Daha geçenler de hem de çok geçmeyen bir zaman diliminde ağzımızı şapırdata şapırdata bir İslam Ordusundan bahsediyorduk. Sahi İslam Ordusuna ne o

Daha geçenler de hem de çok geçmeyen bir zaman diliminde ağzımızı şapırdata şapırdata bir İslam Ordusundan bahsediyorduk.
Sahi İslam Ordusuna ne oldu?
Bir dost meclisinde benim de haberim olmayan bir gelişmeden arkadaşlar hararetli bir şekilde tartışıyordu.
Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar öncülüğünde İslam Ordusu kurulmuştu…
***
Hayret benim haberim yoktu. 
Ortamdaki arkadaşlar bir ballandırıyordu ki sormayın.
Kendimi bir kötü hissettim ki bilemezsiniz.
Serde gazetecilik yazarlıkta var ya!!! 
Allah Allah…
Benim nasıl haberim olmamış ki diye mırıldandım.
Ama öyle bir ortam olmuştu ki ben dumur olduğumu.
Hatta kendimi aptaldan hallice hissettiğimi İTİRAF etmeliyim.
Ortamdakiler. 
Yine büyük harflerle artık dünyada yeni trendin bu olduğunu.
Ne NATO'nun???
Ne Avrupa Birliği'nin??? 
Ne de Rusya'nın???
Müslümanların işlerini sokamayacaklarını söylüyorlardı.
Bense yine müstehzi bir gülümseme ile şu cümleyi sarf ettiğimi çok iyi hatırlıyorum.
Bakın inşallah ben yanılırım ama tasması ve ipi başkalarının elinde olan Suudi ARABİSTAN'A ve Katar'a güvenerek yola çıkarsanız.
Yaya kalırsınız. 
Tarihte devlet olgusu olmayan bir medeni tasavvuru geliştiremeyen sözde bu kabile ve aşiretimsi devletçikler dağılmaya ve satmaya alışkınlardır.
Yarın Türkiye'yi yarı yolda yüzüstü bırakırlarsa hiç şaşırmam!!!
Sağ olsunlar beni yine şaşırtmadılar. 
Zaten şaşırtmazlar da.
Çünkü iktidarlarını kara kan olan petrole borçlu olanlar. 
Koltuklarında birilerinin icazeti ile oturanlar uyanışı, İttihat-ı İslamiyeyi gerçekleştirmek şöyle dursun. Kendi terakkilerini ve ikballerini devşirmenin bir tık ötesine gitmezler. 
Gidemezler.
Gitmeyecekler.
Dertleri para…
Petrol…
Şehvet…
Olanlardan başka bir şey beklenmez. 
Dava namına öne atılanların yanına öne atılmalarından başka bir şey kalmaz.
Bugün yine tekrar ediyorum aklını kiraya verenler sadece Fetöcüler değilmiş.
Aklını kiraya veren.
Hatta devren satan bir sürü oluşum varda göremiyoruz. 
Belki de görmek istemiyoruz. 
(Görmezden geldiğimiz de bir  başka realite.)
Kendimizi romantik fanteziler uğruna kandırıyoruz. Sonra kandığımızı, kandırıldığımızı bile bile tekrar dönüp bu yalana inanıyor.
Akabinde de bu yalanı hararetle, ağzımızdan köpükler saçarak savunmaya başlıyoruz.
İlerlemenin yegâne kuralının bilim, teknoloji ve çalışmak olduğunu unutup sürekli fantezi dış politik avunmalarla kliklerimizi ve çevremizi tutmaya çalışıyoruz.
Ne mi oluyor peki?
Sadece her zamanki gibi zaman kaybediyoruz.
Yoruluyoruz.
Aldanıyoruz.
Aldatıyoruz.
Yerimizde sürekli patinaj yaparken büyük olduk sloganları ile geçici aşk sarhoşluğu yaşıyoruz.
***
Sloganlar Kudüs’ü kurtaracağımızı zannediyoruz. 
Kudüs sanki dün elimizden çıkmışçasına tepki veriyoruz.
Kısacası ey halkım kandırılıyoruz.
Algımızla oynanıyor ve biz buna sadece seyirci kalıyoruz. 
Sağduyu açık olanlarda makam ve mansıp derdi ile susuyor, susturuluyor.
Karşı çıkmaya çalışanlar da…
Tu kaka edilerek ötekileştiriliyor. Ayrımcılığa tabii oluyor.
Bir sürü insan inanmadığı, yanlış bulduğu şeyleri sırf dünyalık menfaatleri için savunuyor. 
***
İşte pür melalimiz buuuu.
Arkadaşlar hata yapmış olmak isterdim ama maalesef olmadı yine. 
Siz yanıldınız.
Maalesef ki bakış açımızı değiştirmez isek yanılmaya da devam edeceğiz.
Hayata aynı açıdan değil başka açılardan da bakmak lazımdır.
Unutmayın biz kandırılmaya mahkum değiliz.