İbnü’l Cevzi’nin Latifeler kitabına göre: Hırsızın biri bir eve girmeye çalışırken damdan düşer ve ayağı kırılır. Evdeki kadın “Yakalay

İbnü’l Cevzi’nin Latifeler kitabına göre: Hırsızın biri bir eve girmeye çalışırken damdan düşer ve ayağı kırılır. Evdeki kadın “Yakalayın, hırsız var!” deyince, acılar içinde kıvranan hırsız: “Acele etmene gerek yok. Ben bu gün de, yarın da ve daha sonraki gün de buradayım” der.

Hırsız, kaba bir tarifle kendisinin olmayanı çalan diye tarif edilebilir. Mahalli gazetelerin haberine göre hırsızların şu sıralar memleketimizde en çok rağbet ettikleri motor. Kilis gibi motorun çok olduğu bir yerde buna şaşırmamak gerekiyor belki de. Fakat yöntemlerine şaşmamak elde mi?

Geçenlerde bir arkadaşımdan duyduğum vaka şöyle: Mağdurumuz dördüncü katta binanın dış sıvası ile meşgul bir inşaat işçisi. Adamın biri anahtarı üstünde unutulmuş motora yaklaşıp, yukarda çalışan işçilere sahibinin kim olduğunu soruyor. Bizimki “Benim” dediğinde, “Neden anahtarı üzerinde bırakıyorsun, hırsızların almasından korkmuyor musun?” diye soruyor. Bizimki kendinden emin “Nasıl çalabilirler ki?” dediğinde alttaki adam: “Aha böyle binerler, kontağı çevirirler ve çalarlar” deyip kayıplara karışıyor.

Cesaret evet, peki soğukkanlılığa ne demeli? Kari-koca gece evlerine döndüklerinde koridorda bir adamla karsılaşırlar. Bir anlık şaşkınlıktan sonra yabancı adam bayana dönerek “Madem bu geceyi kocanla geçirecektin, niye beni çağırdın?” diye hışımla sorar ve kızgınlığını belirten bazı hareketlerle evden bir anda çıkar. Tabi kari-koca bu olaya bir anlam veremez. Daha sonra erkek, karısına bu olaydan ötürü bir hayli kızar ve hatta onu boşayacağını söyler. Aradan bir kaç gün geçtikten sonra Karakol’a çağırılan karı-koca, yakalanan suçlu ile yüzleştirilir ve olayın aslında bir hırsızlık olduğu anlaşılır.

Bu hünerlerin(!) zamane hırsızlarında olduğunu düşünüyorsanız yukarıda bahsi geçen kitaptan bir örnek daha aktaralım:
Yüzyıllar önce hırsızlığı meslek edinmiş bir adam girmesi kolay, zarif evlerin kapısını anahtarsız açarak içeri girerdi. Bir odasına, tavla oynanılan yere benzer şekilde hafif bir çukur açardı. Sanki bir insanla oyun oynuyormuşçasına oraya birkaç ceviz serperdi. Sonra içinde iki yüz adet ceviz bulunan bir torba çıkarıp onu çukurun yanına koyardı. Sonra evden taşıyabileceği kadar eşya toplayıp bir şeye sarardı. Ev sahibi durumun farkına varmazsa sessizce çıkardı. Ancak ev sahibi görürse elindekileri bırakıp kaçardı. Şayet ev sahibi yaman biri olur da üzerine atlar, yakalamaya çalışır ve “Hırsız!” diye bağırırsa ve komşular oraya toplanırlarsa ona yönelerek şöyle derdi: “Ne kadar da kalın kafalısın ve sorunlusun. Bir ay boyunca seninle cevizine kumar oynuyordum. Beni yendin ve elimde ne var ne yok hepsini aldın. Vallahi seni komşularının önünde rezil edeceğim. Şimdi de seni yenince hemen çığlık atmaya başladın. Ey fakir! Ey aptal! Aramızda kumar oynadık. ‘Sana ihanet ettim’ de, ben de çekip gideyim.” Bunun üzerine komşular: Bu adam kumardaki yenilgisini hazmedememiş, sonra tutup şu adama hırsızlık ithamında bulunmuş, diyorlar ve aralarını ayırıp hırsızı dışarı çıkarıyorlardı.

Kimse hırsızlarda zekânın pırıltılarını inkâr edemez. Sorun doğru yerde Hırsızlıkla ilgili son örneğimiz günümüzden:

Hırsız evin çatısına çıkmış. Antenin kablosunu kesmiş. Salonda televizyon izleyen evin erkeği, bir iki kurcaladıktan sonra “Televizyon bozuldu” diyerek yatıp uyumuş. Evin beyi sabah kalkıp işe gittikten yarım saat sonra kapı çalınmış. Evin hanımı kapıyı açmış. Karşısında bir genç: “Yenge, beni enişte gönderdi. Televizyon bozukmuş. Onu alın tamir ediverin dedi” demiş.Evin hanımı tıpış tıpış televizyonu vermiş. Akşam kocası eve dönüp televizyonu göremeyince hanımına sormuş. O da olanları anlatmış. Adam “Gitti bizim televizyon” diye başlamış dövünmeye. Aradan iki gün geçmiş. Adam evin balkonunda pijamalarını giymiş kahvesini yudumluyor. O sırada evin önünden ıslık çala çala bir genç geçiyormuş.Evin hanımı genci görür görmez basmış feryadı: “Bey bey kalk. Bizim televizyonu götüren buydu!” Adam pijamalarla fırlamış dışarı. Hırsız önde adam arkada başlamış bir koşuşturmaca. Aradan beş dakika geçmemiş evin kapısı çalınmış. Kapıda bir başka genç:“Yenge ben polisim. Enişte hırsızı yakaladı. Şuanda karakoldalar. Enişte pantolonuyla cüzdanını istiyor” yenge gitmiş, pantolonla cüzdanı da tıpış tıpış vermiş. Bir süre sonra evin adamı pijamalarıyla, nefes nefese evin kapısındaymış. Tabii ortada ne hırsız var, ne karakol ne de polis…

Evet, son örneği de verdikten sonra geldik yazımızın sonuna. Yazar yazıyı hırsızlığı övmek için yazmamıştır. Bu kadar hırsızlık hikâyeleri, örnekleri elbet bir yere bağlanacaktır diye düşünen okuru tebrik ediyorum. Gözüme girdiğini diğer tüm okurların huzurunda ilan ediyorum. Yazımızın ahirinde altın kıymetinde bir öğüt vardır nitekim. O da şudur:

Hırsızın zekisine dikkat edeliiim! Bunun yanındaaa hırsızın aptalınaaa daha çok dikkat edelim! Kim mi hırsızın aptalı? Hırsızın aptalııı, kendisi bile farkında değilkeeen, başkasının en değerli şeyini çalandııır! Pekiii, bir insanın en değerli şeyi nedir? Zamanıdııır! Boş işlerleee, gereksiz lakırdılarlaaa zamanınızı çalan hırsızlaraaa dikkaaat!. Malın, mülkün yeri dolar. Fakat zamanın aslaaa!