"ÖĞRETMEN BİR KANDİLE BENZER, KENDİNİ TÜKETEREK BAŞKALARINA IŞIK VERİR." - M. Kemal Atatürk

Akıllı tahtanın mucidi Dilek Hanım; Öğretmenlik kariyeriniz nasıl başladı?

Estağfurullah! Pek mucit demeyelim ama aslında akıllı tahtayı ilk defa Kadıköy bölgesindeki devlet okullarına getiren kişi olduğum doğrudur. Öğretmenlik hayatıma 2002 Yılında başladım. Daha önce 6 yıl kadar özel sektörde çalıştım, İnsan Kaynakları Müdürlüğü yaptım. Daha sonra asıl mesleğim olan İngilizce öğretmenliğine dönmeye karar verdim. Aslında öğretmenliği çok seviyordum ama şartlar beni o günlerde oralara sürükledi diyelim. Fakat şu anda öğretmen olduğum için son derecede memnunum.

Hiç doğu bölgelerinde ya da İstanbul dışında görev yaptınız mı?

Doğu bölgesinde görev yapmadım ama İstanbul’un dışı olarak kabul edilebilecek – gerçi şuan Ümraniye tarafları uzak kabul edilmiyor – ama benim çalıştığım dönemlerde gerçekten İstanbul dışı kabul ediliyordu. İlk atamam orası oldu, Ümraniye’de başladım. Gerçekten zorlu şartlar altındaydım, oldukça uzakta gittiğim yer evime ve okulun durumu da çok iyi değildi. Doğu kadar olmadı belki ama başlangıç için, yeni bir öğretmen için oldukça zorlu şartlardı.



Eğitim sizin için neyi ifade ediyor?

Eğitim aslında çok büyük bir dünya. Eğitim demek aslında sadece bilgiyi vermek değil, günümüzde sınava hazırlamak olarak kabul ediyor. Çünkü hiçbir sınav olmadan ne liseye, ne üniversiteye veya mesleğe bile geçemiyorsunuz. Sistematik olarak bir sınav durumu var fakat sınava hazırlanmak değildir eğitim. Eğitim aslında bir çocuğa davranış değişikliği yaşatmaktır. Doğruyu, iyiyi, güzeli, hayatı öğretmektir, tabi bunun yanında da her öğretmenin kendi konusuyla alakalı doğru bilgiyi doğru şekilde aktarmasıdır. Bir de günümüzde, internet çağında yaşıyoruz. Bütün çocuklarımız teknolojiyle iç içe doğuyorlar, doğdukları andan itibaren her türlü iletişim ağının içindeler, telefonsuz yaşayamıyorlar. Aslında bilgiye nasıl ulaşabileceklerine ihtiyaçları var. Öğretilmesi gereken doğru bilgiyi nerede? Ne şekilde? Bulabilecekleri. Herhangi bir öğretmen olmadan bile, siz internette ilgili meşhur paylaşım sitelerine girerek her türlü bilgiyi alabiliyorsunuz. Ama bilgi kirliliği de çok fazla var. Öğrendiğiniz, gördüğünüz bilgilerin doğru mu? Yanlış mı? Farklı yönlere mi götürecek? Bunu ayırt etmeyi öğretmek gerekiyor çocuklara. O nedenle eğitim biraz da teknolojiyi doğru kullanmak ve doğru şeyi, doğru yerde bulmayı öğretmektir diyebiliriz.

Öğretmenlik kutsal bir meslek, öğretmenliğin hayatınıza kattığı en önemli şey ne oldu?

Öğretmenlik günümüzde kutsallığı biraz unutulmakla beraber, benim için hala öyle. Benim bütün öğretmenlerim, aynı şekilde kızımın öğretmenleri benim için çok kutsal. Öğrencilerim bana bunu yaşatıyorlar, 2002 Yılından beri birçok öğrencim oldu. Çok fazla öğrenci yetiştirdim, ben orta öğretim kademesinde çalıştım. Ortaokulda, ondan sonra kısa bir süre ilkokul’da çalıştım, lise’de hiç çalışmadım. Onların temelden gelişmesini görmek, onların ileride bana dönüp, beni hatırlamaları, ‘bize öğrettiğiniz şeylerle şu anda bir yerlerdeyiz, bunları bir yerlerde kullanıyoruz, sayenizde bir yerlere geldik’ demeleri bunların hepsini manevi bir duygu. Maddi tarafı çok kuvvetli olmayan ama manevi tarafı oldukça insana haz veren bir meslek diyebilirim.

