Sonbaharın şiddetli rüzgarları acıyı iliklerime kadar hissettiğim bu günde odanın içerisine iyice sokulmuştu. Dizlerimin bağı çözüldükçe ruhum

Sonbaharın şiddetli rüzgarları acıyı iliklerime kadar hissettiğim bu günde odanın içerisine iyice sokulmuştu. Dizlerimin bağı çözüldükçe ruhum bedenime sükunet kemeri bağlıyordu. Yerden biraz yüksekte yüreğime göç gemisinden esintiler yağdıran bir tabut duruyordu, gözlerimin tam önünde. Etraf ağlayan insanlarla doluydu. Hemen tabutun yanında yaşlı bir teyze daha genceciktin cümleriyle dolu ağıtlar yakıyordu. Başına taktığı siyah yazmasıyla acıyı somut hale sokmuştu adeta. Ve ben öylece duruyordum. Gözlerim kıpkırmızı tabutun başında bekliyordum. Vedanın acımasız çanları çalmaya başladıkça ellerime zorunlu bir güç geliyordu. Son kez onun yüzüne doya doya bakabilmek istiyordum. Gözyaşlarım artık iyiden iyiye kendini bırakmış veda yaklaştıkça beyaz örtüye daha şiddetli çarpıyordu. Ellerimi usulca örtüyü tutuyordum. Usulca korkmasın diyordum çünkü öldüğüne inanamıyordum bir canlıymışçasına korkutmamaya çalışıyordum. Kalabalıktan kendimi soyutlamış, olanca gücümle son kez sarılmıştım ona. Etraftaki kolan yağı kokusu bile beni artık ayakta tutamıyordu. Yüzünde morluklar gözleri tavana dik ve açık bakıyordu. Evet gözleri açıktı sanki birilerini alıp gitmek istercesine. Eski neşesinden izler kalmamış solgun yüzüne tutsak gibi boydan boya uzanmıştı tabuta. Tenine dokundukça pısırık ruhum derinlemesine ürperiyordu. Buz gibiydi buz gibi diken diken buzlar saplanıyordu kalbime. Ölümün soğuk kokusu ciğerlerime kadar doluşmuştu. Tükenmek üzere olan gücümle usulca kapadım örtüyü usulca korkmaması umuduyla…