"Beni görmek demek mutlaka yüzümü görmek değildir. Benim fikirlerimi benim duygularımı anlıyorsanız ve hissediyorsanız bu kafidir." - M.Kemal ATATÜRK

Duvarlarında Atatürk'ün resimleri asılıydı aneannemin evinde. Evler değişti, duvarlar değişti, duvarların renkleri değişti... Ama hep o resimler en sonunda yine o duvarlara asıldı anneannem Ayşe Yücesoy'un evinde. Ben duvarlarında Atatürk portreleri olan evlerde büyüdüm. Atatürk'ün sözleriyle, anılarıyla büyüdüm. Atatürkçü bir ailede yetiştiğim ve Atatürkçü olduğum için gurur ve onur duyuyorum!
Bugün Ata'mızı kaybettiğimiz 10 Kasım'da onu unutmamak ve hep hatırlamak adına, Atatürk'ün, tüylerinizi diken diken edecek ve gururla okuyacağınız az bilinen anılarını sizler için derledik...



1. ''Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımının faziletine mi?''

Muallimler Ankara'da bir toplantı yapmışlar, bu içtimaya iki-üç muallim hanım da iştirak ederek salonda ayrı bir yere oturmuşlardı. Muallim hanımların içtimaya gitmelerini hoş görmeyen meclisin sarıklıları Gazi'ye şikayete giderler. Gazi kızarak:
''Kimmiş muallimler cemiyet reisi ? Çağırın onu!'' der. Mazhar Müfit birkaç dakika sonra içeri girince gürleyen bir sesle ona çıkışır:
''Siz Muallimler içtimada ne yapmışsınız ? Ne ayıp şey bu?'' Mazhar Müfit şaşakalır. Gazi'den bu hareket mi beklenirdi? Sarıklılar muzaffer bir beşaretle gülmektedir. Sarıklılar neşe içinde iken, Gazi'nin sesi hep aynı tonda devam eder:
''Olur şey değil,olur şey değil! Mazhar müfit hala ayakta ve hala ne diyeceğini şaşırmış bir halde cevap vermeye çalışır:
''Efendim vallahi...''
''Bırak bırak ben hepsini biliyorum; içtimaya muallime hanımları da çağırdınız. Fakat onları niye ayrı sıralara oturttunuz? Sizin kendinize mi itimadınız yok, Türk hanımlarının faziletine mi ? Bir daha öyle ayrılık gayrılık görmeyeyim, anladınız mı ?''



2. ''Oradan Böyle Geçilir''

Salih Bozok anlatıyor:
İngilizler Çanakkale'de Anafartalar Grubu'nu mağlup edip de cepheyi sökemeyince, yeni bir harekete giriştiler ve bu cepheyi sağdan çevirmek istediler. Düşmanın planını bozmak için Kireç Tepe'yi tutmak lazımdı. Halbuki oraya giden tek bir dar yol savaş gemileri tarafından makaslama ateş altına tutuluyordu. Her an gülleler korkunç patlayışlarla ortalığı alt üst ediyor, ölüm saçıyordu. Bir insanın değil, bir kurdun bile geçmesine imkan görülmüyordu. Kireç Tepe'yi tutmak emrini alan Türk subay ve askeri tereddüt içindeydiler; fırsat gözetiyorlardı. Fakat düşmanın ateşi bir an bile kesilmiyordu. Mustafa Kemal bu hali görünce siperlere koştu,askerin arasına karıştı ve sordu:
''Niçin geçmiyorsunuz ?'' İçlerinden biri cevap verdi:
''Düşman ölüm saçıyor, geçilmez!''
Mustafa Kemal zerre kadar korku ve tereddüt göstermeden:
''Oradan böyle geçilir!'' dedi ve ileri fırladı. Mehmetçik artık durur mu? O da kumandanının arkasından ileri atıldı. Toz, duman, alev ve ölüm kasırgasını yaran askerler karşıya vardılar, tepeyi tuttular.



