İki saniye sonrasına garantimiz olmayan bir hayatımız için fırıldak olmaya gerek yok!” M. Y. Huşeng bey arabasından inerken devleşmiş özgüven

İki saniye sonrasına garantimiz olmayan bir hayatımız için fırıldak olmaya gerek yok!”
M. Y.
Huşeng bey arabasından inerken devleşmiş özgüveni, salyaları akıtan hırsı, iğrençleşmiş kibri ve minnacık kalmış onuruyla birlikte indi. Yıl 2014’ dü… Bu yıl kurulmuş ve herkes tarafından tek başına iktidar olması beklenen Feşmekân partisinden adaylığı kesinleşiyordu. Parti başkanı ile daha biraz önce telefonda görüşmüş “Hüşeng bey yarın duyuracağız. İlinizin milletvekili adaylarımı içinde birinci sıradasınız” demişti. Ve bu cümle tekrar tekrar kulaklarında çınlayıp duruyordu Huşeng beyin. Milletvekili olması an meselesiydi yani. Bu kadar kalabalık gezmesinin sebebi işte bu büyük haberdi.
Evinin kapısını açıp içeri girerken hala aklı adaylığındaydı. Haber kanalarında alt yazı ile isminin geçmesini düşündü. Sanki ekrandan değil de gözlerinden geçiyordu o parlak cümle: Feşmekân Partisinin birinci sıra milletvekili adayı: Huşeng Görgör. “Ulan ne acayip bir şey bu be!” dedi kendi kendine. “Hayali bile 1000 volt elektrik çarpmasına bedel”
İçeri girdi, marka ceketini vestiyere astı. Evdeki sessizlikten saati ancak fark edebildi. “Gecenin nedeyse dördü olmuş ” Evdekiler çoktan uyumuş olmalılardı. Bir an içinden bağıra bağıra: “Uyanın millet! Bu evde artık bir milletvekili var” demek geldi ama son anda durdurabildi kendini. “Milletvekili, evet şimdilik milletvekili, belki yarın bakan, belki de…” Düşünce rotasını çoktan hırsına teslim etmiş hayal denizinde açılıvermişti Huşeng bey… Ruhuna tırnaklarını geçirmiş canavarı görmesine imkân yoktu.
Bir ara duvarda asılı duran fotoğrafını fark etti. Kasketinin altında hayatın yoksulluğun ve acının ezdiği yüzü kırış kırış olmuş bir Anadolu insanının, babasının fotoğrafıydı bu. Baktı, baktı, baktı…“Hey Nalbant Kerim hey!” dedi. “Nalbandın oğlu bu gün milletin vekili…” Fotoğrafı elinde aldığında çocukluğunu hatırladı. Sınıfını belgelerle geçtiğinde akrabalarının “Maşallah! Aha bu çocuk bööyük adam olucu ha! Bakın görüceksiniz hem de çok böyük…” dediğini sanki tekrar duyuyordu. Çocuklara has bir mutluluk hissediyordu içinde. “Haklı çıkmadılar mı?” diye fısıldadı kulağına bir ses. Huşeng bey kafasını sallayarak onayladı…
Uyuyacak gibi değildi. Balkona çıkıp caddeyi seyretmek istedi. Gözü bilbortlara takıldı. Birkaç gün sonra orada kendi resmini görür gibiydi. Şöyle takım elbiseli, kravatlı. Dudaklarında kendinden emin bir gülümseme ve tabiî ki eliyle ufku işaret eder şekilde… Yanında da büyük puntolarla: Birinci sıra Milletvekili adayı Huşeng Görgör. İçi bir kere daha gıcıklandı müstakbel vekilin. Yumruklarını sıktı. “Başardım işte başardım. Buraya kadar!”