Şuan emekliye ayrıldınız. Bilgi hazinenizi özel derslere saklıyorsunuz. Emekliye ayrılmak sizin tasarladığınız bir şey miydi?

Aslında şöyle söyleyelim; teknik olarak emekli sayılmıyorum, yaşı beklediğim için (Gülerek) Ama tabi ki uzaklaşmadım. Sadece belli saatler içerisinde, belli bir yere bağlı olarak çalışmıyorum. Home ofis, yani kendi tabirimle evde mesleğimi götürmeye çalışıyorum. Yine özel öğrencilerim var, Youtube üzerinde özel bir kanalım var ve yaklaşık 13 bine yaklaşan bir takipçim var. Yani öğrenci sayım bir sınıfın içindeki 40 öğrenciden, 13 bin öğrenciye çıktı diyebilirim. Türkiye çapında hatta Türkiye dışında bile derslerimi izleyen öğrencilerim var. Ben sağlık nedenleriyle ayrıldım. Rahatsızlığımdan dolayı okula devam edemedim. Fakat kendimi iyi hissettiğim anda öğretmenliği asla bırakamayacağımı her zaman düşündüğüm için, bu şekilde devam ediyorum. Şu anda aslında çok daha mutluyum, çünkü 30, 40 kişiye faydam olacakken yaklaşık 13 bin hatta çok daha fazla kişiye ulaşarak yardımcı olabiliyorum. Bunu da bana yorumlarıyla öğrencilerim hissettirebiliyor. Bir de şu var; ben artık biraz da danışman kısmına geçtim. Yılların verdiği bir tecrübe var tabi, çok fazla yaşanmışlık var ve bunu yeni öğretmen adaylarıyla veya mesleğinde kendini geliştirmek isteyen öğretmen arkadaşlarımla paylaşıyorum. Yeni ufuklar açmaya çalışıyorum. Bu da sadece belli yaş grubundaki öğrencilere değil, meslek sahibi olan öğretmenlere de biraz eğitimcilik yapıyorum diyebilirim.

Özel okullarda çalışmayı mı tercih ederdiniz? Yoksa devlet okullarını mı?

Özel okulda çalışmayı hiçbir zaman düşünmedim. Her zaman devlet okulu tercih ettim, çünkü eğitim de eşitsizlik olduğunu düşünüyorum. Özel okullardaki öğrenciler her türlü imkanı ellerinin altında bulabiliyorlar ama devlet okulunda her zaman bu şartlar olmuyor. Bu nedenle ben kendi bilgimi ve tecrübelerimi devlet okulundaki öğrencilere vermeyi tercih ettim her zaman.



İngilizceyi diğer derslerden ayıran özellik ne? Neden İngilizce öğretmenliği?

İngiliz çok özel bir derstir, yetenek gerektiren bir derstir. Şu anda maalesef yeni sınav sisteminde henüz açıklanmamakla birlikte, temel ders dahi kabul edilmemiş olmasına rağmen, İngilizceyi öğrenebilmek için öncelikle bu dersi çok sevmeniz gerekiyor. eğer dil yeteneğiniz varsa o zaman zaten çok daha kolay öğrenebiliyorsunuz. Ama benim yeteneğim yok, öğrenemez miyim acaba? Çok doğru bir şey değil, çünkü çalışarak her şeyin başarılabileceğine inanıyorum ve ben her zaman öğrencilerime asla ‘İngilizce zor, ben bir şey anlamıyorum demeyin, çalışarak ve üzerinde durarak her zaman her şeyi başarabilirsiniz’ diyorum. Bunu da bana gösteriyorlar. Bir lisan bir insan derler biliyorsunuz, Türkiye’nin dışına çıktığınız zaman, dünyanın her yerinde İngilizce konuştuğunuzda sizi anlayabiliyorlar. Afrika’ya gidin, Amerika’ya gidin, Japonya’ya gidin evet lisanları farklı, İngilizceyi anlayabiliyorlar ve her meslekte İngilizce sizi başarıya götüren unsur oluyor. O yüzden de hangi mesleği seçerseniz seçin, sayısalcı olun, sözelci olun ama İngilizceyi hiçbir zaman boşlamayın diyorum.

