Fatih Sultan Mehmed Han’ın 1470’teki Eğriboz kuşatması sırasında, kendisini esir, biraderini idam ettiği Giovanni Maria Angiolello (öl. 1525) ismind

Fatih Sultan Mehmed Han’ın 1470’teki Eğriboz kuşatması sırasında, kendisini esir, biraderini idam ettiği Giovanni Maria Angiolello (öl. 1525) isminde bir Venediklinin Historia Turchesca (Türk Tarihi) kitabında, bu büyük hükümdar hakkında uydurduğu birtakım asılsız isnat ve iftiralardan geçen yazımda bahsetmiştim. Söz konusu kitap üzerinde incelemeler yapan tarihçilerin, kitapta dedikoduya dayanan sübjektif değerlendirmelerin ve kasıtlı tahminlerin yanı sıra daha başka yanlışlık ve tutarsızlıkların da bulunduğunu ifade ettiklerini anlatmıştım.
MAL BULMUŞ MAĞRİBÎLER
Hristiyanlığın tam kalbine öldürücü hançerini saplayarak Bizans İmparatorluğu’nu tarihe gömen Fatih’e olan kinlerini açığa vurmak için fırsat kollayan birtakım tarihçi kılıklı İslam düşmanı tetikçiler, Angiolello’nun zırvalarına asırlar sonra mal bulmuş Mağribî gibi sarıldılar. Romanyalı tarihçi Ion Ursu (öl. 1925) tarafından 1909’da Bükreş’te yayınlanan bu kitaptan esinlendiği anlaşılan Alman tarihçi Franz Babinger (öl. 1967), 1953’te yayınlanan Fatih Sultan Mehmed ve Zamanı isimli kitabında Fatih’e yapılan iftiraları daha da çoğaltmıştır. Çıkar çıkmaz büyük gürültü koparan bu kitaba yapılan eleştiriler bir çığ gibi büyüyünce, kaynaklarını ileride yazacağı ikinci kitaba bıraktığını söyleyen Babinger, bu söylediğini yapmadan ölmüştür. İşte Babinger’in Fatih’i kan içici biri gibi gösteren bu kitabı, onun eşcinsel eğilimleri bulunduğu ve Hıristiyan olmak istediği gibi çok sayıda akla ziyan dedikodunun da kaynağıdır.
DİNİME DAHLEDEN BARİ MÜSLÜMAN OLSA
Ateist olduğunu defalarca göğsünü gere gere ilan eden bir jeoloji profesörü, iki hafta evvel katıldığı bir televizyon programında “Fatih’in Müslümanlığı dahi tartışılıyor. Sekreterine ‘Ben Muhammed’in dediklerine inanmıyorum.’ demiş. Bunu söyleyen de Bayezid’in kendisi, oğlu…” diyerek yukarıda yazdığım iftiracılar grubundaki yerini aldı.
Aynı şahıs iki sene önce bu konuyu gündeme getirdiğinde kendisine delili sorulmuştu. Böyle ciddi bir isnat için delil diye önümüze koyduğu şey neydi biliyor musunuz? Julian Raby isminde, yeni yetme tarihçi Yahudi bir profesörün 1982’de Oxford Art Journal dergisinde yayınlanan bir makalesi… Peki Raby’nin kaynağı ne? Evet, doğru tahmin ettiniz. Tabii ki Babinger.
Kendisi esir, kardeşi idam edilen Venedikli Angiolello, koyu Katolik Babinger, Yahudi tarihçi Raby Fatih’e iftira ediyorlar da İstanbul’un ekmeğini yiyenlere ne oluyor? İstanbul’un fethi bakımından mağlup tarafta bulunan İslam düşmanı bilumum gayrimüslim güruhun saldırganlıklarının nedenini anlayabiliyoruz. Ama bu büyük Türk ve Müslüman hükümdarı çok seven bir milletin içinde yaşayan, onun fethettiği güzel İstanbul’un keyfini süren bir avuç elitin bu nankörlüklerini ve milletin değerlerini aşağılama gayretlerini anlayamıyoruz.
