Kim söylemişti, unuttum, dünya üzerinde sadece bir türün -insanın- egemenliğinin yanlış olduğunu ve dahası bunun hep böyle gitmeyebileceğini ö

Kim söylemişti, unuttum, dünya üzerinde sadece bir türün -insanın- egemenliğinin yanlış olduğunu ve dahası bunun hep böyle gitmeyebileceğini öne süren bir görüş vardı. İmkansız diye bir şey yok, olur mu olur. Zaten bu konuları işleyen, özellikle de maymunların başrolde olduğu -Maymunlar Cehennemi vs.- filmlerin tekrarları çekilip durmakta. Neden? Yoksa bilinçaltımızda böyle bir saklı bilgi, bir derin korku mu var? Hem binlerce binlerce sene evvel yani atalarımız çok ilkelken ve tamamen tabiata bağlı, ağaç kovuklarında, mağaralarda yaşayıp hayatta kalmaya çalışırken az av olmamışlar. Kim bilir ne vahşi hayvanların dişleri, pençeleri arasında büyük büyük büyük dedemizin dedesinin büyük büyük dedeleri can vermiştir. Bugün ise masallara, söylencelere ilham vermiş o canavarlar ancak çocukların düşlerine girerek varlıklarını hatırlatıyorlar. Yine bugün evrenin bilinen en muhteşem uygarlığını kurmuş olsak da bir sabah dımdızlak uyanıp her şeye sıfırdan başlama ihtimalini de göz ardı etmemeliyiz derim.
Neyse, bahis iyice dağılmadan asıl saadete geleyim ben. Gerçek bir şehir hüviyetine haiz -Bol insan, bol araba, bol uçak, bol çelik, bol gürültü ve bol keşmekeş!- bir kentte yaşıyorsanız adım başı bir olaya şahit olmanız işten bile değildir. Şehrin hengâmesi içinde eksile eksile yürürken ve en sonunda yarı insan, yarı robot bir canlıya dönüşmüş, her şeye tepkisiz kalarak ruhsuz, duygusuz, oradan oraya savrulurken her an bir kaza bela yüzünden ortalığın karışması olasılığı vardır. Mesela yanı başındaki bir kavgaya uzak mı uzak durur, yoluna devam eder; herhangi bir olayın müsebbibi olmamanın gönül rahatlığıyla yürürken bu yazının asıl bahsine denk gelirsin, bir hayvan dükkanına yani; havalı ismiyle de petşap ya da şopa… Gerçi bu dil züppeliğini de anlamıyorum ama... Çarşıya -şehir merkezi- yakın, 25-30 m2’lik bir hayvan dükkanı… Bir petşopa rastlayıp da şöyle kafesler içinde ciyaklayan ve üstelik hayvanlardan hazzetmeyen bir tacirin insafına kalmış o meta yığınına durup da bakmayanınız var mıdır? Sanmam ki olsun.
Herkes kadar ben de hem de çocukça bir merakla zavallı satıcıya aldırmadan bakar ve düşünürüm: Neden? Kuş, kedi, köpek, fare -he mistır!- balık, kertenkele gibi canlıları ne diye kafeslere hapsediyoruz? Bitip tükenmeyen hayvan sevgimizden mi? Nedenini tam bilmesem de M.Foucault’un insana uyarladığı Büyük Kapatılma’nın kılık değiştirmiş bir hali olarak hayvanlara tatbiki asli neden bence. Kafeslere hapsolmuş hayvanlar, şuurumuzun en derinlerinde saklı hangi yabanıl arzularımızı tatmin ediyor acaba? Hep bir şeylere sahip olma, kölelik içgüdümüzü bu şekilde mi bastırıyoruz yoksa? Tabii, bu savlar tartışılabilir. Ancak hayvanların kapatılmalarına karşı olsam da git gide insanlara daha bağımlı hale gelen hayvanların soylarının devamı için hayvanat bahçelerinin gerekli olduğuna inanıyorum artık. Yalnız öncesinde en büyük iş hayvan severlere ve STÖ’lere düşüyor.
İnsanın değerinin azaldığı -haber bültenlerinde ölüm haberi verirken hüzünlenip de, yeni bir habere geçer geçmez neşelenen sunucular buna delildir.- bir dünyada petşapşoplara kapatılmış hayvanlardan en çok da gurbette olanlara üzülürüm. Allah bilir hangi tropik okyanus yahut ormanlardan kopartılıp getirilmiş hayvanları biraz eğlendikten sonra bazılarının kapı dışarı ettiğini bilmeyen yok sanırım. Malum, kış geldi, o güzel burnunu dahi dışarı çıkaramayacağın kadar soğuk havalarda sen ey adem evladı yalıtımlı duvarlarla kaimleştirdiğin o küçük derebeyliğinde, sıcacık yuvanda gerine gerine yatarken bir düşün ki ne kadar şanslısın.
Az daha unutuyordum, yazının başlığına, Çilek’e dair bir şeyler de yazayım. Evet, Çilek gökkuşağı kadar renkli bir papağandı ve haliyle bu topraklara ait değildi, gurbetteydi. Fakat yaşamanın güzelliğinin o da farkındaydı ki inadına yaşıyordu. Şanslıydı gene de Çilek; çünkü gerçek bir hayvan severce evlat edinilmişti. Sonraki talihsizlikten söz etmeyeceğim. Tabiat kanunları işte… Bir papağanla bir insanın nasıl dost olabildiğine Çilek’le şahit olmuştum. Çilek’in sahibi yeğenim, onu en yakın dostu hatta sırdaşı gördü. Onunla konuştu, dertlerini anlattı. Hayatı gerçek yaşayanlara pek saçma gelebilir ama bir papağan bir insandan daha yakın olabiliyor işte. Çilek şanslıydı. Ölümüne iyi kalpli yeğenim o kadar üzüldü ki, yas bile tuttu. Unutmayın, anlam vermediğiniz bir şeyin kıymeti de olmuyor.
Not: Hayvanlardan -fare, böcek, kedi, köpek vs.- midesi bulanan, öğüren ya da öyle davranan insanlar var ya… Kim bilir, belki onların da insanlardan midesi bulananları vardır. Ne demiştik, imkansızlık artık bir masal.
Hayvan dostlarına selam ve sevgilerimle…