Huşeng bey vekil olmak uğrunda neler yapmamış, kimlerin ağız kokusunu çekmemişti ki. Normalde adını atmayacağı yerlerde sabahlamıştı. Çalmadığı kapı kalmamıştı. En çok da günahı kadar sevmediği adamlara efendim demesiydi ona koyan. Bir aydır zoraki gülümsemeleri yüzünden çenesi ağrıyordu. Bazı seçmenlerin pis ellerini(!) sıkarken akşam evdeki sabunu düşünmüştü kaç kere. Seçimden sonra hatırlamayacağı kişilere adıyla hitab edebilmek için ne zihin yormuştu. Bir vatandaşın hakikatten sevilen ve hizmet etmiş bazı siyasileri hatırlatıp “Onlar gibi olacaksın değil mi?” dediğinde: “Tabiî ki” demişti, Sonra da yüzünde hilekâr bir sırıtış belirmişti…
Fakat dayanmalıydı beyefendi. “Beklenen an gelecekse çekilen çile(!) kutsaldı” Hele bir seçilsin, koltuğun sıcaklığı ve paranın sesi bütün bu dertleri unutturması kolaydı.
Huşeng bey tadından doyamadığı hülyalarına o kadar dalmıştı ki elinde tuttuğu içkisini ancak fark edebildi. Fark etmesiyle büyük bir korkuya kapılması bir oldu. Büyük suç işlemiş de yakalanmış biri gibi ensesi alev alev yandı. Kalbinin ritmi yükseldi. Aceleyle kolaçan eti evini “Oh” dedi “Kendi evdeyim ya hu!” Muhafazakâr bir parti değildi partisi ama seçmene yine de dindar görünmeliydi. Neler neler demişti halka... Sesini yüksek tona ve kalına ayarlayıp “Elhamdülillah Müslüman’ız. Benin ninem de hacca gitmişti” gibi sözler dilinde pelesenk olmuştu. Namaz vakitlerinde büyük camilerde görünmek için az koşmamıştı garibim.
Anlaşılacağı gibi Huşeng bey’in manevi taraklarda bezi yoktu. Daha doğrusu hiçbir tarakta bezi yoktu. O “her taraftı” ama bir taraflara geçerek “bertaraf” olmamıştı. Tarlasını yağmur yağdığı tarafa ustaca taşımasını bilmişti hep… Öyle ki beyefendi Feşmekân partisinden ismi gösterilmese başka planları bile hazırdı. Bütün partiler için cımbızla hazırladığı sözleri vardı. Mesela Türk bayrağını yakasından hiç düşürmemeliydi. Mesela işçilerin yanında duran, hak ve özgürlük kelimesinin geçtiği sloganları çok kullanmalıydı. Demiştik ya önemli olan yağmurun nereden yağdığıydı. Tarlayı taşımaktan kolay ne vardı? Kimsenin olmadığını bilmek içkiye tad mı getirmişti ne?
Taze vekil daha ne zaman kadar bu düşünceler içinde kaldı bilinmez. Neredeyse sabah olacaktı. Pahalı gömlek kravat hala üzerindeyken tuvalete doğru yöneldi. O an bir ömrün en ilginç ve önemli anının yaşanmak üzere olduğunu kim bilebilirdi?
Huşeng bey hayallerin dumanında WC’ye değil de Roma’ya zaferle giren Sezar gibi görünüyordu. Adımını terliğe geçiriyordu ki ıslanmış terlik birden ayaklarının altından kayıverdi... Hüşeng bey o kadar hazırlıksız yakalanmıştı ki kafasını önce duvara sonra da yere çarpmaktan kurtaramadı. Büyük bir gürültü oldu. Müstakbel milletvekili tuvaletin zeminine bir çuval gibi yığılıverdi. Ve Huşeng Görgör oracıkta ölüverdi! Evet, evet bir iki saniye içerisinde büyük adam Huşeng Görgör bu dünyadan gidiverdi. Hem de Tuvaletten!
Daha milletvekili olacaktı, dalkavuklar iltifat edecek, kendini vazgeçilmez görecekti. Alkışlar kulağını sağır edecek, paracıklarını sayacaktı. Parmakla gösterilecek, hep ondan bahsedilecekti… Ecekti-acaktı… Ama bunların hiçbir olmayacaktı. Çünkü Huşeng Görgör biraz önce, tuvalette ansızın ölmüştü.
Şimdi helânın bir köşesinde öylece cansız yatarken başucunda onu bekleyen yetim kalmış hayalleriyle duruyordu. Görmeniz gerekti. Ne kadar da kalabalıklardı?