Öğretmen olmanız kızınızla ilişkinizi nasıl etkiliyor? Yeri geldiğinde otoriter bir öğretmen gibi davranıyor musunuz?

Ailede bir öğretmenin olması çocuk için zor. Bunu bütün öğretmen arkadaşlarım kabul edeceklerdir. Sınıfta otoriter bir öğretmenseniz, disiplinliyseniz çocuğunuza da bu disiplini uyguluyorsunuz. Biraz zaman zaman mükemmeliyetçilik çocukları zorlayabiliyor. Bu anlamda ilişkilerimizde problem yaşayabiliyoruz. Açıkçası kızımın öğretmen olmamdan çok da memnuniyetsiz olduğunu düşünmüyorum. Tabi zaman zaman bunu söylüyor ama yapacak bir şey yok. (Gülerek) Bütün öğretmenlerin çocukları aynı durumdadır.

Sürekli eğitim almayı destekleyen biri olarak öğrenmenin yaşı var mıdır?

Öğrenmenin yaşı yoktur. Kaç yaşına gelirseniz gelin, eğer isterseniz, üzerinde durursanız belki çok 10 yaşındaki, 13 yaşındaki çocuk gibi öğrenme gerçekleşmeyebilir ama herkes kendini geliştirmelidir diye düşünüyorum. Her meslekte, her yaşta herkesin öğrenebileceği bir şey vardır. Belli bir yaştan sonra kendi zevkinize, kendi kültürünüze, yeteneğinize ve özelliklerinize göre bazı şeyleri öğrenmeye başlamalısınız. Çok zorlayabilir bazı şeyleri öğrenmek ama olmayacak diye bir şey yok. 50, 60 yaşında hatta çok ileri yaşta yabancı dil öğrenmeye başlayanlar olduğunu bile biliyorum.



Çocukların derslerle, özellikle 15 – 16 yaş grubunun korkulu rüyası olduğunu biliyoruz. Öğretmenliğin biraz da psikolojiyle alakası var diyebilir miyiz?

Evet kesinlikle! Öğretmenlik psikolojik bir durum. Öğretmenlik sadece bilgiyi vermek değildir. Bir matematik öğretmeni, bir fizik, bir İngilizce öğretmeni dersini sevdirmediği sürece istediği kadar iyi anlatsın, istediği kadar çok bilgiye sahip olsun ama öğrencisi onu takip etmeyecektir ve anlattıklarını öğrenmeyecektir. Bu tecrübeyle sahiptir, eğer dersinizden nefret eden bir öğrenciniz varsa karşınızda, sizi sevsin demiyorum şahıs olarak sizi sevmeyebilir. Matematik öğretmeninize, tarih, felsefe, edebiyat öğretmeninize bayılmak zorunda değilsiniz ama o öğretmeniniz size bir adım yaklaştıysa o zaman siz ona on adım yaklaşıyorsunuz ve yapamayacağınız bir dersi bile başarıyorsunuz. Dolayısıyla öğrenciye dersinizi sevdirmek için psikolojik olarak bir yaklaşımınız olması gerekiyor. üniversitelerde öğretmenlere pedagojik formasyon dersi verirler. Aslında bu çok kağıt üzerinde kalan ve sadece sınavla aktarılabilen bir yapıdır ama siz öğretmenlik yapmaya başladığınızda bu dersin çok daha fazla olduğunu görüyorsunuz. Çünkü çok çeşitli profilde öğrenciyle karşılaşabiliyorsunuz ve hepsine dersi sevdirebilmek için doğru yaklaşım göstermek zorundasınız. Kimine abla olacaksınız, kimine anne olacaksınız, kimine sert, kimine yumuşak olacaksınız bunun nabzını, dozunu, şerbetini ayarlayabilmek için bir psikolog gibi davranabilmeniz gerekiyor. zaman geldiğince öğrenci sizin karşınıza geçip derdini, sıkıntısını sizinle paylaşabilmesi lazım, ailesiyle anlatamadığı bir şeyi belki sizinle paylaşabilmesi lazım. Gerçekten çok kötü durumda olan bir öğrenciniz olabilir. Şu günlerde gençlerin intihara eğilimini görüyoruz, çeşitli uyuşturucu maddelere kaçışını görüyoruz, çaresizliğini görüyoruz çünkü hayatı çok çabuk tüketiyorlar, hızlı yaşıyorlar ve her şeyi çabuk bitiriyorlar. Öğretmen her zaman sınıfta bir psikolog gibi, bir pedagog gibi yaklaşımda bulunması gerekiyor. Öğrenciyle arasındaki ilişki bu şekilde olursa zaten öğrenci o dersi deliler gibi seviyor ve çılgınca çalışıyor. Zaman zaman öğrenciye ‘yeter artık çalışma’ dediğiniz bile oluyor. (Gülerek)

