Anlam tek değildir. Madem her görünenin arkasında bir görünmeyen vardır; o vakit anlamın da ardında bir anlam, anlamlar olmalı. Hayat, hakikaten bir b

Anlam tek değildir. Madem her görünenin arkasında bir görünmeyen vardır; o vakit anlamın da ardında bir anlam, anlamlar olmalı. Hayat, hakikaten bir büyücü ve fazlasıyla büyüleyici ise bu, akıl, rüya, hayaller, eşya, tabiat ve insanlar kadar gözlerden de ileri gelir. Anlamın çoğulluğu söz konusuysa çıkmaz kadar derinliği de anlatan metaforlar kullanmayı severim.Misal kuyu dehşet bir mecazdır ve daha da dehşetlisi ayna içinde aynalardır ki, anlam çoğaltmakta bu metafor en baştadır. Çift anlamlılık, çoğu zaman bir akıl oyunu, bir yanılsama da olsa ilk anlamı her vakit bozar. Velhasıl bir kelime söylendiği anda zihinde asla tek manaya gelmez.

Buradan Marut'un Neyben Gencalı 'ya söylediği ‘’Hayal ettiğini gören bir körüm ben.’’ sözünden göz bahsine dönersek...

Gerçeği sorgulayan ve elbette gerçeklik tarafından sorgulanan biri olarak itibari alemde olduğu kadar bu dünyada da yaşayan roman kahramanım Marut Safil'in bu cümlesini çok düşündüm. Bir roman kahramanı deyip geçme şimdi ey okur; zira onlar bir başka âlemde yaşıyor, İbnül Arabi’nin harflerin bizimki gibi bir dünyası olduğu hakikatine atfen diriler fakat sizler belki farkında değilsiniz. Balzac ... Ne büyük yazar. Bir arkadaşı bir gün Balzac’ı ziyarete gelir ve havanın, suyun yanında ateş ve topraktan da konuşurlar. Bir süre sonra sıkılır Balzac ve arkadaşına biraz da gerçeklerden, roman kahramanlarımdan, konuşalım, der. Şimdi sorarım sana ey sahici okur, hakikat nedir? Salt gözün gördüğü müdür gerçek? Herhalde ve her halde değildir. Şayet gözün gördüğü hakikat olmuyorsa o zaman göz, bildiğimiz mananın dışında bir manaya da gelmektedir. Öyle ise "göz" de öbür kelimeler gibi çift anlamlıdır.

Göz, en çıplak olduğu gibi en derin yerimizdir de. İç âlemimize açılan renkli, korkulu güzel bir kapı… Gözün, kalbin aynası olması da var değil mi? O vakit söze lüzum yok, göz aracılığıyla bir kalbin niyeti okunabilir hatta becerebilinirse kalbe inmişken oradan ruha da bir seyahat edilebilir. Dolayısıyla gözlerimiz en derin, en mahrem yerimizdir ancak sonradan ikinci anlamını zamanla yitirivermiştir.

Göz şayet en derinse haliyle enderunsa epey bir hususiyetli olmalı, görmesini bilen okurum. Bahsin başında gözün görmek işin yeterli olmadığını söylemiştim. Niye kafi değil peki? Hayallerden ve daha da çok , rüyalarımızdan ötürü tabii. Sahiden de rüyalarımız, gözlerimizin tamamen görmediğinin bariz bir delili olmuyor mu? Niye rüya görürüz? Bence rüyalar, mecazen de olsa kör olduğumuzun sağlam işaret ve sembolleridir.

Buradan göz bizi başka kavramlara da götürür. Misal kimliğe... Göz ile kimlik arasında derin bir bağ vardır ve göz de kimlik gibi belirsiz olsa da kendimizi bilmede cebimizdeki kimlikten önce gelir. Bas it bir mantıkla, karşındakini neyle görüyorsan onunla da tanırsın. Demek ki görmede göz yetersiz kalmış ki "gönül gözüyle görmek" diye bir deyim hasıl olmuş.

Sonra gözün kimlikten önce gelmesi 3’üncü sayfa haberlerine konu olan talihsizlerin gözlerinin üzerine siyah bir bant çekilmesinden de ileri gelir. Hatırladınız değil mi? Kimliğinin açığa çıkması istenmeyen şahsın gözü bir bantla kapatılır. İşte bu, gözün asıl kimliğimiz olduğunun evet, gösterisidir.

Diyeceğim odur ki okur, göz şakaya gelmez. Yani bir göz doktoruna görünmekte fayda var ki, ben giderim pek ender de olsa. Shakespeare aşkına, görmek ya da görmemek... İşte bütün mesele bu. Ne derler bilirsiniz, körler memleketinde şaşılar baş olurmuş.

Son olarak "göz’’ bahsinin bizi götüreceği bir diğer ama tehlikeli kavram ise gözetlemedir ama Mitchell Foucault'lu bu bahis üzerine bir ara kalem oynatırım belki.

Gelelim şu Gerçek Edebiyat Manifestosuna … 5. madde: İlk işlevi insanı bireyselleştirmek olan sanat (edebiyat) topluma, toplumsal gerçekliğe yabancı kalamaz asla.

Haftanın Kitabı: Körler memleketinde kral olmak isteyenlere meşhur bilimkurgu yazarlarından HG (Herbert George) Wells’ten Körler Ülkesi… Her iki manada da görmeniz dileklerimle…