Destan; milletlerin yaşadıkları tarihî olayların efsanevî ve mitolojik unsurlarla yoğrularak oluşturduğu millî karakter taşıyan uzun manzum eserlerdir.

Türk milletinin 4000 yıllık tarihine damgasını vurmuş nice destanlar vardır. Böylesine güçlü bir tarihi özgeçmişe sahip Türk’ün, yakın tarihimize damgasını vurmuş öylesine önemli, öylesine çarpıcı bir destanı vardır ki, bu destanın adı:

Kıbrıs Destanıdır. 

Kıbrıs Destanı tarih sayfalarına mitolojik olaylarla değil ama adada yaşayan Türklerin ve Mehmetçiklerin yarattığı unutulmaz efsanevi kahramanlıklarının çarpıcı gerçekleriyle yazılmıştır.

Çünkü Kıbrıs adası Türk Milletine atalarından yadigâr vatan toprağıdır. Bu vatan toprağında yaşayan bir avuç soydaşımız şehitlerimizin aziz kanlarıyla sulayarak vatan bellediği bu toprakların yüzyıllardan beri sahipliğini yaparken, adada yaşayan Rumların 1963 yılında Kıbrıs Türkünün yaşadığı bu toprakları ele geçirmek istemesiyle Kıbrıs Destanının gerçekleri tarihin unutmaz hafızasına kaydedilmeye başlamıştır.

Kıbrıs Destanının anlatımına geçmeden önce bu destanı yaratan olaylara tarafsız bir gözle bakmak gerekir.

Bir düşünün bakalım; 307 yıl boyunca atalarınızın vatan belleyerek size emanet ettiği topraklarınız, eviniz, malınız bir gece hiçbir neden yokken komşumuz diye bildiğiniz, yan yana yaşadığınız Rumlar tarafından elinizden çeke, çeke alınmak isteniyor. Bu haksızlığa direniyorsunuz ama ne çare? Bu defa canınıza, namusunuza tasallut ediliyor, sadece Türk oldukları için binlerce insanınız topluca katlediliyor. 

İşte Kıbrıs Türk’ünün o acılı yılları böyle başlamış; Kıbrıs Destanının sayfaları vatan toprağını, malını, namusunu, canını savunmak isteyen bu insanların nice kahramanlıkları ile yazılmıştır

50’li yıllardan, 20 Temmuz 1974 Cumartesi sabahına kadar çeyrek asır boyunca ada topraklarının her karışında bu destanı tarihe yazanların alın teri, can ve kan bedeli vardır.

Kıbrıs Türkleri, bu yıllar boyunca hayatlarını seve, seve feda etmişler ama vatan topraklarından bir karışını dahi Rumlara teslim etmemişlerdir.

En nihayetinde bağrından çıktıkları ana vatan Türkiye, Türkiye’nin can insanları Kıbrıs Türk’ünün imdadına yetişmiş; yıllar boyunca Rumlara kahramanca direnen, Toros’un özgür dağlarına bakarak, hasretle Mehmetçiği bekleyen gözler; 20 Temmuz 1974 sabahı muradına ermiş, Mücahitle Mehmetçik o Cumartesi sabahı, asla geçilemez denilen Beşparmak dağlarının geçilmesiyle sarmaş dolaş olmuştur.

Şimdi biz susalım Kıbrıs Destanı konuşsun:

“O cumartesi sabahı adanın semalarında görülen çelik kanatlı, ay yıldızlı kartallarla geldi Mehmetçikler. Korkusuzca atladılar yanıp tutuşan ovalara, her biri ‘’kelime-i şehadeti’’ mırıldanırken, yüreklerinde sadece onlara verilen görevleri yerine getireceklerinin yemini vardı.

O Cumartesi sabahı, Pladini sahillerine de ayakbastı Mehmetçikler, korkusuzca düşmanın üstüne, üstüne gittiler. Şehit düştüler, Gazi oldular ama komutanlarının verdiği her emri eksiz yerine getirdiler.

