Şöyle ki, sizlerle bu yazımda Tıp Bayramı ile ilgili toplantılar ve kutlamalar ile ilgili bilgileri aktarmak istiyordum. Ancak,13 Mart tarihinde Ankara’

Şöyle ki, sizlerle bu yazımda Tıp Bayramı ile ilgili toplantılar ve kutlamalar ile ilgili bilgileri aktarmak istiyordum. Ancak,13 Mart tarihinde Ankara’da, başkentimizde yaşadığımız iğrenç bombalı terör saldırısı nedeniyle yazımda bazı değişiklikler yapma gereği duydum. Evet değerli okurlarım, her yıl çeşitli etkinlikler ile kutlamaya çalıştığımız sağlık açısından bu önemli günün tarihçesine bir göz atacak olursak, “Tıbhane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire” adlı tıp okulunun açılış tarihi olan 14 Mart 1827, ülkemizde modern tıp eğitiminin başlangıcı olarak kabul edildiğini görmekteyiz. Bu etkinliğin ilk kez, 1. Dünya savaşı sonunda, İstanbul'un işgal edildiği günlerde, yabancı işgal kuvvetlerine karşı tıp öğrencilerinin bir tepkisi olarak 1919 yılında kutlanıldığını ve günümüze kadar gelen bu 14 Mart kutlamalarının artık içinde bulunduğu haftayı da kapsayacak şekilde, “Sağlık Haftası” olarak kutlanıldığını ifade etmek isterim. Tıbbın ilk insanla birlikte başladığı söylense de, genelde kabul görmüş olan ilk tıp büyüğü Aesculapius'dur. Kendisinden ilk kez İlyada'da Homeros bahsetmiştir: “Çağır Asklepios oğlunu, kusursuz hekimi” demektedir. Önce Zeus'un gazabıyla yıldırım çarpmasıyla öldürülen Asklepios daha sonra yine Zeus tarafından tıp tanrısı olarak ilan edilir. Tıp amblemlerinde yer alan, temeli doğu kültürüne dayanan ve tarihi M.Ö. 3000' lere uzanan yılan figürü de, Asklepios ve onun asası ile bütünleşmiştir. Hatta Asklepios sözcüğünün grekçe “Askalabos” sözcüğünden geldiği söylenir ki, bu da yılan anlamına gelir. Asklepios'un şifa veren gücünü yılandan aldığı, halkın da adaklarını Asklepios'a değil de bu yılana sunduğu literatürlerde yer almaktadır. Bu nedenledir ki, yılanlı asası ile Asklepios tıp tarihinin önemli bir sembolu olarak yerini almıştır. Mitolojiden öte, yaşadığı kesin olarak bilinen ve hizmetleri sonucu tıbbın babası olarak kabul gören ise Hippocrates olmuştur. M.Ö. 460–450 yılları arasında Kos adasında doğan ve babası da doktor olan Hipokrat'ın tıbba katkıları ve getirdiği felsefe dünya tıp çevrelerince hâlâ kabul görmekte ve bu nedenledir ki, birçok ülkede hekimler mezun olurken “Hipokrat Andı” adı altında meslek yemini etmektedirler.
Ülkemize gelince, Osmanlı tıbbı 15. ve 16. yüzyıllara kadar İslam tıbbının etkisi altında kalmış. Bu sırada batıda 14. yüzyılda İtalya'da başlayan Rönesans 15. ve 16. yüzyıllarda bütün Avrupa'ya yayılmıştır. Tıp alanında da birçok buluş ve ilerlemeler kaydedilmiştir. Osmanlı'da ise 17. yüzyıldan itibaren her sahada ortaya çıkan bozulmalar tıp eğitiminde de kendini göstermiş ve tıp medreseleri eskisi kadar yeni bilgilerle donatılmış hekimler yetiştiremez olmuş. Ayrıca batıda yazılan Latince, İtalyanca, Almanca tıp kitaplarını hekimler takip edememişler, dil bilen sayısının az olması, matbaanın Osmanlı'ya geç giriş ve kitap basmanın 1729'da başlamasından dolayı kitaplar tercüme edilmemiş ve yeterince basılamamıştır. Az sayıda bazı Osmanlı hekimleri ve bilim adamları kendi çabaları ile dil öğrenerek bu yenilikleri takip etmişler ve bu bilgileri de katarak kendi kitaplarını yazma gayreti göstermişlerdir. 19. yüzyıla geldiğinde durum tıp eğitimi açısından pek iç açıcı olmayıp, tıp medreseleri eski parlak dönemlerini kaybetmiş, hatta bazıları kapanmış, bu arada ortalığı azınlıklardan ve Avrupa'dan gelen, yabancı hekimler sarmış ve mütabbib (tabip olmayan sahte hekim) hekimler serbest hekimlik yaparak, birçok insanın ölümüne neden olmuşlar. Bunların önlenmesi için birçok ferman çıkarılmışsa da pek sonuç alınamamıştır.