Kızınızın öğrencilerinizi kıskandığı zamanlar oluyor mu?

Şu anda değil, şu anda büyüdü. Artık 15 yaşlarına geldi. Artık kıskanmıyor ama daha küçük olduğu zamanlarda ‘onlarla benden daha fazla ilgileniyorsun’ diyordu. Sanıyorum küçükken biraz kıskançlık olabiliyor.

Öğrencilerle mi uğraşmak daha zor? Velilerle mi?

Valla itiraf edeyim zaman zaman veliler çok zorluyor. Öğrencilerle daha kolay ilgilenebiliyorsunuz veya daha kolay sorunları çözebiliyorsunuz ama sabit fikirli, inatçı, sadece kendi istediği olsun isteyen veliler olabiliyor. Bunlar zaten sizi dinlemiyorlar ve size bilgi almak için değil, kendi fikirlerini empoze etmek için geliyorlar. O zaman da hayat biraz zorlaşabiliyor.

Teog için kitaplar hazırlıyordunuz. Artık Teog kalktı Bu çok tartışılan konu hakkında ne söylemek istersiniz?

Maalesef diyeceğim. Açıkçası Teog da güzel bir sistem değildi, ben liselere geçişte bir sınav sistemi olmasına karşı bir insanım aslında fakat, maalesef çağımızda liselerin tamamı eşit şekilde eğitim vermediği için, eşit kalitede eğitim vermediği için bu sınavlar yapılıyor. Şu anda Teog’un kalkmasıyla gelen yeni sistemin çok karmaşık ve kötü bir sistem olduğunu düşünüyorum. Tam olarak açıklanmaması da bu düşüncemi destekliyor. Şu anda öğrenciler, veliler, hatta Teog’a girmeyecek insanların bile kafası karmaşık. Açıklamalar açık ve net yapılmıyor. Bir şeyler söylendikten sonra düşünülüp tekrar yamalama sistemine gidiliyor. Bunun böyle olmaması gerekiyor. Örneğin Japonya’da bir sistem duydum. Sınav’a giriş sistemini değiştirmişler 2016 Yılında değişikliği açıklamışlar, 2021 Yılında uygulayacağız demişler. Düşünün, aradaki süreci bu sistemi tam olarak oturtmak için harcıyorlar. Biz bir gecede değiştiriyoruz, bir ay içinde açıklıyoruz, açıkladığımız şeyi beğenmiyoruz, gelen tepkiler üzerine sürekli düzenlemelere gidiyoruz. Bu da sınav sisteminin başarısızlığına yol açıyor ve de öğrenciler şu anda çok daha stres altında, çok daha karmaşık. 6, 7 ay sonra sınava girecekler, daha hangi derslerden sınava gireceklerini bilmiyorlar. Bu bile yeter. Bir sistemde sınav var ama hangi dersten hazırlanmanız gerektiğini bilmiyorsunuz. ‘Çalış canım sen nasıl olsa yaparsın’ sistemi şu andaki. Onunda iyi bir sonuç getireceğini düşünmüyorum ve uzun vadeli olacağını da düşünmüyorum.

Öğrenmeye ve öğretmeye devam edecek misiniz? Bundan sonraki planlarınız arasında neler yer alıyor?