O Cumartesi sabahı, Mehmetçiğine kavuşan Mücahitleriyle, Mücahideleriyle Kıbrıs Türkleri düğüne gider gibiydiler. Ellerinde silah, yüreklerinde vatan aşkıyla düşmanın üstüne yürüdüler.

Hiç unutulur mu? Daha 15 yaşındaki küçücük bir mücahidin Boğaz üçgenindeki cephaneliğimize yaklaşan alevleri söndürebilmek adına traktörüyle birlikte cephaneliğin çevresinde hendek açarken Rum topçusu tarafından vurulduğu; canını seve, seve feda ettiği…

Hiç unutulur mu? Lefkoşa surları içindeki yiğitler burcunda mevzilenmiş bir avuç mücahidin, burcu ele geçirerek, Lefkoşa Türk kesimine girmek isteyen yüzlerce Rum askerine kahramanca karşı koyuşu…

Hiç unutulur mu? Tıpkı Çanakkale’de efsaneleşen Seyit Onbaşı’nın kavradığı top mermisi gibi; uçaksavar ağır makinalı tüfek manga komutanı Karslı Kemal çavuşun makinalı tüfeğini sırtlayıp, her birisi 250 adetlik 12,7 mm’lik mermi şeritlerini de bedenine dolayarak neredeyse kendi ağırlığının üç katı bir yükle taarruza katıldığı…

Hiç unutulur mu? 14 Ağustos 1974 sabahı Mehmetçikleriyle birlikte Miamilya köyüne taarruz ederken Rumların döşediği mayın tarlasından geçit açmak için kasaturasıyla toprağı şişleyen Bölük Komutanı Üsteğmen Atilla Çilingir’in yanına koşarak gelen; ‘’Aman komutanım siz daha çok gençsiniz, size bir şey olursa bu birlik komutansız kalır. Bırakın bu geçidi ben açayım’’ diyen 50 yaşındaki Mücahit Hüseyin dayının fedakârlığı…

Hiç unutulur mu? 14 Ağustos 1974 akşamı ele geçirilen Rum köyü Miamilya da (Yeni adı, Haspolat) ele geçirilen Rum esirleri arasında bulunan hamile Rum kadınlarıyla, küçücük bebekli annelerle, eli bastonlu yaşlı Rumlarla kendi aşını, suyunu paylaşan; bölgeyi ele geçiren bölük komutanına (Üsteğmen Atilla Çilingir’e): ‘’Komutanım bu emzikli bebelere, hamile annelere yakın çiftlikten süt sağıp getireyim mi?’’ Diyen o yüce yürekli Mehmetçik…’’

Bu destan, Türk’ü vatan sevdasıyla sınayan düşmanına verilmiş en çarpıcı cevaptır. Bu cevabın içinde asırlar boyunca vatanı dara düştüğünde, vatanına yan gözle bakıldığında, vatan toprakları alınmak istendiğinde Türk insanının neler yapabileceğini anlatan nice kahramanlıklar yer almaktadır.

Yukarıda tırnak içinde kısa, kısa anlattığım gerçeklere tanıklık eden gözlerim, beynim, vicdanım bu unutulmaz olayların her birisini yaratanlara minnet borçludur. Çünkü onlar atalarından emanet vatan topraklarını hayatları pahasına düşmana teslim etmemişlerdir.

Ve hala “O Gazi Topraklarda’’ dalgalanan ay yıldızlı bayraklarımızla çevrelenen hudut boylarında kahraman şehitlerimizin gölgesi bulunmakta, edilen şu yemin duyulmaktadır:

“Asil Türk Milletinin namus ve şerefini, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nin bölünmez bütünlüğünü, yavru vatan kuzey Kıbrıs'ta sorumluluğuma verilmiş bölgeyi korumakla görevli gözetleyiciyim. Gözüm sorumluluk bölgemde, kulağım komutanda. Vatan ve Millet uğruna, seve seve can vermeye hazırım komutanım!"