İstanbul’un fethinden sonra Ayasofya’yı derhâl camiye çevirerek kıyamete kadar cami olarak kalmasını vasiyet eden, İstanbul’da sekiz kiliseyi daha medrese hâline getiren, Fatih Camii’nin etrafında meşhur Semâniye Medreselerini yaptıran, müderrisleriyle, talebeleriyle ve yürütülen eğitimle bizzat ilgilenen bir padişaha böyle iftira edenlere gereken cevabı vermek dururken iftiracıların yanında saf tutmak da neyin nesi? 1982’de yayınlanan ve Babinger’in iftiralarını tekrarlayan bir makaleyi delil olarak kabul ediyorsun da Babinger’e cevap veren Halil İnalcık’ın 1960’ta Speculum dergisinde yayınlanan yirmi sayfalık makalesine neden bakmıyorsun?
OSMANLI MÜELLİFLERİ NE DİYOR?
Şehzade Mehmed doğduğu zaman babası Sultan İkinci Murad Han çok sevindi ve “Bağ-ı Murad’da gül-i Muhammedî açıldı.” diyerek oğluna Peygamber Efendimizin adını koyduğunu zarif bir şekilde ifade etti (Hoca Sâdeddin Efendi, Tâcü’t-Tevârîh).
Sultan Murad Şehzade’ye daha çocukken büyük âlim Molla Güranî’yi baş hoca olarak tayin etti, oğlunu iyi okutmak ve terbiye etmek için icabında onu dövme yetkisini bile verdi. Fatih de tahta geçtiği zaman bu hocasına vezirlik teklif etmiş, kabul etmeyince kazaskerlik vermiş ve sonuna kadar ona itibar etmiş, elini öpüp yanına oturtmuştur. Fatih hükümdarken de tahsile devam etti. Bu dönemdeki hocalarından, kendinden iki yaş büyük Hocazade Muslihuddin Efendi’yi, Yunan filozoflarının İslam’a aykırı fikirlerini çürütmek üzere İmam-ı Gazâlî hazretlerinin Tehâfütü’l-Felâsife’si gibi bir eser yazmakla görevlendirdi. Çok hürmet ettiği bu hocası eseri tamamlayınca 10.000 dirhemle mükafatlandırdı, ayrıca bir de kaftan hediye etti (Mehmed Mecdî Efendi, Hadâiku’ş-Şakâyık).
Âlimler zümresine saygı ve hürmetinden dolayı onlarca medrese, imaret ve kalıcı eserler yaptırıp sınırsız miktarda geliri bunların geçimi ve kalkınmasına tahsis etmişti. Bu yüzdendir ki o dönemdeki bilgin, fakih ve yetenekli insan çokluğu hiçbir padişah devrinde olmamıştır (Latîfî, Tezkiretü’ş-Şu’arâ ve Tabsıratü’n-Nuzamâ).
Hocalarından, vefatına kadar 19 yıl şeyhülislamlık makamında tuttuğu Molla Hüsrev’i “zamanın İmam-ı A’zam’ı” olarak vasıflandırır, velev camide olsun rast gelince ayağa kalkardı (Namık Kemal, Evrâk-ı Perişân).
Kıyafetinde bile harpler hariç âlimlerin giyimlerini hükümdar kisvesine tercih ederdi (Mehmed Süreyya, Sicill-i Osmânî yahud Tezkire-i Meşâhîr-i Osmâniyye).
Sonuç olarak bıraktığı eserlerle Müslümanlığı kuvvetlendiren, 49 senelik ömrü hep İslam âlimlerinin arasında ve harplerde geçmiş bir hükümdarın Müslümanlığını tartışmaya açmanın, Osmanlıya her konuda şaşı bakmayı âdet hâline getirmiş olanların yapacağı bir iş olduğunu söylüyor, onları ecdadımıza iftira etmekten vazgeçmeye davet ediyoruz.