Türkiye’nin 2017 yılı büyümesi %7,4 ile G-20 ülkeleri içerisinde en yüksek, OECD ülkeleri içinde de 2. en yüksek büyüme olarak gerçekleşti. Son

Türkiye’nin 2017 yılı büyümesi %7,4 ile G-20 ülkeleri içerisinde en yüksek, OECD ülkeleri içinde de 2. en yüksek büyüme olarak gerçekleşti. Son 8 yıla baktığımızda da büyümesini sürdüren bir ekonomi fotoğrafı karşımıza çıkıyor. Ekonominin çarklarının dönmesi anlamında gayet olumlu bir tablo ile karşı karşıyayız.
Bu olumlu sonucu biraz da sindirerek ve daha sürdürülebilir kalkınma modeline dönüştürerek analiz etmekte fayda var. Çünkü büyümenin yanında kalkınmanın da dengeli olarak devam etmesi önümüzdeki yıllar için önem teşkil edecektir. Bu büyüme başarısını küçümsememek, gölgelememek ama aynı zamanda da farklı pencerelerden bakarak değerlendirmemiz gerekiyor. O farklı pencereler nelerdir? Örneğin; bir ülke ekonomisi beklentinin, potansiyelinin üzerinde büyürse enflasyonla karşılaşması kaçınılmazdır. Bizim durumumuz da aynen öyle. Potansiyelin üzerinde büyüme, enflasyonist baskı yapıyor. Diğer pencere cari açık… Büyümenin önemli kalemi olan hane halkı harcamaları yani tüketim, cari açığı tetikleyen bir noktaya geldiğinde olumsuz bir sarmala dönebilir.
2017’de ekonomiyi canlı tutmak için son derece yerinde hamleler yapılmıştı. Kredi Garanti Fonu desteği, yatırım teşvikleri, vergi teşvikleri vb. unsurlar büyümeye önemli katkı sundular. 2018’de de bu uygulamaların devam ettiğini görüyoruz. Peki 2018 yılında büyüme oranı nasıl bekleniyor? %4,5 -%5,5 arasında olacağı tahmin ediliyor. Bu da bizim potansiyel büyümemize denk geliyor. Çok hızlı büyümektense dengeli büyüme daha kontrol edilebilir bir ekonomi ortamı doğuracaktır. Bu büyüme başarısı için çok uç noktalarda yorumlar yapıldığını da görüyoruz. Başarıyı gölgelemeye çalışanlar, büyüdük ama göremiyoruz tarzında bir algı yönetimi yapıyor. Büyüdük, ama Dolar 4 TL oldu şeklinde görüşler ortaya atılıyor. Diğer yandan, bu başarıyı aşırı süslemeler de karşımıza çıkıyor. Büyüme ile Avrupa’yı 3’e katladık, en iyi ekonomi biziz şeklinde karşı algı yönetimleri de var. Her iki noktayı da uç olarak görüyorum. Bugün Dolar’ın 4 TL olması ile 2017 büyümesinin karşılaştırılabilir bir yanı yok. Kaldı ki, büyüme aslında bir şirketin cirosu, daha doğrusu toplam oluşturduğu gelirler toplamı gibi düşünülebilir. Bir şirket cirosunu arttırabilir, ama dip toplamda zarar ediyor olabilir. G20 ülkeleri ile kıyaslama konusunda basit bir örnek verelim. A kişisi 1.000 TL maaş alıyor, B kişisi de 10.000 TL maaş alıyor. Bir yıl sonra A kişisinin maaşı 1.200 TL’ye, B kişisinin de maaşı 11.000 TL’ye çıksın. Sonuç ne oldu? A kişisi %20 büyürken, B kişisi ise %10 büyüdü. Bu pencereden bakarsanız A kişisi %20 büyüme ile mükemmel bir performans gösterdi. Dip toplama bakalım, A’nın geliri 200 TL artarken, B’nin geliri 1.000 TL arttı. Yani B’nin kazancı aslında A’yı 5’e katlamış. İkisi arasındaki makas da açılmış. Ülkelerin büyümelerine de biraz da bu noktadan bakmak gerekir. Evet, bu büyüme başarılıdır. Bu gölgelenmemelidir. Ama sonuçları da farklı pencerelerden bakılarak analiz edilmelidir. G20 içinde büyümede birinciyiz. Peki enflasyon, cari açık, bütçe açığı, işsizlik gibi parametrelerde de en iyi performansı gösterebiliyor muyuz? Hayır.
Dolayısıyla önümüzdeki yıllarda daha dengeli bir büyüme, kalkınmayı tetikleyecek hamleler Dünya sıralamasında bizi daha iyi yerlere getirecektir. Bu potansiyel ve çözüm kaynakları bünyemizde bulunuyor. İthalat, ihracattan çok daha fazla artıyor, dış ticaret açığı net dış ticaret büyümesini olumsuz etkiliyor. İhracattaki büyümenin daha anlamlı hale gelmesi için ithalattaki dengenin bir şekilde kurulması önceliklerimiz arasında olmalıdır. Sonuç olarak sandalyenin bir bacağının sağlam olması düşmememizi garanti etmeyecektir. Tamamını kontrol altında tutmak dengeyi sağlayacak ve geleceğe daha emin bakmamızı kolaylaştıracaktır. En çok büyümenin ötesinde en dengeli büyüme bizim için daha faydalıdır.