khonak an dam ke neshinim dar eyvan, man o to
 be do naghsho be do soorat, be yeki jan, man o to
 khosh o faregh ze khorafat-e-parishan, man o to man o t

khonak an dam ke neshinim dar eyvan, man o to

be do naghsho be do soorat, be yeki jan, man o to

khosh o faregh ze khorafat-e-parishan, man o to
man o to, bi man o to, jam' shavim az sar-e-zogh
'Rumi'
Duru bir eliyle kulaklığının kablosuyla oynarken diğer yandan yorgun gözlerle ders kitaplarına bakıyordu. Baran'ın mesajıyla telefona kaydı gözü, telefonda “Nu - Man o to” çalıyordu. Sözleri Mevlana'ya ait olan deephouse türünde bir parçaydı bu. Mevlana'nın büyüleyici sözleri orijinal (farsça) şekliyle kullanılmıştı. Müziğin ritmiyle de bütünleşen sözler bir saatlik versiyonunda bile Duru'yu hiç sıkmadan kendine bağlıyordu. Bu müzik Duru'nun motivasyonunu sağlayan yegane parçalardan biriydi. “Yarım saat daha çalışıp yatacağım, çok uykum geldi. Bizim şarkıyı dinliyorum yine... Dikkat et kendine bitanem. Seni çok seviyorum.” yazıp gönderdi Duru. Çok geçmeden cevap geldi Baran'dan.
“saadet zamanı... avluya doğru oturmuşuz, sen ve ben...” Duru saf bir mutlulukla gülümseyerek yazdı hemen cevabını,
“endamımız çift, suretimiz çift, ruhumuz tek...sen ve ben...”
Bunlar şarkının sözlerinin bir kısmıydı, derse karşı hevesi kaçmıştı. Biraz kitaptan gözünü ayırınca ne derece yorgun olduğunu da anlamıştı aslında. “Yeter bu kadar...” deyip masanın kenarına itti kitaplarını. Çekmeceden kalın ciltli defterini çıkarıp ilk bulduğu boş sayfaya,
“Sen ve ben Siyah adam, sen ve ben...” diye yazdı. Altına devam etti.
saadet zamanı: avluya doğru oturmuşuz, sen ve ben

endamımız çift, sûretimiz çift, rûhumuz tek, sen ve ben

bulandıran palavralardan âzâde, gamsız bir keyif, sen ve ben

sen ve ben, ne sen varsın ne de ben, bir olmuşuz aşk elinden.
Parçanın tüm sözlerini yazdı. Sayfanın en altına “Sakın beni bırakma Siyah adam” yazıp tarihi attıktan sonra defteri kapattı.
Onu daha ilk gördüğünde taktığı lakaba Baran her şeyiyle uymaya ve git gide o lakabı kuvvetlendirmeye devam ediyordu. O gerçekten bir “Siyah Adam”dı. Kendi aydınlığının gölgesinde olan bir adam. Duru'ya verdiği ışığın ardındaki o karanlığın sahibi, teni beyaz ama lakabı siyah olan adam…
Bankadaki o mucizevi karşılaşmadan sonra Baran kahve içmeyi teklif etmişti. İlk görüşmede ikisi de normalin üzerinde heyecanlı davranıp pek az konuşmuşlardı. Gözlerinin içlerindeki parıltıyı şaşkınlıkla izlemekle geçmişti zamanlarının çoğu. Ara ara attıkları safça gülücükleri saymazsak tabi. Sonraki görüşmelerde daha hakimdiler muhabbetlerine. İlk karşılaştıkları gün telefonu çaldığında kalkıp gitti diye, sevgilisi olduğunu düşündüğünü açıklamıştı Baran, Duru da babası olduğunu söylemişti. Ama babasından bahsederken asılan suratından bir sorun olduğunu keşfeden Baran duyarlı davranarak ailesiyle ilgili hiçbir şey sormamıştı bir daha. Duru Baran'ın bu yönüne hayrandı. Diğer erkeklere nazaran, geçmiş vb. konularla ilgili sorup sorgulamak yerine anı yaşamayı ve geleceği konuşmayı tercih ediyordu.
Bu aslında ikiz bir durumdu. Konu Baran'ın ailesinden açıldığında annemi ve babamı kaybettim cevabından sonra Duru hiçbir şey sormamıştı. Aslında çok merak ediyordu, şimdi kiminle kalıyor, ne iş yapıyor vs... İşte Baran'ın siyah yönlerinden en büyüğü buydu. Geçmişi... Duru'nun tek bildiği edebiyat bölümünü birincilikle bitirmiş olmasıydı. Aslında Baran gizemli olmayı seven biri değildi. Amaçladığı şey; Duru ile kuracağı bağın hiçbir şekilde maddiyata dayalı olmasını istemiyordu. Bu yüzden zenginliğini tümüyle saklamıştı ondan. Parası yüzünden sadakat görmediğinden emin olmak istiyordu. Böyle zamanlarda zenginlikten hep nefret etmişti. Okul hayatı boyunca kimi dost edindiyse kimi koruyup kolladıysa, hep sonunda ihanet görmüştü. Kötü tecrübeler onu bu anlamda şüpheci biri yapmıştı. Oysa en ufak şeyi bile sevdiği insandan saklıyor olmak hiç içine sinmiyordu...
Duru uyumadan önce Baran'dan iyi geceler mesajı gelmesini bekliyordu. O arada bir mesaj daha attı.
“Yarın sınavdan sonra buluşabiliriz istersen, çok özledim seni.”
Baran beş dakika sonra cevap yazdı,
“Ancak gelebildik yatıyoruz şimdi, tabii ki sevdiğim bende çok özledim. Sınav sabahtı değil mi ?”
“Evet, ben öğlen bir gibi merkezde olurum.”
“Merkeze gelme istersen F.s.m. tarafında otururuz, olur mu?
“Tamam bitaneciğim, fark etmez.”
“İyi geceler her şeyim.”
“Sana da her şeyim benim.” Duru iç geçirerek telefonunu baş ucundaki komidinin üstüne bıraktı. Mutluydu ve güven duyuyordu. Hiç olmadığı kadar hem de. Geçirdikleri beş ay boyunca iki kelimenin gerçek mahiyetini en derininde hissetmişti, mutluluk-sadakat. Baran ona her iyi partnerin yapacağı türden klişe bir mutluluk vermemişti. Tam aksine ilişkilerde günden güne yapmacıklaşan ve rutinleşen her detaya daha samimi bir yorum getirmiş gibiydi. Duru'nun moral durumuna göre davranır, dersleriyle ya da okuluyla ilgili bir sorunundan bahsederken onu dikkatle dinler, kendince en iyi çözümü sunmaya çalışırdı. Hatta bazen Baran öyle temel çözümler üretirdi ki, babasıyla ilgili sorunlarını anlatmamak için zor tutardı kendini Duru. Olaylara her zaman tarafsız bakar, sonra makul bir yaklaşımla kendi yorumunu getirir, ardından diğer erkeklerin yaptığı gibi dikte eden bir tavırdan ziyade tavsiye verir gibi kendi önerisini sunardı. Ve o öneriler genellikle sözü geçen meselenin çözümü olurdu.

Haftaya devam edecek...