Bayramların yediden yetmişe herkese sevinç, mutluluk ve hatta umut verdiği malumdur ki, bir şarkıda hayat bayram olsa, diye bu arzu pek güzel dile getiri

Bayramların yediden yetmişe herkese sevinç, mutluluk ve hatta umut verdiği malumdur ki, bir şarkıda hayat bayram olsa, diye bu arzu pek güzel dile getirilir. Bu emel gerçekleşse dahi güzel şeylerin çabuk geçmesi gibi bir hakikat mevcut ne yazık ki ve aklınız başınızda ise şayet -ama deliye her gün bayram- bu hal size acı da verebilir.
Şimdi dilerseniz mecazları bir kenara bırakalım sevgili okurlar, malum Kurban Bayramı’nın son günü bugün. Seneye görüşene değin bir güzel uğurlayalım onu, ardından bir sürahi -kovayla israfa hacet yok.- su döküp çocukların dedesine hürmette kusur etmeyelim tabii.
Başa dönersek… Bayramlar içinde Kurban Bayramı’nın yeri bir başkadır. Teferruata geçmeden evvel kelimenin kökenine bakmamız elzem artık. Gene Arapçadan dilimize geçen kurban, aslen “kurb” kelimesinden gelir ve yakınlaşmak, yakın olmak manasındadır ki, dolayısıyla “kurban” da Allah’a yaklaşmak için edilen ibadetin ismidir. Buraya kadar her şey tamam; ancak mesele bundan sonra başlıyor.
Bildiğiniz üzere dünya üzerinde ilahi dinlerden önce de paganist insanlar, doğal afetlere, zulme, kazaya belaya karşı bu usullerde olmasa bile tanrılarına kurbanlar kesmişler. Bu çok kadim ritüel, Müslümanlarla birlikte bambaşka bir boyut kazanmış ve tek ilaha yönelip tamamiyle uhrevileşmiştir. Bu dönüşüme dair zihnimde müthiş canlı anılar var. Çocukken oturma odasının hemen girişine asılı, kurban sahneleriyle dolu, bir elin içinden biraz büyük bir tasvir, ne vakit baksam ürpertirdi içimi. Tasvirin hikayesini aklım erdiğinde anlatmıştı babam ve hiç unutmam, o günden sonra her seferinde ilk kez görüyormuşum gibi baktığım bu resimde hem korku hem de bir ferahlık duyardım. Kanatları pullu, sureti ışıklar içinde bir meleğin -Cebrail- gökten bir koçu, oğlu İsmail’i kurban etmek üzere olan İbrahim Peygamber’e getirişi, işte o müthiş an, İbrahim’in elindeki bıçak ve gözü bağlı İsmail’in hali beni korkulu hayaller içinde bırakırdı. Her Kurban Bayramı yaklaştığında Cibril’in elindeki koça bakar, üzülürdüm. Sonra başka meseller karıştı araya fakat o sahneleri unutmadım hiç.
Eminim, bilhassa kırsalda büyümüş çocukların Kurban Bayramı’na dair böyle hatıraları vardır. Ama bu bayramın bir başka çehresi de var büyükleri ilgilendiren: Kurban meselesi… Ne ulvi bir iddia değil mi? Allah’a yaklaşmak maksadıyla bir varlığı O’nun uğrunda feda ediyorsun. İnsanın hayatında bundan daha büyük bir iddia olabilir mi? Yaradan’la yakınlaşmaya açık açık talip oluyorsun bir ayin vasıtasıyla. Meal, gün gibi ortada işte. Üstelik Yaradan, zorlamıyor da seni; kendi rızanla talip oluyorsun yani O’na yakınlaşmaya. Nihayet zurnanın zırt dediği yere geldik. Peki, bu ibadetin hakkını kurban kesenlerden kaçı veriyor acaba? Yanlış anlaşılmasın, sevap günah tartacak değiliz, ki elimizde mizan yok bir kere. Bizim derdimiz, bu ilahi maksada bakılıp bakılmadığı; daha doğrusu, kurban edenle kurban edilen arasındaki ahvali merak ediyorum ben. Hani bu, dinimizin mühim bir ibadeti ya, kurb amacıyla kesilen hayvan, hakikaten kurban mı oluyor, yoksa derin donduruculara bir güzel istiflenip tatil günleri kırlarda mangala mı konuyor? Vallahi sevgili okur, çok iyi anımsıyorum, eskiden çoğu hakkıyla kurban olurdu, şimdi ise modern çağın yeni bir geleneği olarak maalesef man…gal! Bunun suçu rüyaları, hayalleri dahi donduracak kadar iyi işleyen buzdolaplarında değil herhalde. Hükümetin onca çabasına karşın yeterince ucuzlamayan et fiyatlarında da değil sanırım. Hem zaten bu ibadeti hali vakti yerinde olanlar ifa ediyorsa vaziyet daha başka… Peki, sorun nerede o zaman? Esbab-ı mucibe meydanda efendim: Şeytanlar vesvese veriyor… Ne alaka mı? Elbette bir alakası yok, olamaz da zaten. Sebep, tabii ki niyette, ilahi olana bile aklınca dümen düşünen insan aklının zavallılığında; kurban etinin makbul taraflarını kendi hanesine ayırıp da konu komşuya en yağlı yerleri veya cılız bir zarla kaplı kemik parçalarını vermek gibi; sonra başka gün yokmuşçasına geleneğe uyup kestiği hayvana kurban gözüyle bakmayıp kimselere dağıtmamak gibi kurnazlıklara meyledenlerde. Yahu, hepimiz biliyoruz ki, rahmetli Erol Taş’ın eski bir filminde olduğu gibi, bakır bir leğene tepeleme yığılmış kırmızı etten aldığı bir buda diş geçiremeyecek ne fakir fukara var şu memleketimizde. Ancak sen, sevgili kodaman, hali vakti yerinde yahut ensesi kalın, işte Allah’ın şanslı kulu kardeşim, ağabeyim, bacım, dayım, büyüğüm, eğer sen, lütfeder de hakkıyla payını verirsen, şu bayramı dört gözle bekleyen âdem evlatlarının da boğazından az da olsa B12, protein, demir, fosfor vs. geçebilecek nihayet. Gelin, bari bu sefer kurban kestik, diye millete göstere göstere boğazladığınız hayvanları arka kapıdan no-frostlara dizim dizim dizmeyin. Belki kimseler -mahlûk- görmüyor velakin Hâlik de mi görmüyor sanıyorsunuz? İlahi basardan da şüphesi olan var ise o vakit şu hüküm üstünde düşünsün bir: Hiç körle gören, bir olur mu?
Ne diyeyim ki daha? Kurban Bayramı’nın tüm insanlığa barış ve huzur getirmesini dilerim. İyi bayramlar sevgili okurlarım…