Birileri bize, Suriye’de, Irak’ta, Gürcistan’da, Kırım’da, Arnavutluk’ta, Makedonya’da, Azerbaycan’da, Balkanlarda, Kuzey Afrika ne işiniz var

Birileri bize, Suriye’de, Irak’ta, Gürcistan’da, Kırım’da, Arnavutluk’ta, Makedonya’da, Azerbaycan’da, Balkanlarda, Kuzey Afrika ne işiniz var, niye ilgileniyorsunuz?' diye kem ve hain sorular soruyor ya!!!

İşte bu soruyu soranların kahir ekseriyeti su-i niyetle soruyor. Amaçları Türkiye gibi medeniyet coğrafyamıza şekil vermiş bir tarihi bir misyonu olan ülkeyi küçültmeye ve egemen güçlerin koordinesine girmemizi istiyorlar.

Düşünmüyorlar ki, akletmiyorlar ki!!!

Şu çok basit sorunun cevabını?

Elin adamı binlerce kilometre uzaktan, bambaşka kıtalardan burnumuzun dibinde faaliyet gösterirken bu sözde dünyanın jandarmalarına aynı cesaret ve yüksek sesle,

'Siz burada ne arıyorsunuz?' demiyor.

Bize ne aradığımız sorulan yerlerin hiçbiri bize yabancı değil. Bizim içimizde, bizde onların içinden geliyoruz. Aynı acıya ağlayıp, aynı efkârlı türküde beraberce ağlıyoruz. İbni Haldun’un ‘coğrafya kader’ sözü elbette doğruluk payları yok değil.  Ama olsa olsa ‘imtihan’ olmalı yaşadıklarımız.

Kader Allah’ın yazdığıdır. 1000 yıldır İslam’ın kılıcı olmuş ‘hilalin’ bayraktarlığını yapmış bu millet kutlu yürüyüşü sırasında bütün cefalara göğüs germiş, germeye de devam edecektir.

Bizler bu necip milletin evlatları;

Kırşehir’i Musul’dan, Artvin’i Batum'dan ayırmak mümkün mü?

Edirne'yi Selanik'ten nasıl ayrı düşünebiliriz?

Gaziantep'le Halep'i, Nusaybin’le Haseki'yi, Kayseri’yi Musul'u nasıl birbirleri ile ilgili olmayan yerler olarak kabul edebiliriz?

Antep’ten çıkın, Fas'a kadar uğradığınız her Ortadoğu ve Kuzey Afrika ülkesinde bizden bir şeyler mutlaka görebiliriz. Ya da kardeşlerimizden bir şeyleri bizde görmemiz çok olağan durumlardır.

Trakya'dan Doğu Avrupa'ya kadar olan coğrafyada attığınız her adımda ecdadın izlerinden birine mutlaka rastlarız.

Tarih kitaplarında Misak-ı Milli'yi okuyoruz, anlatıyoruz. Eğer Misak-ı Milli diye bir derdimiz varsa kimseler yanlış anlamasın. O zaman bu soruyu kendi içimizde birbirimize soramayız.'Burada üzerimize düşen görevler var' demek durumundayız. Merhum Necip Fazıl’ın

“Ne ağır imtihandır, başındaki, Sakarya!

Bin bir başlı kartalı nasıl taşır kanarya?” dizelerini bugün tekrar yaşıyor gibiyiz.

Suriye’de yaşananlar hepimizin malumu. Milletimiz kardeşlik hukukunu önde tutarken, Devletimiz büyük devlet olmanın gereğini yapmaya çalışıyor. Ancak ne yapsak ne etsek melanet şebekeleri yaktıkları uğursuz ateşleri üzerimize sıçratmaya çalışıyorlar

Aynı dili konuştuğumuz, aynı kültürü paylaştığımız Musul’u, Kerkük’ü, Çeçenistan kadar kendimizden ayrı düşünebilmemiz için aslımızı inkâr etmemiz lazım.

Bizim kültürümüzde aslını inkâr eden haramzadedir.

Onun için Irak, Suriye, Libya, Kırım, Karabağ, Bosna ve diğer kardeş ülkelerle ilgilenmek bizim görevimiz ve en doğal hakkımızdır.

Eğer elin Jonisi, elin Peter’i bu hakkı aramaya geliyorsa. O zaman bu hakta bizim hakkımızdır. Bunlardan vazgeçtiğimiz gün istiklalimizden ve istikbalimizden vazgeçtiğimiz gündür. Bizim buna hakkımız olmadığı gibi milletimizde böyle bir duruma asla rıza göstermez.

Derdimiz en ücraya, en garibe, en düşküne yardım etmektir.

DERDİ İLE DERTLENMEK EN BÜYÜK ŞİARIMIZDIR.

Irak’ta Türkmenlerin yoğun olarak bulunduğu iki yer vardır. Bunlardan biri Kerkük, diğeri Telafer. Kerkük; adına peşmerge denilen çetelerde olduğundan ayriyeten Türkiye’ye sınırdan çok uzak olmasından dolayı gözler Telafer’e çevrilmiştir. Telafer Türkiye sınırından sadece 60 km. uzaklıkta ve tamamen Türkmenlerden oluşan bir şehirdir. Son zamanlarda yaşananlara baktığımızda bir taraftan Türkmenler küçültülürken diğer taraftan da Türkiye ile karasal bağlantıları kesilmek isteniyor.

Öte yandan DAEŞ’ten sonrası Musul içinse Neyneva Ovası başlığı altında bir bölge kurularak burada yaşayan Hıristiyan ve Yezidilere self determinasyon hakkı verilmesi düşünülmekte ancak Türkmenlerin haklarından ve Telafer’in geleceğinden hiçbir şekilde bahsedilmemektedir.