3. ''Yurdumun Toprağı Temizdir''

Kral Edward İstanbu'a geldiği zaman, yatından bir motora binerek Dolmabahçe Sarayı'na yanaşır. Atatürk de rıhtımda onu beklemektedir. Deniz dalgalı olduğundan, kralın bindiği motor, sürekli inip çıkmaktadır. İmparator rıhtıma çıkmak istediği bir sırada, eli yere değerek tozlanır.
O sırada Atatürk elini uzatmış bulunduğundan, kral da ona elini uzatmadan önce mendiline silmek ister. Ama Atatürk hemen devreye girer ve:
''Yurdumun toprağı temizdir, o elinizi kirletmez.'' diyerek kralı elinden tutup rıhtıma çıkarır.



4. ''Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin !''

Bahçe mimarı Mevlüt Baysal anlatıyor:
Atatürk'ün Çankaya Köşkü'ndeki bahçesini yapıyordum. Bir gün Atatürk, yaveri ve ben bahçede dolaşıyorduk. Çok ihtiyar ve geniş bir ağacın Atatürk'ün geçeceği yolu kapadığını gördük. Ağacın bir yanı dik bir sırt,diğer yanı suyu çekilmiş bir havuzdu. Ata,havuz etrafındaki kısma yaslanarak karşı tarafa geçti. Derhal atıldım:
''Emrederseniz derhal keselim Paşam.'' Bir an yüzüme baktı, sonra:
''Sen hayatında böyle bir ağaç yetiştirdin mi ki keseceksin!''



5. ''Sakarya'nın değerini küçültmüş olursunuz dostum''

Sakarya Zaferi'nin üzerinden yıllar geçmiştir. Dönemin ünlü ve bir o kadar yetenekli ressamlarından biri, Mustafa Kemal'e Sakarya Savaşı'nı gösteren bir tablo hediye eder. Savaşın tüm heybet ve azametiyle işlenmeye çalışıldığı bu tabloda Ata, ön planda yağız bir savaş hayvanına binmiş olarak tasvir edilmiştir. Ressam, bu kompozisyon karşısında tebrik beklerken, Mustafa Kemal'in:
''Bu tabloyu kimseye göstermeyin.'' demesi üzerine şaşırıp kalır. Herkes ne söyleyeceğini bilemez halde birbirlerine bakarken Mustafa Kemal şu açıklamayı yapar:
''Savaşa katılmış olan herkes bilir ki, hayvanlarımız bir deri bir kemikten ibaretti; bizim de onlardan arta kalır yanımız yoktu. Hepimiz iskelet halindeydik. Atları da, savaşçıları da böyle güçlü kuvvetli göstermekle, Sakarya'nın değerini küçültmüş oluyorsunuz dostum.''



6. Sakarya Savaşı'ndan Dönüş

Sakarya Meydan Savaşı Türk Orduları'nın zaferi ile sona ermiş, Gazi Ankara'ya dönmektedir. Yirmi gün geceli gündüzlü büyük bir endişe ve karamsarlık içinde yaşayan Ankaralılar, düşmanı yenen ordunun başkomutanına törenli bir karşılama düzenlemişlerdir. Ankara garından başlayarak şehre doğru yolun iki yakasında sıra ile dizilen hükumet ve meclis üyeleri, memurlar, öğrenciler, esnaf ve halk, gazi geçtikçe alkış tutup arkasına katılarak büyük bir alay halinde ilerlemektedirler.
Meclis binasının önüne gelindiğinde Gazi alayın başında bulunanların yukarıya doğru yol almakta olduğunu fark etmişti.Meğer bu tören şöyle düzenlenmiş: ''cemaat'' halinde Hacı Bayram Veli'nin türbesine gidilecek, onun ''yüksek maneviyatının yardımıyla'' kazanılan bu büyük zafer için orada dua edilecek, sonra Meclis'e dönülerek nutuklar okunacaktır. Gazi:
''Öyle şey olmaz, yurt toprağını karış karış kanını akıtarak ve canını vererek savunan Mehmetçiğin hakkını ben evliyalara kaptırmam! '' deyip doğruca meclis binasına sapar. Atatürk yıllar sonra bu olayı anlatırken sözüne şunları da eklemiştir:
''Kimileri benim bu davranışıma kamunun inancını inciten yersiz bir davranış gözüyle bakmış olabilirler; ama ben, hele yurdun savunmasında, güvenilecek gücün evliyaların, yatırların ''maneviyatı'' olmayacağını hatırlatmayı artık zorunlu bulmuştum.''



