Birinci kadın: Kaderin ona oynadığı tüm oyunlara her zaman baş eğmiş. Yüzü pek ender gülümseyebilmiş. Her yokluğu, acıyı, çaresizliği, ez

Birinci kadın: Kaderin ona oynadığı tüm oyunlara her zaman baş eğmiş. Yüzü pek ender gülümseyebilmiş. Her yokluğu, acıyı, çaresizliği, ezilip hor görülmeyi kaderinin ona bir cilvesi bilmiş. Böyle öğrenmiş. Yaşam boyu böyle bellemiş. Ne kimselere bir soru sormuş, ne de kendisine herhangi bir konuda soru sorulmuş. Bir sürü kızları olmuş. Bir sürü oğulları olmuş… Ve yıllar sonra da torunları…
O çocuklar büyümüş…
Annelerine benzemişler bazıları. Bazıları ise meydan okumuşlar yetiştirilme tarzlarına. Düzene inat değil mi işte; takmışlar omuzlarına kağıttan kanatlarını… Bilgi denen sarayın görkemli kapısını aralamışlar… Öğrenmiş, sormuş, sevmiş, sorgulamış, yaşamışlar… Kağıttan kanatlar çok dayanıksız görünse bile çocuklar onu çok sıkı tutmuşlar… Hiç Bırakmamışlar…
Sorgulamayan kadın yaşamış gitmiş. Hiç bir harf öğrenmemiş. Erken bir yaşta yaşamı bitmiş…
Çünkü; O, henüz ellili yaşlarının başındayken, altmışlı yaşlarında sanılabilecek kadar çabuk çöküvermiş…Yazgı bu ya, o bağından bahçesinden ve bu hayat pınarından kana kana içemeden, gülemeden erkenden göçmüş gitmiş… Denizi hiç görmemiş misal suyu içilir mi? Tadı nasıldır?
Diye bir sormuş kendine ama bu hevesini de içine gömmüş…
Ölürken bile susmuş…
İkinci tip kadın bu ormanın şanslı kadınlarından sayılırmış. Kudreti varmış… Fakat bu “Kudret” kelime anlamı güç, kuvvet, iktidar anlamında onun bir özelliği değilmiş.
Karıştırmayalım. Onun kocasının adı Kudret’miş.
Kudret ormanın sözü geçen, çok varlıklı bir Eriymiş. Öyle ki; O, parasının, pulunun hesabını bile bilmezmiş. Ormanın derinliklerinde değil tam merkezinde kendisinin olan yüzlerce evden en büyük ve görkemlisin de yaşarmış…
Kudret öyle çapkınmış, öyle çapkınmış ki; En güzel kadınlar onun sevgilisi olurmuş ilk önce… Bazılarından çocukları varmış… Ama işte ilk kadınından asla boşanmamış… Bazen inkar etmiş, bazen bağırıp, çağırıp, üste çıkmış.
Gel zaman, git zaman gerçeği anlamış. Kudret artık iflah olmazmış. Yaş gelmiş, geçiyormuş, çocuklar büyüyormuş.. Boşanmak zaten bunca yıl sonra uygun olmazmış.
Kudret’i özgür bırakmış kadın. İmparatorluğun veliahtları oğulları ile ortak karar almış… Sarayın ana kraliçesi olarak yaşamına devam etmiş..
Artık öyle bir nasırlaşmış ki kadının kalbi bir vakitler yüreğini titreten, Kudret’in düştüğü komik hallere bile aldırmaz olmuş…
Kudret aşka koşmuş. Sevgilisi çok güzelmiş. Kudret ona en son model otomobiller almış. Sarayını kentin en ünlü mimarlarından birine yaptırmış. En pahalı kostümler, estetik cerrahlar artık kadının emrindeymiş.
Kadın Kudretin vereceği davette ne giyeceği, hangi ülkeler de tatil yapacaklarını planlar eğlenirmiş. Bu sükse dolu hayatından çok memnun görünürmüş.
Anımsamak istemediği geçmişi ve anılarından sık sık kaçarmış…
Geçmişinin de ihtişamlı geçtiğini, bir prenses gibi büyütüldüğünü Kudret’in parasıyla onu çıkardığı sosyete dergilerinde olabildiğince ballandırarak anlatırmış. Anlattıklarına en çok kendisi inanırmış.
Kudret’e boşan dememiş. Anlaşma böyleymiş. Ama o, tüm akıllı kızlar gibi ne yapacağını bilmiş.
Zamanla güzel bir şehzade vermiş.
Ancak Kudret bu ya yine rahat durmaz, hercai bir kelebek misali o daldan, bu dala atlar dururmuş…
3 Tip Kadın Kudret’in her kendisini aldatışını duyduğunda Kudret ona mutlaka geri dönermiş.
Kadına aldığı pırlantaların karatı da tabi her seferinde artarmış.
