Yaşlı dünyamızın tarih sayfalarını araladığımızda; O sayfalara kazınmış, insanlık âlemine, dünyanın gidişatına yön vermiş, çağ açıp

Yaşlı dünyamızın tarih sayfalarını araladığımızda;
O sayfalara kazınmış, insanlık âlemine, dünyanın gidişatına yön vermiş, çağ açıp çağ kapatmış, yüzyıllarca üç kıtaya hükmetmiş, yok oldu, tarih sayfalarından silindi denirken; vermiş olduğu bağımsızlık savaşı ile tüm mazlum milletlere örnek olmuş, içten ve dıştan yapılan her türlü melanetlere karşın, hala bölgesinin en güçlü devletinde yaşayan büyük bir milletin yazılı olduğunu görürüz…
Orta Asya’dan Avrupa’ya, Avrupa’dan Afrika’ya, Arap Yarımadasına, Anadolu’ya, Avrasya’ya yaşadığımız gezegenin neredeyse tamamına adını yazdıran bu büyük millet:
Türk Milletinin ta kendisidir.
Kristof Kolomb daha Amerika kıtasını keşfetmemişken üç kıtada at oynatan, Belgrat önlerinde kılıç sallayan atalarımız da bizi anlatır; 93 yıldan beri tasada ve kıvançta bir ve beraber yaşadığımız Türkiye Cumhuriyeti devleti de bizim mührümüzü taşır.
Böylesine zengin bir tarihe sahip, vatanını canından aziz bilip koruyup, kollayan; bu uğurda gerektiğinde seve seve hayatını feda eyleyen, tarih sayfalarına, ‘Cesur Türk’ adını yazdıran da biziz; asırlar boyunca dünya coğrafyasının dört bir yanına eserleriyle, hak ve adaletiyle iz bırakan da, nam salan da biz…
Değişmeyen/değiştirilemeyen bu nitelikleriyle tarih sahnesinde yer alan Büyük Türk Milleti;
93 yıl önce kazandığı bağımsızlık savaşıyla bu coğrafyayı vatan bellemiş. Türküyle de, Kürdüyle de, Lazıyla da, Çerkez’iyle de, Arap’ıyla da Sünni’siyle de, Alevi’siyle de, vatandaşımız olmanın gururunu taşıyan azınlık kimlikleriyle de, onların inanç zenginlikleriyle de oluşan bu güzel mozaik, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin gücü, temel taşı haline gelmiştir.
Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün;’’ Türkiye Cumhuriyeti Devletini kuran Türkiye Halkına Türk Milleti denir.’’ Tanımlaması işte bu nedendir ki, çok önemlidir.
Bu güçlü birlikteliktir ki, günümüzün Türkiye’sinde yaşanan onca olumsuzluklara rağmen; bizi birbirimize sımsıkı bağlamaya devam etmektedir.
Zengin tarihimizin her sayfasıyla gurur duymak, bu sayfaları birbirinden ayırmadan okumak, öncelikle tarihimize olan sadakatimizi ama en çok da o tarih sayfalarını kan ve can bedeli ödeyerek yazan atalarımıza olan vefa borcumuzu anlatan en önemli değerdir.
Atalarımızdan yadigâr her ne varsa ona sahip çıkışımız, örfümüz, âdetimiz, tarih sayfalarına not düştüğümüz nice zaferlerimiz, birbirimize olan sevgimiz, saygımız, yardımseverliğimiz, vatanımıza, bayrağımıza, dinimize, imanımıza olan bağlılığımız; bizim milletçe öne çıkan en önemli değerlerimiz, tarihimize olan vefa borcumuzdur.
Bu değerlerdir ki, bizi bize anlattığı gibi dostumuzu gururlandıran, düşmanımızın hatırladıkça ürperdiği en önemli niteliklerimizdir.
Bu önemli niteliklerimiz, milli ve dini bayramlarımızda doruk noktasına çıkar, Türk Milletinin ferdi olmanın gururunu hep birlikte yaşarız.
Genç nesillerimiz bu bayram günleriyle coşar, o özel günlerin coşkusuyla milletinin büyüklüğünü bir kez daha anlar; devletine, milletine, ecdadının ona kazandırdığı değerlere olan bağlılığı; bir misli daha artar.
O nedenledir ki, tüm bayram günlerimizin coşkusu bir başkadır. Bu coşkudur ki, geçmişimizi gönüllerimizde yaşatandır…
29 Mayıs 2016 tarihi de bunlardan birisidir.
Bu tarih; bundan 563 yıl önce Osmanlı İmparatorluğunun 7’nci padişahı Fatih Sultan Mehmet’in İstanbul’u fethettiği günü anlatır.
