Başbakan Ahmet Davutoğlu, Alevi kanaat önderlerine Çankaya Köşkü'nde verdiği kahvaltıda yaptığı konuşmada, çalışma masasında sistematik, akademik kitapların yanı sıra irfani kitaplara mutlaka yer verdiğini, Hacı Bektaş-ı Veli'nin Makalat'ı ve Mevlana'nın Mesnevi'sinin de bunlardan biri olduğunu söyledi.

"Bugün şerlerin kaynağı insan onuruna yönelik yapılan saldırılardır"

Başbakan Davutoğlu, insanlığın ortak misyonunun "insanlık onurunu" korumak olduğunu, insan onurunun korunmasıyla bugün hayırların fetih olunacağını vurgulayan Başbakan Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Bugün şerlerin kaynağı insan onuruna yönelik yapılan saldırılardır. 'Hayırlar feth ola, şerler def ola' derken o şerleri nasıl defedeceğimizin yolu, hep beraber tayin edeceğimiz çizgi olarak önümüze geliyor. Bilgi ve edep, erkan, ikrar, nasip... Bu kavramlar geleneksel, kökü eskide kalmış, bugüne hitap etmeyen kavramlar değil. 'El ele, el Hakk'a' demek bugün her insan oğlunun bütün tehditler karşısında, çevre problemleri karşısında, insanlığın geleceğini tehdit eden problem karşısında el ele vermesi, sonra da 'el Hakk'a' diyerek hep beraber çalışması anlamına gelir.

İnsan onurunu tehdit eden her şey karşısında el ele vermezsek, bugün el ele vermezsek, yarın el verecek başka bir muhatap bulamaz hale geliriz. Nedir insan onurunu tehdit eden şey bugün? Bazen DAEŞ formuyla karşımıza çıkan ve yüce barış dinimizi en zalim, en barbar yöntemlerle kirletmeye çalışan bir prototip olarak önümüze çıkar şer; bugün dil veya lafız itibariyle İslam inancının kavramlarını kullanıyor gibi görünmekle birlikte, o kavramların arkasında mana itibariyle İslam'a en büyük darbeyi vuran bu DAEŞ terörü aslında defedilmesi gereken bir şerdir. Çünkü insan onuruna en büyük darbeyi vuruyor. Muhabbet dinini, aşk dinini bir zulüm tasviri içine yerleştirmeye çalışanların piyonudur bugün DAEŞ. Hepimiz nerede olursa olsun, hangi formda, kimlikte çıkarsa çıksın insan onuruna saygı göstermeyen bütün örgütlere, yapılara, devletlere, barbarlara, diktatörlere karşı el ele vermek durumundayız."

"Suruç'ta 32 vatandaşımızı katleden DAEŞ'i lanetliyorum"

Terör örgütü PKK'nın uyuyan iki polisi Ceylanpınar'da şehit etmesinin de defedilmesi gereken bir şer olduğunu vurgulayan Davutoğlu, Ceylanpınar'a yaptığı ziyarette Türk, Arap, Kürt insanların omuz omuza şerlere karşı olduklarını, Suriye'de yaşananları Türkiye'ye taşımak isteyenlerin hiçbir zaman başarı kazanamayacaklarını bir kez daha hissettiğini anlattı.

Davutoğlu, DAEŞ terör örgütünün Suruç'taki barbarca saldırısına karşı da el ele bir duruş sergilenmesi gerektiğini belirterek, "Suruç'ta 32 vatandaşımızı, kardeşimizi, canımızı, gencimizi katleden DAEŞ'i lanetliyorum, ailelerini taziyelerimi sunuyorum. Bazen devlet görevlerini yürütmek zor kararların alınmasını gerektirir bu şerleri defetmek için. Bir gün sonra da sınırımızda bir askerimizi şehit ettiğinde DAEŞ, bu şerri defetmenin sadece sözle olamayacağını gördüğümüzde, DAEŞ'e karşı operasyon başlattık ve onların şerlerini defedebilmek için kudretimizin gösterilmesi gerektiği anda tereddüt etmeyeceğimizi de ortaya koyduk" diye konuştu.

Bektaşi ocaklarının aynı zamanda yeniçeri ocağı olmasının bir anlamının da şerleri defedecek güç ile muhabbetin iç içe geçmesi, aynı ocaktan beslenmesi anlamına da geldiğini ifade eden Başbakan Davutoğlu, şöyle konuştu:

"Aynı şekilde Ceylanpınar'da polisimizi uyurken şehit edenlere karşı da onların şerlerini defetmek için de aynı kararlılıkla harekete geçtik. Burada en temel mesele; insan onurunu korumak. Hepimiz insan onurunu korumak için varız. Çünkü bizler ancak o onur korunduğu zaman onurlu hayatın içinde oluruz. Allah bir daha bu tür acıları yaşatmasın, ama bu tür acıları yaşatmak isteyen şerler geldiğinde de sizler üzerinden bütün Sünni, Alevi, Türk, Kürt bütün kardeşlerime, dostlarımıza, canlarımıza hitaben diyorum ki; eğer bir şer bize doğru yaklaştığında, insan onurunu yok etmeye çalıştığında gelin el ele verelim, el Hakk'a yürüyelim, sonra da hep beraber o şerri def etmek için ne yapmak gerekiyorsa yapalım."

