Mevsim sonbahardı… Motorlar gelip geçiyordu öteye beriye… Meydanın yeni müdavimleri güvercinler inip kalkıyorlardı. İnsanlar onlara buğday atıver

Mevsim sonbahardı… Motorlar gelip geçiyordu öteye beriye… Meydanın yeni müdavimleri güvercinler inip kalkıyorlardı. İnsanlar onlara buğday atıvermişti. Kediler güvercinleri sinsi sinsi gözetliyordu.
Gömeç halkından, Osman Amca ile kahvenin yola bakan tarafında oturuyorduk. Bana ısrarla bir çay söyledi. Kahveci Yusuf çayımı getirdi, bana hal hatır sorduktan sonra bıraktı gitti.
Seksen yaşında olmasına rağmen, memurum diye bana ‘Siz’ diye hitap eden Osman Amca’ya şöyle bir baktım. Efendi, yorgun ve kendi halinde bir adamdı. Yüzüne yakışan, geniş kasketiyle, genellikle Yusuf’un kahvesinin önlerinde, içlerinde dururdu.
Bazen çarpık bacaklarıyla eve giderken görürdüm onu… Zaten tek yaptığı eve gitmek ve evden kahveye gelmekti. ‘Ne güzel bir meşgale’ dedim kendi kendime. Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmıyorsun. Kendi yalnızlığına, bireysel hayatına bakıyorsun. Hem idman da yapmış oluyorsun…
Osman Amca, uzun yıllar önce, eşinden ayrılmıştı. Karısı şimdi başkasıyla evliydi. Kendisi ise bir daha yuva kurmayı düşünmemişti.
“Sahi Osman Amca, neden tekrar evlenmedin?” diye sordum.
Bir kahkaha atarak, “Bir daha boşanmayı göze alamadım da ondan,” dedi.
Epey bir güldük… Nereden aklıma geldiyse Yaşar Kemal’in “O iyi insanlar, o güzel atlara binip çekip gittiler. Demirin tuncuna, insanın piçine kaldık,” sözü aklıma geldi.
Osman Amca’da güzel adamdı çünkü, paradan veya maldan başka bir şey konuşmayan insanlardan değildi. Ama emekliliği yoktu örneğin, bir iki budak zeytini vardı. Ağaçların mahsulünü üstünde satıyor, onun geliri ile idare ediyordu.
Demek ki bir daha boşanmayı göze alamamıştı… Zaten, hayat bize, bir şeylere sahip olmak için bedel ödememiz ve hatta daha başka şeyleri de göze almamız gerektiğini hep öğretmiyor muydu?
***
Osman Amca’nın Subay bir oğlu vardı, Burhaniye’de yaşıyordu… Arada oğlunun yanına giderdi Amca… Kimi zaman Burhaniye’den, işten dönerken Gömeç’e getirmişliğim vardı onu... Oğlu, yanına çağırırdı, ‘bir başına durma’ derdi. İhtiyar, kendi evinde rahat ederdi diye aklımda kalmış…
“Osman Amca, oğlun annesiyle görüşüyor mu?” diye sordum, muhabbeti devam ettirmek için.
Kıpırdanarak, biraz da umursamadığını belli ederek “Hiç bilmiyorum,” dedi, ardından insanın imreneceği bir kahkaha daha attı.
“Sahi, hiç sormuyor musun peki?” dedim ısrarla…
“BEN ÖYLE HER ŞEYİ PEK İNCELEMEM,” dedi… Şaşırdım… Fakat bu sözü, çok hoşuma gitmişti. Kafamın içinde bir yerlerde ‘Ben öyle her şeyi pek incelemem’ cümlesi yankılandı durdu.
Öyle ya ben her şeyi düşünen biriydim. Kimilerine göre fazladan inceydim - bunu ayrıcalık veya matah bir şeymiş gibi söylemiyorum - fazla duyarlıydım, bilinçliydim. Hatta tüm bunlar için yer yer eleştirilirdim. Bazı durumlarda insanların yerine bile düşünmeye çalışırdım, basbayağı rol çalardım...
Böyle bir durumda ben olacağım ve eski eşim ile subay oğlumun görüştüklerini veya görüşmediklerini bilmeyeceğim ve bunu sormayacağım ha… Katiyen olamazdı, mümkünatı yoktu.
O günlerde Yeraltından Notlar’ı tekrar okuyordum. Oradan bir cümle hatırladım.
“Yemin ederim size baylar, fazla bilinçli ve ince olmak bir hastalıktır. Gerçek, tam bir hastalıktır. Sıradan bir bilinç, insanın yaşamı için fazlasıyla yeterlidir. Yani şu şanssız on dokuzuncu yüzyılımızın gelişmiş insanına, gerekli olan bilincin yarısı, hatta dörtte biri bile yeterlidir,” demişti, büyük yazar Dostoyevski.
Hem Osman Amca’nın anlattıkları, hem de Dostoyevski’nin itinayla yazdıkları benim kendimi sorgulama-ma ve bir şeyleri tekrardan ele almama neden olmuştu. ‘Ben de bundan sonra fazla incelemeyiyim, nemelazım, biraz geniş karınlı olayım’ diye düşünerek, keyifle çayımı yudumladım.
Bir müddet sonra, Osman Amca kalktı, beni saygıyla selamladıktan sonra, evine doğru yollandı gitti. Gene çarpık bacakları ona eşlik etti. Kimse İhtiyar’ı fark etmedi. ‘Ne derdin var, afiyette misin’ demedi. ‘Evde soban yanıyor mu, yiyecek yemeğin var mı’ diye de sormadı.
***
Epey zaman zuhur geçti. Araya hayat gailesi girdi. Bir gün facebook’da, Kahveci Yusuf tarafından, Osman Amcanın öldüğü haberi paylaşıldı... Kahvede tek başına otururken çekildiği bir fotoğrafı da konulmuştu İhtiyar’ın… Ne düşüneceğimi, ne diyeceğimi bilemedim, birden içim yandı.
Yaşar Kemal, güzel insanları güzel atlara binip göndermişti. Sonra bir Şubat ayında kendi de onların arkalarından gitmişti. Yıllar yıllar önce kaybettiği, acısından kekeme olduğu babasına kavuşmuştu…
Osman Amca da tam böyle adamlardandı. Güzel, yalnız ve garip yaşamıştı. Hiç kimseye bulaşmadan, insanların ilgisini çekmeden ve FAZLA İNCELEMEDEN hayatını tamama erdirmişti. Ve Yaşar Kemal’in ardından, çarpık bacaklarıyla, Osman Amca da gitmişti… Ruhun şad olsun İhtiyar…