7. ''Laiklik, Adam Olmaktır.''

Kılıç Ali anlatıyor:
İlk mecliste bir gün laiklik konusu oluyordu. Gazi Mustafa Kemal Paşa o gün meclise başkanlık ediyordu. Meclisin tanınmış din alimlerinden bir vatandaş kürsüye geldi. Alaycı bir tavırla:
''Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor. Afedersiniz ben bu lağikliğin manasını anlamıyorum, nedir bu laiklik? '' diye söze başlarken riyaset makamında bulunan Mustafa Kemal Paşa dayanamamış, oturduğu yerden elini kürsüye vurarak:
''Adam olmaktır Hocam, adam olmak! '' diyerek Hoca efendinin sualini cevaplandırmıştır.



8. Amerikalı Kadın Gazeteci

Niyazi Ahmet Banoğlu anlatıyor:
Bir Amerikalı kadın gazeteci, Atatürk'e:
''İşlerinizde nasıl başarılı oluyorsunuz? '' diye sormuş ve şu cevabı almıştı:
''Ben bir işte nasıl başarılı olacağımı düşünmem. O işe neler engel olur, diye düşünürüm. Engelleri kaldırdım mı, iş zaten kendi kendine yürür.''



9. ''Büyük Geçmiş Olsun''

Atatürk, yurdumuzu ziyaret etmekte olan Yugoslav Kralı Aleksandr ile İstanbul'da Dolmabahçe Sarayı'nda konuşurken, konuk Kral şöyle der:
''Ekselans. Biz Türkleri çok severiz. O kadar çok ki, vaktiyle Cihan harbi'nin sonunda Lloyd George Batı Anadolu'yu Yunanistan'a teklif etmeden evvel bize teklif etmişti. Fakat biz Yugoslavlar, Türkleri çok sevdiğimiz için George'un bu önerisini kabul edip Anadolu seferine çıkmadık.''
Atatürk, Kral'ın bu sözlerine şu cevabı verir:
''Haşmetmeap, evvela bize karşı olan sevginize teşekkür ederiz. Sonra büyük geçmiş olsun! ''



10. ''Gazi'yi Tanır mısın Baba ?''

Salih Bozok anlatıyor:
Bir gün Çankaya civarında bir köylü evine gitmiştik. Girdiğimiz kulübede, ihtiyar bir köylü ile karısı oturuyordu. Bize ikram ettikleri kahveleri içerken Atatürk, köylü ile konuşmamı söyledi. Ben bu emre itaat için ak sakallı köylüye ilk aklıma gelen suali sordum:
''Gazi'yi tanırmısın baba ?'' İhtiyar beni, saçma sapan bir sual sormuşum gibi alaycı bir şekilde süzdü:
''Gazi'yi tanımayan mı var ?'' dedi ve ilave etti: ''Ben görmedim ama her hafta Hacı Bayram Veli Camii'nde Cuma Namazı kılarmış. Ta göbeğine kadar sakalları varmış. Melek gibi nurlu yüzü, Peygamber gibi mübarek bir ihtiyarmış!''
Gülmemi güç tutarak, Atatürk'ün sakalsız ve genç yüzüne baktım.O, kaşlarını kaldırarak kendini tanıtmamamı emretti. Dışarı çıktığımız zaman güldü ve:
''Varsın, o da öyle bilsin. Hakikati öğrenmek belki biçarenin hayalini yıkar, onun hayalindeki şirin sakallıyı öldürüp sevgisini kaybetmekte ne mana var? ''



11. Ölümünden Sonra...

Sene 1938, 10 Kasım... İstanbul Üniversitesi'nde saat 9'u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş... Bir alman profesör var, Hukuk Fakültesi'inde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi, girmesin mi, bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelir. Kalkar, yanına gider. Aralarında şu konuşma geçer:
''Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam ? ''
''Sizde büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın.''
İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana sarkıtarak:
''Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki...'' der.

 

Hazırlayan: Yağmur Tanyıldız
Editör: TE Bilisim