Epey zaman önceydi. Belki de kitaplarımın çıktığı ilk zamanlardı. Heyecanla ve biraz da çokbilmiş bir edayla etrafıma telkinler veren yazılar yazı

Epey zaman önceydi. Belki de kitaplarımın çıktığı ilk zamanlardı. Heyecanla ve biraz da çokbilmiş bir edayla etrafıma telkinler veren yazılar yazıyordum.

Orhan Pamuk’un; Dostoyevski için, “Hayatı okuyucudan daha çok bilen ve o çok görmüş geçirmiş baba yazar tavrını bıraktığı için büyük yazar olmuştur,” gibi bir cümle kurduğunu okumamıştım henüz.

Yine benzer, ukalaca bir yazıdan sonra, kadın bir büyüdüğüm, “Buyurgan bir şekilde salladığın o parmağını okuyucunun üzerinden çeksen, iyi edersin!” diyerek beni güzel, kısmen de sert bir şekilde uyardı. İnsan içi falan dinlemedi… Ben de boyunduruğu yerden almış oldum böylelikle.

Bu yüzden o günden sonra okuyucudan daha çok bilmediğimi, uyarılarımı kendime saklamam gerektiğini ara ara kendime hatırlatıp durdum.

Hâlâ aynı fikirdeyim. Çünkü olağanüstü şeyler söyleyen, sadece bunu yazıya dökmeyi beceremeyen ya da disiplinle çalışacak zamanı olmayan (benden daha iyi) çok insan gördüm bu güne kadar... Yani kimse kimseden çok fazla şey bilmiyor bu hayatta. Hele ki bu devirde…
***
Lâkin şimdi, belki biraz gözlemlerimden yola çıkarak birkaç şey söylemek istiyorum parmağımı okuyucuya doğru doğrultmadan, kendime çizdiğim sınırları ihlal etmeden ve görmüş geçirmiş baba yazar tavrı takınmadan…

Siz, kendi kıymetinizi bilmezseniz, diğerlerine şefkat duymayı abartırsanız, başkaları için uğrak noktası, bir güzergâh olmaktan kurtulamayacaksınız.

Maddi ve manevi yükümlülüğü olan, alık salık insanlar girecek hayatınıza… Hakkı verilmemiş ve içi doldurulmamış şeyler söyleyerek kendilerini şirin gösterecekler. İnsana olan inancınızdan ve bireye yüklemiş olduğunuz manadan dolayı, saygınızı, sevginizi kazanacaklar.

Fakat örneğin, Mustafa Kemal Atatürk’ü öven, anlamaya çalışan, ona hak veren ve yaptıklarını doğru bulan şeyler söylediğinizde kökleşmiş inançlarını da alıp çıkıp gidecekler yaşamınızdan. Çamurlu ayaklarının izi kalacak ama ta orada… Siz çok sonra farkına varacaksınız bir şeylerin…

Veya makrodan bakmasını, iç yüzünü görmesini, olayları irdelemesini ve son sürat yol alırken “bir dakika, ne oluyoruz’ demesini bilmediğiniz sürece, hep ‘bir sonraki, eskiyi unutmak için teselli bulunan yeni sevgili/arkadaş’ olmaya mahkûmsunuz.

İster âşık olsun ister dost, başkalarıyla istediğini yaşayacak, dilediği gibi düşüp kalkacak onlarla arası bozulduğunda, yan yattığında, çamura battığında, can havliyle koşturup size gelecekler…

“Şöyle seviyorum, böyle ölüyorum, bildiğin gibi değilim, sen benim her şeyimsin, falan filan,” diyerek kendi halinde, günlük güneşlik yaşamınızı işgal edecekler.

Yani dedim ya, bir sonraki olacaksınız… Başkasının artıkçısı… Gerektiğinde yararlanılmak, kullanılmak üzere bir kenara ayrılmış olan, fazladan bulundurulan… Burnunun ucundaki gerçekleri göremeyen kocaman bir andavallı…

Tabi bazan yanılıp yenilip acıttığınızda, kanırttığınızda, suçladığınızda, bir şeyleri gördüğünüzü fark ettirdiğinizde ve (kimi zaman) gerçekleri avaz avaz haykırdığınızda, kuş beyinleriyle sizi kendi silahınızla vurmaya çalışacaklar.

Tabir yerindeyse yatırım yaptıklarınız, uğruna acı çektikleriniz, insan yerine koyduklarınız, her şeyi bir kenara itip değer verdikleriniz; düşmanlarınızla, o nefret ettiğiniz insanlarla iş tutup aynı çatı altında bulunmaktan geri kalmayacaklar.

Siz de (başka şeyler elinizden gelmiyorsa eğer) şaşkınlıkla birlikte, içiniz sızlayarak uzaktan bir yerlerden bakacaksınız.

Evet, fazlasıyla budala insanlar teşrif edecek yaşamınıza… Sizin onlara yapmış olduğunuz iyilikler mecburiyetmiş gibi algılanırken sizin payınıza ‘balık bilmezse’ diye başlayan gerçeklikten yoksun, dünyalık geri dönüşlerden uzak, teselli armağanı bile olmayacak cümleler düşecek...

Siz kendi ederinizi biçmediğiniz sürece emri vaki yapıp sonra da şark kurnazlığıyla ‘emri vaki yapıp yapmadıklarını’ soracaklar size. Başka şeyler düşünen, anlamdan ve kavramaktan uzak gözleriyle sizden ‘hayır’ yanıtı almayı bekleyecekler kendilerini rahatlatmak için…

Sizinle söküklerini dikecekler, yaralarını iyileştirecekler, üstlerindeki kirli kıyafetleri çitileyecekler ve sonra, kendilerine son bir defa çeki düzen verip sırıtarak (artlarına baka baka) yollarına devam edecekler…

Siz yine sevgili kendiniz ile baş başa kalacaksınız… Yalnız ben bu duruma, işte tam burada itiraz ediyorum. Biz bu yaşama daha çok kendimizle alakalı şeylerle iştigal etmek için gelmiş olmalıyız.

Başınıza küçücük bir iş geldiğinde, biraz sallandığınızda, sendelediğinizde sizden uzaklaşmak için bahaneler arayacak kadar istismarcı insanları (iyi günlerde) doyurmak, emzirmek, eğlemek, pışmışlamak için buralarda dolandığımızı sanmıyorum.

Hayatı okuyucudan daha çok bilen ve o çok görmüş geçirmiş baba yazar tavrıyla demiyorum ama bütün bunları… Bazı şeyleri kendisi de başaramamış Dostoyevski’nin yolundan giderek, arkadaşça, kardeşçe söylüyorum.