Sivrihisar’da, karayolunun kenarında otobüsten indim. Bariyerlerden atladım. Ortalığı sulayıp çimleri biçen belediye işçilerinin yanına uğradım.

Sivrihisar’da, karayolunun kenarında otobüsten indim. Bariyerlerden atladım. Ortalığı sulayıp çimleri biçen belediye işçilerinin yanına uğradım. Merkeze nasıl gidebileceğimi sordum. Fikir alış verişi yaptıktan sonra, belediye işçilerinden birisi, özel bir aracı durdurdu ve beni onunla yukarıya gönderdi.

Arabasına bindiğim kişiyle biraz muhabbet edince, benim dosdoğru belediyeye gitmemi ve orada, mutlaka bana yardımcı olacaklarını söyledi. Kendisinin de postanenin arkasında, kahvesinin olduğunu, işim bitince çay içmeye beklediğini de ekledi.

Daha önce bir Kültür ve Turizm Müdürüyle yaşadığım 'sulu tarım' konusunu yazmıştım... Bu yüzden, bir zaman belleğim Nasrettin Hoca’nın Heykelleriyle meşgul olduktan sonra, Sivrihisar Belediyesine ikircikli bir şekilde girdim. Fakat daha danışmadayken tebessüm ve alaka gördüm.

İkinci kata, sağdaki birinci odaya çıkmam söylendi. Ben hareketlenirken gerekli yere telefon edildi. Merdivenlerden çıkar çıkmaz bir personel geldi ve “Müdüre Hanımın önemli bir işinin olduğunu, ama biraz sonra geleceğini” söyledi. Bir kenara konulmuş siyah, deri koltuklardan birine oturdum.

Bir süre, Başkan’ın yanından çıkmasını beklediğim, Kültür ve Sosyal Hizmetler Müdürünün odasına, biraz çekinerek girdim. Nereden ve neden geldiğimi, kim olduğumu anlattım ona.

Meriç Okur Hanımefendi, o sabah Almanya'dan dönmüş olmasına ve başka acil işlerle uğraşmasına rağmen, benimle içtenlikle ilgilendi. Bana bir çay ısmarladı ilkin... Bu arada telefon etti, hemen bir personelini çağırdı, ona ne yapması gerektiğini söyledi. Vakit yitirmeden sahaya inmeliydik.

Belediye binasından çıkarken, yine herkes gülümsüyordu ve her şey çok hızlı gelişiyordu. Sanırım bunu beklemiyordum. Bir an, yanına gittiğimde, sanki ben ‘sulu tarım’ yapmaya gelmişim gibi bana garip ve alakasız davranan Kültür ve Turizm Müdürünün kulaklarını çınlattım.

Seda Sakarya ile birlikte, Kasaba romanımın kahramanı Nihan’ın da bir zamanlar gezdiği, alış veriş yaptığı, eksiklerini gediklerini hallettiği sokakları adımlamaya başladık. Bir yandan da Sivrihisar’ın kültürel yapısı ile ilgili sohbet ediyor, son zamanlarda yapılan güzelliklerden bahsediyorduk.

Ulu Camiye girdik ilk önce... Mabet, ahşap direkli camilerin Anadolu’daki en eski örneklerinden biriymiş. Selçuklu döneminden kalmaymış… Dikdörtgene yakın bir planı olan camide, çatıyı 67 kayın ağacından direk taşımaktaymış. 67 rakamının da kendine göre, manevi hikmetleri varmış. Caminin minberinde de hiç çivi kullanılmamış, tamamen geçme usulüyle yapılmış minber…

Oradan Alemşah Kümpetine geçtik… Kümbet, İlhanlıların Anadolu Selçuklu Devletini istilası zamanında yapılmış tipik bir Türk Mescidiymiş. Anadolu’da ayakta kalan nadir kümbetlerdenmiş.

Ermeni Evlerini, camisi işgalde yıkılan Kılıç Minareyi, Metin Yurdanur’un Açık Hava Heykel Müzesini, 1881’de yapılmış, farklı bir akustiği, bölmeleri, vaftiz odaları olan Ermeni Kilisesini gördüm.