"Bu kadar çok istişare edeceğimiz, konuşacağımız şey var ki"

Ülkenin başbakanı olarak ağır bir sorumluluk yüklendiğinin altını çizen Davutoğlu, "Yüklendiğim ağır sorumluluk yanında sizlerden biri olmak hasebiyle Anadolu'nun bir çocuğu, Torosların... Ama hasbel kader Torosların, belki Munzur Dağı'nda olurduk. Gelen Horasan erenlerinin içinde yol yürürken benim atalarım başka bir yere gitse Munzur Dağı'nın eteklerinde olabilirdik ya da Ilgaz'ın ya da Sarı Saltuk'un Balkanların da ya da Gülbaba Dergahı'nda olabilirdik. Ama söyleyeceğimiz şeyler yine hep aynı olurdu" diye konuştu.

Başbakan Davutoğlu, hayır konuşmak ve şerleri def etmek için bir araya geldiklerinde "Hak Muhammed Ali" diyerek, edep ve erkan yolu ile konuşmanın irfanını, hikmetini ve eylemini göstermek zorunda olduklarına işaret etti.

"Bir kardeşlik çağrısı için bir aradayız"

Önceden planlanmış olmakla birlikte toplantının siyasi bir gündemin parçası olmadığına dikkati çeken Davutoğlu, şöyle devam etti:

"Daha önce taahhüt etmiş olduğumuz adımları inşallah tek tek atma irademizin yanında bugünlerde bir araya gelmemizin daha önce planlanmamış özel bir anlamı var ki o da teröre, şiddete, baskıya, zulmü karşı Anadolu irfanını hayata geçirmenin, ayağa kaldırmanın ihtiyacını hissettiğimiz bugünlerde bir kardeşlik çağrısı için bir aradayız. O bakımdan sizlerle buluşmamızın tek boyutlu bir hedefi yok, çok boyutlu bir gerçekleştirmeye, gönüllerimizi gönüllerimize bağlamaya gayret edeceğiz, çaba sarf edeceğiz."

Davutoğlu, katılımcılarla 3 önemli başlığı paylaşmak istediğini belirterek, şunları kaydetti:

"Hepimizin saygıyla, hürmetle davranmak ve erkan ve edebi öne çıkarmak anlamında evrensel bir misyonumuz var. Nerede olursak olalım bu evrensel misyon, insan onurunu korumak. İnsan onurunu korumayan, insana saygı göstermeyen, insanı eşrefi mahlukat olarak görmeyen, insana dönüp insanla sema arasında ve bir birleriyle irtibat anlamında, bir birlerine selam vermeyen hiçbir şeyin, hiçbir kurumun, hiçbir makamın yaşama şansı yoktur. İnsan onurunu korumak bağlamında Alevi Bektaşi geleneğinin yaptığı vurguları hep büyük bir irfanın bugünkü pınarından akan zerreleri olarak görmüşümdür. Bu çerçevede de Hacı Bektaş-ı Veli 'Yolumuz irfan ve insanla insan sevgisi üzerinedir' derken asırlar öncesinden Makalatı'nda aslında bugüne bir çağrıda bulunuyor. Öylesine bir pınar ki bu asırlar geçiyor ama suyu kurumuyor. Asırlar geçiyor ama anlamını hiç kaybetmiyor ve o asırlar geçtikçe de o anlama yeni boyutlar katacak, güzel irfani boyutlar katacak bir çerçeve bize sunuyor."

"Hak Muhammed Ali yolu dediğimizde referans bellidir"

Davutoğlu, bu geleneğin kaynağından koparıldığında, köklerinden kopmuş bir ağaç gibi zamanla kuruyacağının altını çizerek, bunlardan birinin ehli beyt olduğunu hatırlattı. Davutoğlu, şunları kaydetti:

"Hak Muhammed Ali yolu dediğimizde referans bellidir ve ehli beytin erkanını, adabını Hazreti Hüseyin'in fedakarlığını, Hazreti Hasan'ın edebini, ahlakını, Hazreti Ali'nin, Radıyallahu Anh'ın ilmini, feraseti, irfanını anlamayan bir geleneğin, bu tarihte var olması mümkün mü? Hayatiyetini koruması mümkün mü? Eğer Alevi Bektaşi geleneği içinde davrandığını iddia edip de, 'Ali'siz bir Alevilik' diye bir şeyden bahsediyorsak, herkes istediği gibi düşünebilir, kendi çığırını açabilir, kimse buna bir şey diyemez ama benim bildiğim bu ocakların ve sizlerin yeşerttiği muhabbet tohumu Hazreti Ali'den ayrılamaz. Hak Muhammed Ali derken hissedilenler, Hazreti Ali'den ayrı düşünülerek bir yere varamaz."