Öğrenmeyi asla bırakmıyorum, çünkü çağımız teknoloji devri, çağımız çocuklarına bir şey öğretmek istiyorsak biz de çağı yakalamak zorundayız. Bu bağlamda sürekli olarak kendimi geliştirmeye çalışıyorum. Mesela ben 2003 – 2004 Yıllarında akıllı tahtayı ödül olarak kazandım ve İsveç’e, daha sonra Almanya’ya Smart akıllı tahtanın eğitimlerini almak için gittim. Şu anda orada aldığım eğitimin bile süresi doldu, son kullanma tarihi bitti. Yani bunlar sürekli kendini geliştiriyor. Bu anlamda ben de sürekli teknolojiyi takip ederek, teknolojik ürünleri eğitimde çocuklara nasıl uyarlayabilirim düşüncesiyle devamlı kendimi geliştiriyorum. Konferanslara, seminerlere, toplantılara katılıyorum veya internet üzerinden araştırmalarımı sürdürüyorum. Eğitimi, öğrenmeyi bırakmayacağım gibi öğretmeyi de asla bırakmayacağım. Bir şekilde bireysel olarak internet üstünden ya da farklı platformlardan birilerini eğitmeye devam edeceğim. Çünkü ben öğrendiğim şeylerin bende kalmasını istemiyorum. Ben bu dünyadan gittikten sonra en azından arkamda bazı insanların benim görüş ve düşüncelerimi paylaşarak veya öğrettiğim şeyleri savunarak, hatırlayarak ‘iyi ki öğrenmişim, iyi ki Dilek Hoca bunları öğretmiş. Bak hayatımın bir noktasında buralara gelmemin bir faydası oldu’ demesi bile benim için çok önemli. Ve şu anda eğitimin çok daha önemli olduğu düşünüyorum. Daha çok eğitilmesi gereken insanların olduğunu düşünüyorum, bu her yaşta var. bu nedenle sadece çocuklara değil, çevremde her türlü meslek sahibi insana eğitimle ilgili bir şeyler vermeye çalışıyorum.

Farklılıkları seven bir öğretmen olarak çocukların bir makine olmadığını hepimiz biliyoruz. Bu sistemin içinde körleşen aileler farkında olmadan çocuklarını programlıyorlar. Siz bir öğretmen olarak öğrencilerinizi nasıl rahatlatırsınız? Bundan 10 yıl önce bile çok nadir yapılan bir formülle dersinizin iki saatini, haftanın belirli günleri öğrencilerinize değerli filmler izleterek onlara ders dışında farklı aktivitelerde yaptığınız doğru mu?

Evet doğru! Zaten benim teknolojiyi sınıfa getirmem o şekilde başladı. İlk önce gündem filmlerini, ünlü filmleri ve çocukların sevdiği şeyleri tabi ki onların seyredebilecekleri tarzda (Önce biz izleyerek) seçiyorduk. Daha sonra ilgili kitabı okutarak dersimize uyarlamaya çalışıyorduk. Sonra anladım ki görsellik çok önemli, çünkü çocuklar gördükleri şeyleri asla unutmuyorlar ve bu bağlamda dersimdeki değişikliği bu şekilde başlattım. Bir de şunu eklemek istiyorum: Zamanımızda şöyle bir görüş var, şöyle bir düşünce dolaşıyor ‘akıllı tahtanın önemi yoktur, akıllı öğretmen vardır’ bence akıllı öğretmen teknolojiyi sınıfta doğru kullanabilen kişidir. Sadece duvara tahta asmakla bu olmaz. Onu doğru bir şekilde kullanıp, çocuklara o bilgiyi doğru bir şekilde vermeyi beceren kişi akıllı öğretmendir. Ve bunu tamamen izole edip kötü diye dersten, sınıftan uzak tutmak yanlış bir şeydir. Sınıfta böyle şeylerin kullanılması gerekmektedir. Çocuklarında bunları doğru kullanmaya eğitilmesi gerekir ki teknolojiyi kullanırken sosyal medyada doğru şekilde paylaşımlarda bulunsunlar, çünkü çocuklar bilmiyorlar. Ünlü sosyal medyalara baktığınız zaman - isim vermeyelim- ama hepsinde hatalı paylaşımlar yapabiliyorlar. Birbirlerinin başlarını belaya sokabilecek şeyler yapabiliyorlar, birbirlerini taciz ya da her tülü kötü sözü çok rahatlıkla kullanabiliyorlar. Bu yönde de çocukların eğitilmesi gerekiyor. Benim gün olmuştur dersimde dersi kesip ‘tamam yeter bu kadar İngilizce, hadi bakalım biraz da şu konudan sohbet edelim’ dediğim, çocuklara bir sıkıntı, bir problem veya kötüye gidişat hissettiğimde sohbet dersi yaptığım çok olmuştur. Bütün eğitimcilerden rica ediyorum, çocukları bir robot, bir makine, sadece verdiklerinizi yazmaya, not almaya, test çözmeye, ödev yapmaya yönelik planlanmış bilgisayar makinesi, klavyesi olarak düşünmeyin. Ve onlara insan gibi yaklaşın, onlara bir anne – baba gibi yaklaşın, onları anlamaya çalışın. Bir dersi sevmiyorlarsa neden sevmediklerini çözüp ondan sonra dersinizi dinletmeye, sevdirmeye çalışın.



