Artık demir almak günü gelmişse zamandan/ Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan… Yahya Kemal’in belki de en bilindik şiiri Sessiz Gemi’nin ilk b

Artık demir almak günü gelmişse zamandan/ Meçhule giden bir gemi kalkar bu limandan… Yahya Kemal’in belki de en bilindik şiiri Sessiz Gemi’nin ilk beyiti bu iki mısra… İnsanın nihayetine dair ne müthiş mecazlar değil mi? Aslında hiç bitmeyecekmişçesine yaşadığımız bir hayatın kederden kadere doğru bilinmez yolculuğunun bir iz düşümü ve her yönüyle acı tatlı bir hikâyesinin bitişi de aynı zamanda. En sonda söyleyeceğimi hemen burada ifade edeyim: Gitmek zorundayız. Ama… İnsanoğlunun serüveni hep bir gidiş üzerine kurgulanmıştır. Öyle ki, hayatlarımızın, adına kader denen ilahi bir kurgunun tasarrufunda olduğu, semavi kitapların yanında paganist kültürler de göz önüne alınırsa gitmek eyleminin mutlağa doğru bir seyahat olduğunu fark ederiz sanırım. Ancak burada Mustafa Sırrı Sevada’ya gönderilmiş eski bir mektupta Veli Kibar adlı sadık bir okurun söylediği gibi, nereye gideceğini biliyorsan adına seyahat diyemezsin, şiarından hareketle gittiğimiz yeri bilmediğimizden bir seyahate çıktığımızı var sayabiliriz ki, en azından bu iyi. Sevgili okurlar, gitmek, evrensel bir yazgıdır; hepimiz illa ki bir yerlere gitmeye mahkûmuz. Yalnız yeri gelmişken Yılmaz Erdoğan’dan şu mısraları da burada zikredeyim: Yol bir yere gitmez/ O bir durma biçimidir…/ Ve ömür bitebilir yoldan önce/ Ama yol bir yere gitmez… Esasen bu yazıyı daha farklı kurgulamıştım fakat beynime çakılıp kalan gitmek eyleminden yakamı sıyıramadığım için istediğim noktaya bir türlü gelemiyorum. Mevzuyu farklı bir cihete çekmek babından sorayım o vakit: Bir insan kaç sefer gider? Kendinden kaç kere gider yahut kendine kaç kere gider? Dışımıza yaptığımız yolculuklarda evvela eşe dosta gideriz, sonra işe, eve, başka sokaklara, insanlara, hayatlara ve mesafeler kat ederek çok daha uzaklara gideriz. Üstelik evrenin sonsuzluğu düşünüldüğünde muhayyilemizin de sınırları kaybolur. Ama tüm bu yolculuklar gidişin görünen yüzü olduğundan bizlere ne kadar şey katabilir? Daha derinlerde bir yolculuk var oysa; görünmeyen, içsel bir seyahat… Tabii, söz konusu gidiş, güya en iyi tanıdığımız insana yani kendimize olunca meselenin özü daha iyi anlaşılır ve işte asıl heyecan verici olan yolculuk da budur. İnsanın kendine gitmesi bilindiği üzere yolculukların en zor olanıdır ve Sessiz Gemi’ye binmeden evvel uhrevi seyahatin selameti için de haliyle en mühimidir, buna şüphe yok. Peki, insan nasıl kendine gidebilir? Bunun için müspet bir sebep olmalı, dediğinizi duyar gibiyim. Mademki her şey bir nedene bağlıdır, kendimize gitmenin de bir sebebi olmalı elbet. Bir iki tane sıralayayım: 1. Dış âlemde o kadar yolculuk yapmışsındır ki, her yer gözüne aynı gözükür. Eşya, cazibesini yitirmiştir ve zeminle işin bitmiş, zamanın peşine düşmüşsündür artık. 2. Gecenin derin bir saatinde uyanmış, yıldız dolu göğe bakarken idrak etmişsindir birden, hayal ötesine gitmeliyim demişsindir. 3. Küçük kâinat olduğunun nasıl olmuşsa bir gün farkına varmışsındır, insan, eşya, hayvan, börtü böcek bir anda hükümsüz kalmış ve sen, içinde bir yerlerde yıllardır kapalı kaldığından menteşeleri paslanmış o kapının gıcırtılı sesini duymuşsundur vs… Velhasıl sevgili okur, kendine gitmen için ihtimaller kadar sebeplerin vardır ve yolculuğa çıkmaya niyetlenenlere söyleyeyim ki bir başlarsan geriye dönemeyeceksin bir daha. Hayaller labirentinde an’lar kadar çoğalan kendinle yine kendine yürürken gördüklerin karşısında sadece saf bir hayrete düşeceksin, içindeki derin kuyulara düşeceksin, sonra ölüme, hayata ve öyle zamanlar gelecek ki anne rahmine düşeceksin. Yolculuğun, çetin geçeceği hissiyle belki o kapıyı hemen kapatıp geriye dönmek geçecek aklından ama parlak bir yıldız misali bir ışık gözlerini alacak ve belki hiçbir vakit ulaşamayacağın o ışığa doğru çıkacaksın yola. Hayallerin, hayal kırıklıklarının, hayaletlerin içinden geçecek, kendi suretlerinin gölgeleriyle yürürken kendini unutacaksın ve öyle bir an gelecek ki, istesen de dönemeyeceksin geri. Nihayetinde seneler sonra iç âlemle dış dünyanın fark edilemeyecek kadar benzer olduğu bir noktaya vardığında yolculuğun sona erecek ve sessiz bir gemide rıhtımda kalanlara onların yapmadığını yapıp el sallayacaksın. Meçhuldesin ey yolcu, meçhulde. Yolun belki cehenneme, bir nebze iyi bir ihtimalle Araf’a ve evrensel mutluluğun yurdu Cennet’e de çıkabilir. Ne olursa olsun, dönüş yok; artık uyan ve Hümeyra’dan dinlercesine o iki mısrayı mırıldan: Birçok gidenin her biri memnun ki yerinden/ Birçok seneler geçti, dönen yok seferinden.