Ermeniler; Kırım Savaşından sonra Kafkasya’dan getirilmişler. Sivrihisar’ın kültürüne fazlasıyla katkıda bulunmuşlar. 1916 yılında da topluca Suriye’ye göç etmişler. Bunları dinlerken, 1899 tevellütlü Saat Kulesinin olduğu yere doğru çıktık ve oradan şehrin manzarasının keyfine daldım.

Zaimağa Konağında, Ankara dışında ilk İcracı Vekiller Heyeti (Bakanlar Kurulu) toplantısının yapıldığını, bu görüşmelerin birine Sovyet Rusya Büyükelçisi Aralov Zonaryev ile Azerbaycan Büyükelçisi İbrahim Abilov’un da katıldığını öğrendim. Ve bu memleketin nasıl ve ne şartlarda kurtulduğunu, kurtuluş savaşında ne çileler ve yokluklar çekildiğini bir kez daha, minnetle hatırladım.

Konakta bir ziyaretçi defteri vardı. Deftere “Zaimağa konağını gezdim gördüm. Buranın rehberi Buse Kalır Hanımefendi de bana çok yardımcı oldu. Bu ülkenin ne şartlarda kazanıldığını anladım, tekrar idrak ettim. Bunu anlamayanlar veya hâlâ bir şeyleri idrak edemeyenler, gelsin Zaimağa Konağını tekrar gezsin... Bu konağı bu hâle getiren, ziyarete açan, bu işte emeği geçen herkese; başta Belediye Başkanımıza, Kültür ve Sosyal Hizmetler Müdürü Meriç Okur’a ve bana refakat eden Seda Sakarya’ya çok teşekkür ederim,” yazdım.

İyi ki Meriç Okur'a gitmişim. Kendisine ve bana refakat eden Seda Sakarya'ya saygılarımı sunarım. Ben, roman kahramanımın ayak izlerini ararken, onlar tüm Sivrihisar’ı gösterdiler bana.

Karanlık basıyordu ve soğuk da kendini hissettiriyordu. Tavşanlı’daki gibi fiyatı uygun bir otel buldum kendime. Eşyalarımı koyduktan ve biraz dinlendikten sonra tekrar dışarıya çıktım.

Kafamda “Nasrettin Hoca’nın sandukasını görmeliyim, Balıkdamı Kuş Cennetine varmalıyım, Çardak Hamamına gitmeliyim, Antik Pessinus’da da bulunmalıyım, kesinlikle Bamya Çoprası ve Kelem dolması tatmalıyım, Akbaş Çoban Köpeğini de araştırmalıyım,” gibi düşünceler vardı.

Belediyenin karşısındaki meşhur Koca Usta’nın Lokantasında yemek yedim. Oradaki gençler ve Mehmet Kılıçaslan çok yardımcı oldu. Benimle merakla konuştular. Mehmet Bey bana, faydalanmam için, amcası Ahmet Kılıçaslan’ın yazdığı ‘Sivrihisar Örf ve Adetleri’ kitabını hediye etti.

Karnımı doyurduktan sonra, sora sora postanenin arkasındaki kahveyi buldum. Beni merkeze getiren arkadaş ile gezimden, yazarlıktan konuştuk. Belediyeye gitme fikrini verdiği için bir daha teşekkür ettim ona. Bir müddet oturduktan sonra yorgunluk belirtileri başladı ve otelime kalktım geldim.

Yeri geldi, misafirim diye benden çay ve yemek parası almadılar. Yeri geldi yabancı olduğuma bakmadan teklifsizce sohbet ettiler benimle. Güler yüz, samimiyet ve insanlık buldum Sivrihisar'da...

Daha bir yığın görülecekleri olan yere, Nasrettin Hoca'nın ve Yunus Emre'nin memleketine, erenler/ahiler/loncalar şehrine gidin, sırtını yalçın kayalara yaslamış Sivrihisar’ı mutlaka görün...