprakta aramıştır ama Veysel'in gene de hayata bağlı olduğunu toprak için kullandığı ‘’kara’’ sıfatından anlarız ki bu sıfat, mecburi yok oluşa bir sitem değil de nedir? Öyle de olsa ozanımız, toprağa sevgisini her mısrada, hayatının her alanında ortaya koyar. Veysel için toprak ana, kadir bilen sevgili, tüm acıları dindirecek huzur yatağıdır. Fazla söze gerek yok. Bir Veysel türküsünü yine onun sesinden dinleyin, ne demek istediğimi anlarsınız. Bir soruyla bitirelim yazıyı: Kıymetli okurum, sen bu dört unsurdan hangisine daha yakınsın acaba? Bir düşün hele.


Haftanın kitabı: Mithat Cemal Kuntay’dan Üç İstanbul romanı… Vallah okumadan olmaz. O halde iyi okumalar.