III. Selim zamanında yeni tıp eğitimi veren, bir Tıphane açılması düşünülmüştür. Teşrih (anatomi) yasağından dolayı ulemadan çekinen III. Selim buna cesaret edememiş, Rumlara tıp fakültesi kurmaları için izin vermiştir. (1805). O dönemin hekimbaşısı 21 yaşında ilk hekimbaşılığını yapan Mustafa Behçet Efendi olarak bilinir. Bu dönemde de yeni tıp eğitimi veren bir Tıphane kurulması için çaba sarf etmiş, ancak gayesine ulaşamamıştır. Nitekim Mustafa Behçet Efendi, II. Mahmut zamanındaki hekimbaşılığı sırasında tıp eğitiminin düzeltilmesi için yeniden büyük bir çaba içine girmiş ve 1827 yılında bunu gerçekleştirmiştir.
Sultan II. Mahmut 1826 yılında uzun zamandır uğraştığı bir meseleyi halletmiş. Düzeni tamamen bozulmuş olan yeniçeri Ordusu'nu ortadan kaldırıp (17 Haziran 1826) yeni bir ordu kurmuştur (Askair-i Mansure-i Muhammediye). Bu yeni orduya bir hekim ve cerrah yetiştirilmesi gerektiğinden, bunu fırsat bilen hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi 26 Aralık 1826'da II. Mahmut'a, arada da üç dilekçe vererek, yeni tıp okulunun kurulmasının amacını, bu okulun nasıl ve nerede kurulacağı konusunda teklifini yapmış ve Padişah tarafından onay almıştır.
Sultan II. Mahmut'un yenilikçi hareketleri sonucu, hekimbaşı Mustafa Behçet Efendi'nin de katkılarıyla batılı anlamda ilk tıp mektebi olan, Tıphane-i Amire ve Cerrahhane-i Amire 14 Mart 1827 Çarşamba günü Şehzadebaşı'ndaki Tulumbacıbaşı Konağı'nda kurulmuş. Bu şekilde, tıp tarihimizde 14 Mart yerini almıştır. Aynı bina içinde Tıphane ve Cerrahhane eğitimlerini ayrı ayrı yapıyormuş. Tıp eğitimi o yıllar batıda olduğu gibi dört yıl olup, son sınıfta hocalar tarafından usta ve yetenekli olanlar tespit edilerek sınava alınıp ve başarılı olanlar askeri hastanelere veya ordunun tabur alaylarına muavin tabip unvanı ile tayin edildikleri kayıtlarda mevcuttur. Orada bir hekimin gözetiminde birkaç sene çalışıp deneyim kazandıktan sonra da serbest hekim olarak görev yapabiliyorlardı.
Tıphane-i Amire 1827'den 1836'ya kadar Şehzadebaşı'ndaki Tulumbacıbaşı Konağında gündüz eğitimi yapıyormuş. 1836 yılında Sarayburnu'ndaki Askeri Kışla'ya yani Otlukçu Kışlası'na taşınmış ve ayrı binada eğitim gören Cerrahhane de burada tıp eğitimi ile birleşip, eğitim yatılı hale getirilmiştir. Zamanla bu binanın yetersiz hale gelmesi ile Galatasaray'daki Enderun ağaları okulu tekrar elden geçirilip düzenlenmiş ve Tıbbiye 1839'da Galatasaray' ya taşınmış ve bu okul Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane adını almıştır.
Bu okulun 17 Şubat 1839'da açılışı Sultan II. Mahmut tarafından yapılmış ve eğitiminde yeni düzenlemeler getirilmiş ve eğitim dili Fransızca olarak belirlenmiş ve bu dilde öğrenci alınmaya başlanmıştır. Eğitim dilinin Fransızca olması zamanla hekim sayısında azalmaya yol açmış ve nitekim 1867 yılında Türkçe tıp eğitimi yapan Mekteb-i Tıbbiye-i Mülkiye yani Sivil Tıp Mektebi açılmıştır. 1870 yılında da askeri tıp okulunda dersler Türkçe dili kullanılarak yapılmaya başlanmış ve 1878 yılında şimdiki Sirkeci Tren İstasyonu yanındaki Demirkapı Askeri Kışlası'na taşınmıştır. 1894 yılında Sultan II. Abdülhamit'in emriyle Haydarpaşa'daki Tıbbiye Binası inşa edilmeye başlanmış ve bu görkemli binaya 6 Kasım 1903'te taşınılmıştır. İlk önce Askeri Tıbbiye sonra, Sivil Tıbbiye taşınmış ve 1909 yılında iki mektep birleştirerek Darülfünun Tıp Fakültesi olarak eğitimini sürdürmüştür.
İlk tıp bayramı 14 Mart 1919’ da işgal altındaki İstanbul'da, tıp öğrencileri tarafından kutlanmıştır.1933'de “Mekteb-i Tıbbiye-i Adliye-i Şahane” İstanbul Üniversitesi'ne dâhil olmuştur. Bunları takiben 1945'te Ankara Tıp Fakültesi, 1954'te Ege Tıp Fakültesi kurulmuş ve bunları diğerleri takip etmiştir.
Terörden arınmış sağlıklı, mutlu günler diliyor, tüm sağlık çalışanlarının ve hekim dostlarımızın Tıp Bayramını kutluyor, saygılar sunuyorum.