Öğretmenler çocukların ikinci annesi gibidirler, özellikle kadın öğretmenler. Öğrenciyle arasındaki diyalogu sadece alış – veriş gibi gören öğretmenler hakkında ne düşünüyorsunuz?

Kesinlikle bu tip öğretmenlerin görevde kalmaması gerektiğini düşünüyorum. Çok radikal, marjinal bir darbe gibi konuşuyorum şu anda ama asla sadece sınıfa girip, kronometreyi başlatıp, tıkır tıkır anlatıp karşısındaki kişinin anlıyor mu? Dinliyor mu? Acaba ilgisi alakası var mı? Bunu önemsemeyip tahtaya yazısını yazıp dersini işleyip çıkan bir öğretmen olamaz. Öğretmenin çocukları bir makine olarak asla düşünmemesi lazım, onları anlaması gerekiyor, çünkü aksi takdirde başarı değil başarısızlık geliyor. Biraz bu mesela pizza sınavları var çok meşhur, onlarda biraz geriyiz. Pizza sınavlarındaki başarısızlığın bir sebebinin de bu olduğunu düşünüyorum, çünkü anlatılan bilgi gerçek hayata uyarlanamıyor. Gerçek hayata uyarlanamadığında da, böyle ucu açık sorular yönelttiğiniz zaman çocuklar iki kelimeyi bir araya getirip üç tane cümle kuramıyor. Ama biz test mantığıyla yaşayan bir ülke olduğumuz için şıkları önünüze koyduğunuzda efsane sonuçlar ortaya çıkabiliyor. Bu şekilde yaklaşan bir öğretmenin dersinde öğrenci kesinlikle doğru konuşmayı, kendini ifade etmeyi, karşısındaki insanla iletişim kurmayı en önemlisi karşısındaki insana saygı duymayı öğrenebiliyor. Akabinde de öğrenim zaten geliyor.

Bulunduğumuz konumda eğitim öğrenim nereye gidiyor? Bundan 10 yıl sonrasını tahmin edebiliyor musunuz?

Eğitim öğretimin Türkiye şartlarıyla konuşacak olursak çukurun dibine doğru gittiğini düşünüyorum ve inşallah artık dibi buluruz da yukarıya çıkarız diyorum. Çünkü sürekli değiştirilen sistemler kafa karıştırıyor. Okullar arasındaki eşitsizlik çocukların moralini bozuyor hatta kendi aralarında okulları nitelendiriyorlar. ‘sen orada mı okuyorsun? Aaa benim okulum şöyle, senin okulun böyle’ Halbuki okulu bir eğitim kurumu, bilgi alabilecekleri bir yer değil, ismine göre bir marka olarak düşünülüyor şuan. Maalesef şartlar Türkiye’de vaziyeti bu hale getirdi. Çok fazla okul çeşitliliği var. Hangi okulun ne öğrettiği? Tam olarak ne mezun ettiği? Bu bile belli değil. Bu sene üniversite sınavında bile birçok öğrenci kazanmasına rağmen kazandıkları fakültelere gitmemeyi tercih ettiler. Bakın kazandılar diyorum, üniversite sınavını başarıyla geçtikleri halde o okulları, o fakülteleri beğenip gitmediler. Yani artık öğrenci aslında nereye gitmek istediğini biliyor ama maalesef okullarımız öğrencinin istediği noktaya gelmesi için daha çok fazla çalışması gerekiyor. Eğitimle sadece çocuğu okulda okuyan veya kendi mesleği öğretmenlik olan insanların değil, gerçekten bütün Türkiye’deki herkesin, çocuğu olsun olmasın, evli olsun olmasın, hangi mesleği yaparsa yapsın eğitimle ilgilenmesini düşünüyorum. Eğitim bizim geleceğimiz, çocuklar bizim geleceğimiz. Herkes Mars’a giderken biz nelerle uğraşıyoruz? Projelerimize bir bakalım, kendimize şöyle dönüp bir bakalım. Gerçekten Türkiye’nin eğitim anlamında biraz kendini sarsması ve kendine gelmesi gerektiğini düşünüyorum. 10 yıl sonra dedin bana, açıkçası ben 10 dakika sonrasını bile bilemiyorum. Seninle 10 dakika sonra televizyonu açsak acaba üniversite sınav sisteminde mi? yoksa lise sınav sisteminde mi? yeni bir açıklama gelecek. Bunu şuan bilemiyorum. Bu nedenle kesinlikle Türkiye’deki eğitimin geleceğini bir kimsenin (Uzamanlar dahil) kestirebileceğini de düşünmüyorum.