10 Haziran 2014 tarihinde Musul’un işgali ile Irak yeni bir sürece girmiştir. Bu süreçte Irak ve özellikle Türkmen eli tehlikeli siyasi değişikliklere maruz kalacak daha zor ve meşakkatli günler geçirecektir. Artık Irak hiçbir şekilde 10 Haziran 2014 öncesi gibi olamayacağı kesindir. Ve maalesef de bu görünen köy kılavuz istemeden gerçekleşmektedir.
Türkmenlerinin birçok bölgesi başta Musul, Kerkük ilçeleri olmak üzere IŞİD Terör Örgütünün saldırılarına maruz kalmış yüzlerce Türkmen şehit edilmiş on binlerce Türkmen yerlerinden ve yurtlarından göç etmek zorunda kalmıştır. Göç edenler çok zor şartlar altında yaşamlarını sürdürmektedir.

Hijyenik ortamın çok kötü olduğu göçmen bölgelerinde hastalık özellikle yaşlı ve bebekleri kırıp geçmektedir.

Bizde yaşadığımız şehir olan Kırşehir’de üç beş gönüllü gelen muhacirlerin etnisitesine, mezhepsel, dinsel hiçbir özelliğine bakmadan yardıma koşuyoruz.

Muhacirlere gönüllü yardım platformumuz içinden her yelpazeden, her ideolojiden, her kesimden insanlarla yardım ediyoruz.

HANİ HEP DERDİN YA TELAFER SEN BİRTANESİN
ŞİMDİ BİRTANEN YANIYOR SEN NERDESİN !!!!

Bir gece acı acı çalan telefonun sesine istemsizce korkarak cevap verdim.

- Alo

- Ben Necati.

- Kardeşim bir Türkmen aile gelmiş…

Hemen yola çıktık hava eksi on beş, buz gibi evde 6 çocuğu bir anası ve yolda kaybettiği babası ile karşımda dimdik duruyordu. Müyesser Abi.

Gelirken dağda İşidlilerden evlatlarını köle, eşini cariye olmaktan kurtarmak için  giderken. O zifiri karanlıkta düşüp çenesini kırmış, kaburga kemiklerinden bir kaçı da çatlak ve kırık olarak atlatmıştı. Canına acımıyordu da bu sabileri anavatana götürme derdindeydi.

Hâlbuki kendi çocukluğundan beri bir rüyası vardı. Vefalı Türk gelecekti, kendilerini bu esaret vari hayattan kurtarıp azat edecekti. Ama şimdi bu son kale olan, Telafer’de elden gidiyordu. Gözyaşları istemsizce Telafer’in yağmuru bekleyen çöl topraklarına birer ikişer düşüyordu.

Elindeki tüm varlığını yok bahasına satarak Türkiye’ye, son limanlarına sığınmaya gidiyorlardı. Aklında cevap bekleyen binlerce soru ile Azez’den anavatana doğru geçitiler.

Türkiye ne kadar güçlenirse, birilerinin de bundan o kadar rahatsız olduğunu biliyordu. Telaferliler’in ve diğer Türkmenler’in kimseyle kavga, mücadele etmek gibi bir derdi yoktu. Başkaları kendileri için hangi iyilikleri istiyorsa, aynı iyiliklerin Türk halkı için de geçerli olması gerektiğini düşünüyordu.

Çünkü biz kendimiz için istediğimizi başkaları için de istemez isek hakiki Mümin olamazdık.

Ortadoğu’nun masa başında cetvelle çizilmiş sınırlarla bölünmesinin üzerinden yüzyıl geçtiğini düşünüyor.

"Şimdi sınırlarını böldükleri insanların zihinlerini ve gönüllerini bölmeye çalışıyorlar. Bir tarafı dışarıdan gelen etkilerle, diğer tarafı bizim coğrafyamızın kendi iç sorunlarıyla birlikte bölge ve medeniyet coğrafyamız cadı kazanına döndürmüştüler.

Hatay’da kendisini karşılayan bir başka insan taciri Müyesser Abi’yi yakınlarının olduğu Kırşehir’e göndermek için fahiş bir fiyatla anlaştı.

İşte şimdi Kırşehir’de idiler.

Vatanını kaybetmenin derin kırıklıklarını yaşamakla beraber Anavatana gelmenin buruk bir sevinci vardı. Kırılan çenesi ve kaburgalarının acı ile şu destansı kelimeler dökülüyordu.

MUKAYYED OLUN TÜRKİYE’YE, SALAH KARDAŞ…

Biz Telafer’de iken Amerikalı güçler ve onların bizim içimize yerleştirdiği iş birlikçi ajan provokatörler, önce aramızda tefrika oluşturdu.

Humsumuz beraber iken Arap, Kürt, Türkmen kardaş idik.

Birbirimizden kız alır, kız verirdik.

Biz bilmez idik.

Sünni, Şii, Arap, TÜRK, Türkmen…

Önce ırk olarak tefrika soktular aramıza…

Sonra mezhebimizi sormaya başladılar. Bir baktık dün komşumuz olan Hasan Dayıya dişlerimizi sıkıp, gıcırdatmaya başladık.

Biz Telaferlileri de sülaleler ve aşiret temelinde birimize düşürdüler.

Aman kardaşım siz saab olun Türkiye’ye, bizim gidecek yerimiz vardı.

Hamdolsun geldik.

Sizin gidecek yeriniz bile yok.

Mukayyed olun Türkiye’ye…