Atalarımızın tarih sayfalarına altın harflerle yazmış olduğu bu fetih; bir çağın kapanıp, yeni bir çağın başlamasına neden olan, dünya tarihinin en önemli olaylarından bir tanesidir. Böylesine büyük bir zafer ile ne kadar övünsek azdır.
5 bin yıllık tarihi ile dünyaya nam salan atalarımız, binlerce yıllık tarihimize nice zaferler armağan etmiş, nice devletler kurup, nicelerini yeniden yaratmıştır.
İşte tam bu noktada durup yakın tarihimize 30 Ekim 1918 yılının o acılı günlerine döndüğümüzde 1453 yılında fethedilen İstanbul’umuzun düşmanın işgal çizmesiyle çiğnendiğini görürüz…
O günleri yaşayan ecdadımızın, neler çektiğini, düşman süngülerine nasıl göğüs gerdiğini tarih sayfaları çok iyi anlatmaktadır.
Ve…
Büyük Önderimiz Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bir dâhinin Büyük Türk Milletine olan inancıyla, güvenciyle bağımsızlığımıza giden yolda, düşmanlarımızın Akdeniz’e döküldüğü yıllarda; nasıl bir mucize yarattığı/yaratıldığı gerçeği de tarih sayfalarımıza kazınmıştır.
Bağımsızlık savaşımızın o mucizevî destanının içerisinde, Gazi Mustafa Kemal Paşanın muzaffer ordularının 6 Ekim 1923 tarihinde İstanbul’umuzu düşman işgalinden kurtarması da yazılıdır.
İstanbul’un fethinin 563’ncü yıldönümünü coşkuyla kutladığımız günümüzden on gün önce; bağımsızlığımıza, düşmandan kurtuluşumuza giden yolda ilk adımın atıldığı 19 Mayıs 1919 gününün hak ettiği coşkuyla kutlanmamasını; bu devletin yurttaşı olarak sorgulamak, düşünmek tarihimize, atalarımıza olan vefa borcumuzdur.
Unutulmasın ki, beş bin yıllık tarihimizde zaferlerimizin sevinci de bizimdir, acıyla yaşanan her ne varsa, o da bizim…
O nedenledir ki;
1453 de bizimdir, 1919’da.
Ardımızda kalan tarihi gerçeklerin altını kalın bir çizgiyle çizersek;
1453’ün 29 Mayısında, dünyanın kalbi diye bilinen İstanbul’u fetheden Cihan Padişahımız Fatih Sultan Mehmet’ten sonra, Mondros Mütarekesiyle elimizden kayıp giden bu dünya şehrini, güzel İstanbul’umuzu, Gazi Mustafa Kemal Paşanın önderliğindeki muzaffer ordularımız düşman işgalinden kurtarmasaydı; 563 yıl önce Bizans Surlarını yerle bir ederek İstanbul’u fetheden atalarımızdan bize yadigâr bu büyük günün kutlamasını, Yenikapı sahilinde büyük bir coşkuyla yapabilecek miydik?
Yakın tarihimize kan ve can bedeli ödeyerek kazıdığımız zaferlerimizi anlatan milli bayramlarımız son dönemde ne yazık ki, türlü mazeretlerle yeterince kutlanmamaktadır!
Bu yıl da, aziz şehitlerimizin matemine bağlanarak 23 Nisan’ın, 19 Mayıs’ın büyük bir coşkuyla kutlanmasını uygun bulmayanlar; milletimizin bu coşkulu günlerini sorgulatmadan, tarih sayfalarımızda ayrımcılık yapmadan, tam tersine bu milli günlerimizin coşkusunu ülkemizin her yanına yansıtmalı, birlikteliğimizin mührünü dosta, düşmana göstermelidirler.
Devletimizin çok hassas günler yaşadığı bu süreçte; dini bayramlarımızın uhrevi gücünü inanç zenginliğimizle yaşarken. Büyük Türk Milletinin tarihsel gücünün, atalarımızdan bize intikal eden değerlerimizin, tarihimize milletçe kazıdığımız o zafer günlerini anlatan milli bayramlarımızdan kaynaklandığı da göz ardı edilmemelidir…
Unutulmasın ki;
Gerçekler, zamanın vicdanıdır. Zaman ise asla kaybolmaz…