İngilizce öğretmeni olmasaydınız, yine bir öğretmen olur muydunuz?

Evet, bir öğretmen olurdum. Ben çocukken zaten bebeklerimi karşıma dizip, yoklama alıp ders anlatırdım. Çocukluğumdan beri öğretmen olmak istiyordum. Sadece üniversiteden mezun olduğumda şartlar beni farklı yerlere sürükledi ve farklı bir meslekten giriş yaptım. Ama sonuçta orada da insan kaynaklarında görev yapıyordum ve orada çalışan insanların eğitimlerini organize ediyordum. Zaman zaman yine orada da eğitim veriyordum, İngilizce öğretmişliğimde var. Hangi meslekte olursanız olun, hangi sektörde olursanız olun aslında herkes bir öğretmendir. Bir amir astına bir şeyler öğretir, bir doktor yanındaki stajyerine bir şey öğretir. Bu mesleklerde staj olayı vardır. Staj aslında yanında çalıştığınız kişiyi sizin öğretmemeniz yapar. Bu nedenle öğretmenlik her yerdedir ve ben her zaman öğretmenlik yaptığımı düşünüyorum. Öğretmenlik güzel bir hastalıktır ve iyi bir şeydir. Ben bırakmayı asla düşünmüyorum. Son nefesime kadar da bir şeyler öğretmeye çalışacağım.

Bugün öğretmenler günü, bu özel günde öğrencilerinizle, meslektaşlarınızla ne paylaşmak istersiniz?

Gerçekten çok özel bir gün ama ben özel günlere karşıyım. Anneler günü, babalar günü, öğretmenler günü, hemşireler günü gibi… Çünkü o meslekler, o insanlar sadece o gün hatırlanmamalıdır. Benim gözlemlediğim, o gün sadece o insanlar konuşuluyor. Haberlerde, gazetelerde, televizyonlarda her yerde ‘öğretmenler günü bugün’ mesela bizim sorunlarımızdan bahsediliyor. Bizim sorunlarımız sadece bugün konuşuluyor, onun dışında çok özel bir durum olmadığı sürece pek gündeme gelemiyoruz. Bu nedenle ben diyorum ki gerçekten hayatınızda iz bırakan öğretmenlerinizi asla unutmayın ama onları sadece bugün değil, her gün hatırlayın. Onların size bir faydası olduysa her zaman onlara hissettirin. En güzel şey budur; yaptığınız şeyin karşı taraf tarafından hoşlanılması, beğenilmesi ve biz öğrencilerimizle varoluyoruz, öğrencilerimizin sevgisiyle yaşıyoruz. Bir tiyatorcu ne der? Alkışlar benim her şeyimdir der. Bütün her şey orada biter, alkışlandığım anda bütün yorgunluğum gider der. İşte biz de bir öğrencimizi iyi bir yerde, iyi bir noktada, kendi ayaklarının üzerinde durmuş, kendi parasını kazanırken, kendi mesleğini yaparken gördüğümüzde işte biz orada çok mutlu oluyoruz. Tabi doğru bir insan, doğru bir karakterle, doğru bir vatandaş olarak. Lütfen bir yerlere geldiğinizde hayatınızda iz bırakan öğretmenleri unutmayın ve onları sadece bir gün hatırlamayın. Her gün hatırlayın.

 

Röportaj: Gizem Yıldız