“Bir sperm damlasının çağrıştırdığı düşünce(ye göre)...işitmesi ve zekâsı olmayan bir sperm(den)...bir damlacıktan çok karmaşık ve çok

“Bir sperm damlasının çağrıştırdığı düşünce(ye göre)...işitmesi ve zekâsı olmayan bir sperm(den)...bir damlacıktan çok karmaşık ve çok âhenkli bir insan vücudu doğmakta. Organların gelişimi... ve zekânın yükselişi...(gibi)...Bu inanılmaz evrimin gayesiz olması mümkün değildir ve bu gaye, ki o bunu sürekli ifade eder, ‘özelliği, ruhu sevince boğmak olan’ cennete, öbür âleme erişmektir.
“O kendi görevini bu şekilde görür. Yani, insanları uyandırmak, onlara kaderlerinin bu yeryüzünden çok daha ilerilere gittiğini hatırlatmak; marifete (Allah’ı bilip tanımaya) ve hakkında en ufak fikir sahibi olamadıkları parlak bir geleceğe dâvet edilmiş olduklarını kendilerine anlatmak...
“Kaybedilecek zaman yoktur ve şeyh, insanların beklemeden yola koyulmalarını teşvik etmek için oradadır.
“Nitekim görevinden bahsederken şöyle diyordu: ‘Bırakıverseydik kendimizi uykuya, bütün bu uyuyan bahtsızların derdine derman kim olurdu? Hepsinin sorumluluğunu üzerime aldım, Allah’tan onları olgunluğa eriştirmesini isteyeyim diye.’
“Çünkü insan olgun (kâmil, mükemmel) olmak üzere yaratılmıştır. Mevlâna’nın temel sezgisi ve asıl düşüncesi de şüphesiz budur. İnsan insanı sınırsızca aşıp geçer ve şeyhin rolü de, son tahlilde, insanı mükemmel yapmak, kemâle erdirmektir. Şeyh, hepimizin olmamız gereken o kâmil insanı doğurtacak olan bir ebedir.
“Mevlâna bizdeki, yani her insandaki gizli Ben, tereyağı olarak ayrışabilen veya daha doğrusu tereyağının tadı, kesmikten ayrılabilsin diye, yayıktaki ayranı çalkalayan hizmetçi gibidir.
“Mevlâna için ÖLÜM, en yüce mutluluk olsa gerek. Elbette öyle. Çünkü bugün bile bütün Türkiye’de, onun ölüm yıldönümü ‘Şeb-i Arus / Düğün Gecesi’ olarak adlandırılır ve kutlanır. Gerçekten de ölümünden birkaç gün önce, kendisine sağlığına tekrar kavuşması temennisinde bulunan birine, şöyle demişti:
‘Ben Allah ile buluşayım diye, düğün gecemi beklerken, sen niçin burada kalayım istiyorsun?’
“Başucuna gelen Şeyh Sadreddin’e de şunları söylemişti: ‘Sevenle Sevilen arasında artık sadece kıldan bir gömlek kaldı, ışık ışığa kavuşsun istemiyor musun?’
“17 Aralık 1273’te, gün batımı sırasında ruhunu teslim etti...Bütün halk merasime katılmıştı. Müslümanlar, aynı zamanda da Hristiyanlar ve Yahudiler...Çünkü onda herkes kendisini buluyordu. Herkes ağlıyordu, çığlıklar atıyordu, üstünü başını paralıyordu. Doğu halklarını tanıyanlar, böyle bir günü zihinlerde canlandırmakta hiç güçlük çekmezler. Yahudiler merasim alayı içinde Hz. Davud’un Zebur’unu seslendiriyor, Hristiyanlar İncil okuyor ve hiç kimse onları dışlamayı aklından  bile geçirmiyordu. Böylesine evrensel bir dinî birliktelik daha hiç görülmemişti...Bir Müslüman’ın cenazesine neden böyle katılıp kutlamışlardı?
“‘Biz onu görüp dinleyince, Hz. İsa’nın, Hz. Musa’nın ve bütün peygamberlerin gerçek mahiyetini anladık. Biz onda, kitaplarımızda okuduğumuz şekliyle peygamberlerimizin kâmil davranış tarzlarının aynısını bulduk. Hem zaten Mevlâna, ‘Bizler, tek bir dünyada, iki yüz dinle uyuşup akordu yapılan bir neyiz!’ dememişmiydi?’
“Ölümümüz, ebediyetle düğünümüzdür bizim.
Nedir sırrı bunun? Allah birdir, bir!
Güneş evin aralıklarından geçerken bölünür;
Bu aralıklar kapandığında, çokluk yok olur.
O çokluk sıkılmadan önceki salkımlardadır:
Üzümden fışkıran suda artık bulunmaz çokluk!
Allah’ın nurunda yaşayan kimse için,
Tenle alâkalı bu rûhun ölümü bir nimettir!
Sen onun hakkında ne iyi söyle ne kötü,
Çünkü o iyinin de kötünün de ötesine geçmiştir.”
(Prof. Dr. Eva de Vitray-Meyerovitch, İslâm’ın Güleryüzü, Çeviren: Cemal Aydın, İstanbul-2017, s.91-95)