Geleneğin değiştirilmek, yozlaştırılmak istendiği dönemlerden geçildiğini anlatan Davutoğlu, bu durumun Sünnilik için de Alevilik için de Müslümanlık için de Hristiyanlık için de hep var olduğuna işaret etti.

"Cemevlerinin yeniden yorumlanması lazım"

Edeble girilmesi gereken yerlere turistçe nasıl girildiğini bildiklerini dile getiren Davutoğlu, şu ifadeleri kullandı:

"Turistçe girmek yanlış değil. O turistlerinin işidir. Ama bizim dergahımıza girecek olanlar, Horasan dergahından feyz alacak olanlar, Hacı Bektaş-ı'nın dediği gibi bilgi ve edeple girerler. Şimdi bu anlamda cemevlerinin, bu anlamda semahın hep beraber yeniden yorumlanması ve kadim geleneği bize yansıtan barış dergahları olarak görülmesi lazım. Hep tarihi olayların üzerine tefekkür ettiğimde acıyla düşünmüşümdür, yanlış yapanın yerine bazen modernizm adına doğruyu da biçtiğimiz, son derece yanlış noktaya götürdüğümüz haller olmuştur. Yeniçeri Ocağı'nın belki modernleşme için, modern ordu kurulması için lağvedilmesi düşünülmüş olabilir ama Bektaşi ocaklarını yasaklamak nedir?"

Davutoğlu, Tekke Köyü'ne ve Elmalı'ya gittiğinde, yıkılan dergahın izlerini gördüğünde üzüldüğünü vurgulayarak, aynı şekilde tek parti döneminde Halveti, Bayrami, Mevlevi, Nakşi, Bektaşi gibi bütün uygulamaların kökeninden koparıldığını ve yasaklandığını bildirdi.

"Geleneğin korunması için ne gerekiyorsa yapmaya hazırız"

Türkiye'nin demokratik hukuk devleti olduğunun altını çizen Davutoğlu, "Hiçbir vatandaş arasında ayrım gözetilmesini mazur göremeyiz. Devlet vatandaşlarına kimlik sormaz. Kimlik, vatandaşların kendileriyle tanımlanır ve devlet o kimliklere saygı gösterir. Onlara hak ve özgürlükleri konusunda eşit davranır" ifadesini kullandı.

Devletin vatandaşlık kimliği etrafında bütün vatandaşları kucaklayıcı bir anlayışı yerleştirmesi gerektiğini dile getiren Davutoğlu, "Biz, 'Çözüm Süreci' derken tam da bunu kastediyorduk" dedi.

Davutoğlu, bir anne-babanın hapishaneye gittiğinde oğluyla anadiliyle konuşamadığı bir ülkenin, insanlık onuruna ve vatandaşlık bilincine sahip olmadığını düşündükleri için bunu değiştirdiklerini belirtti.

"Nedir dillerle olan mücadelemiz?"

Dün gazileri ziyaret ettiğini anlatan Davutoğlu, Şırnaklı geçici köy korucusu ve Suruçlu askerin ailelerini aradığını söyledi.

Davutoğlu, "Geçici köy korucusunun eşi Türkçe bilmiyordu ama bu ülke için eşi gazi olmuştu. Kısa birkaç Kürtçe ifadeyle ona selam verdim telefonda. Allah aşkına, bu dillerin hepsi güzel değil mi? Nedir dillerle olan mücadelemiz? Nedir örfler ile kültürlerle olan mücadelemiz? Ama nedir, 'şu şehirler, şu köyler, şu yaylalar Kürtlerindir, şu da Türklerindir' diye bu ülkeyi bölmek kimin haddinedir, kimin menfaatinedir, kimin hesabınadır?" dedi.

Kültür ve Turizm Bakanı Ömer Çelik ile Başbakanlık Başmüşaviri Hatem Ete'nin de hazır bulunduğu kahvaltıya, Celal Abbas Derneği'nden Bilal Erdoğan, Kureyşan Ocağı'ndan Kadir Bulut, Sultan Süceattin Dergahı'ndan Mehmet Demirtaş, Hubyar Ocağı'ndan Mustafa Temel, Derviş Cemal Ocağı'ndan Zeynel Demir ve Hıdır Doğan, Baba Mansur Ocağı'ndan Hızır Nebi Düzgün, Ayşe Acar, Hüseyin Yıldız ve Kazım Yaman, Celal Abbas Ocağı'ndan Fethi Erdoğan, Güvenç Abdal Ocağı'ndan Hasan Meşeli, Hacı Bektaş Veli Vakfı'ndan Dinçer Türkmen ve Zeynel Koç, Sarı Saltuk Ocağı'ndan da Ali Ekber Yurt katıldı.
Editör: TE Bilisim