3. Tip Kadın yalnız ama lüks köşkünde mutlu mesut zamanını böyle harcarmış.
Aslında Kudret çocuksu bir adammış, yardım etmeyi de severmiş insanlara, sevilmeyi her istediğinde karşısındaki kadının bir şeylere sahip olması gerektiğini sanmış. Her şeyi satın aldığı kadınların bir tek aşkını satın alamamış…
Hiçbir kadın onun gözlerinin içine baktığında kalbi kor olmamış.
O konuşmaya başlayınca zaman durmamış… Hiçbir kadın ona hayran olmamış… O bunu her aklına getirdiğinde gidip başkasına sarılmış… Yaşamı boyunca oda bir kadını ve aşkı işte bu yolla ararken ardında pek çok kadın bırakmış…
Dördüncü tip kadın ise eğitimli, modern, üretken, idealist hem toplumun hem de çevresindeki yakınlarının sorunları ile ilgilenen hayatta ne istediğini bilen üstelik bu hayatın hızla akıp gitmekte olduğunun farkında olan ve o kalabalık, zor ormanda kadın olmanın yaşanan tüm olumsuzluklara rağmen’’ tanrının kendisine sunduğu bir armağan” olduğunu düşünürmüş… Hem güzel hem de akıllı olunabileceğini ve insanın aşamayacağı engelin olmadığına inanarak hayatta ilerlemiş..
Bir kadının bir erkek için hem sevgili, hem anne, hem eş, hem arkadaş olabilecek zamanlardan geçeceğini hep bilmiş.
Ayaklarını yere tam anlamıyla basanlardan mış. …
İnsana ve ona dair her şeyi kabullenerek yaşamış. Ona göre güzellik geçici, aşk bir heyecan, sağlık bir servet, hayat ise; bilgi, sevgi ve sabrın elzem olduğu bir zamanmış. O biliyormuş her şey bitmeye ve eskimeye mahkumdur. Değişmeli, gelişmeli ,kendini ve bu yaşadığın ormanı tanımalısın. Sevmeyi öğrenmelisin… Çocukları, insanları, hayvanları, işini, yaşamı… Sevmeden olmazmış…
Elbette ki evrende bu dört tip kadının mizacından, yaşamından farklı binlerce kadın ve yaşam öyküsü var.
Öyle renkli, öyle birbirinden farklı olabilir ki kadınlar.
Tıpkı bir Matruşka gibi.
Yaratıcılığın, zerafetin, anaçlığın, güzelliğin, aşkın, temizliğin,t ebessümün sembolüdür kadın. Ancak kadınların günümüzde bir hayal kırıklığı ormanında yaşadıkları aşikar.
Kaygılar ile kuşatılmış dört yanımız.
Estetik kaygılar, ekonomik kaygılar, aldatılma kaygıları, yalnızlık kaygıları, terk edilme kaygıları, gelecek kaygıları…
Aslında kaygılarımızı yaratan tek şey özgüven eksikliği. Ayakları yere basan, yerinde ve doğru iletişimi hayatın her alanında kuran, önce kendisini önemseyen güçlü kadınlar hayat denen okulda başarıyı yakalayabiliyor.
Hayal kırıklığı ormanında amaçsız ve umutsuz yaşayan kadınlardan olmamak için bir kerecik kendimize şans vermeye değmez mi bu hayat?
Siz! Evet siz yaşamdaki en önemli ayrıntısınız. Yeter ki içinizdeki gücü çıkarmayı tekrar deneyin. Çünkü hayat bir kez yaşanıyor. Ve bu kıymetli hediye paketi bizim için bir kez daha açılmayacak… Bu hediyenin kıymetini anlamak için onu ve kendini sevmen gerekiyor…
Neden mi? Günümüz kızlarının masalları bir beyaz atlı prens buldukların da, camdan bir pabucu küçümen ayaklarına giyebildiklerin de, hapis oldukları kuleden lepiska saçlarını prenslerine sarkıttıkların da kurtuldukları, kırmızı pelerinleri ile gezindikleri ormanda hem avcıya hem de kurda yem olmadan hayatta kalınan masallara hiç ama hiç benzemiyor…
Çünkü;
Gerçek hayatta ki masallar Andersen’in soğukta üşüyen ve donmamak için tüm kibritlerini yakan ve sabah baş ucunda bir sürü boş kibrit kutusu olan o çaresiz kibritçi kız masalında ki gibi pek çok dram içeriyor… Kibritleri pembe hayaller için harcamayın… İdeallerinizi gerçekleştireceğiniz yol için saklayın…
Haftaya yeni bir Perşembe yazısında görüşünceye dek…
Sevgi ve sağlıkla….