23 Nisan 1920 Türk Milleti’nin İstikbâli ve istiklâli için şahlanışının ve direnişinin zafere erdiği gündür. Peki, bu muhteşem istikbal ve İst

23 Nisan 1920 Türk Milleti’nin İstikbâli ve istiklâli için şahlanışının ve direnişinin zafere erdiği gündür. Peki, bu muhteşem istikbal ve İstiklal mücadelesi neden verilmişti.

Çünkü 15 Mayıs 1919'da Yunanlıların İzmir'e çıkışı Batılı ülkelerin amacını gün gibi ortaya çıkardı. Savaşta yüz birlerce evlâdını yitiren, tüm kaynaklarını harcayan Türk milleti, Mustafa Kemal'in liderliğinde yeni bir ölüm kalım savaşına atılmak zorunda kaldı. İstiklâl Savaşı, en ilkel silâhlarla en modern silâhların; kağnı ile kamyonun; mantelli toplarla en son model topların; tüm kaynakları elinden alınan fakir ve yorgun bir milletle, tüm teknolojik  silahları kullanan işgalci Avrupalılar’ın savaşıdır. İstiklâl Savaşı Türk Milleti’nin vatan sevgisinin ve bağımsızlık aşkının şahlanışıdır. Tüm silâh ve cephanelerimiz elimizden alınmıştı. Ölümü göze alan yiğit Türk evlâtları İstanbul'daki depolarda bulunan silâh ve cephaneleri her türlü tehlikeyi göze alarak vapurlarla İnebolu'ya kaçırıyorlardı. Bu silâhlar ve cephaneler açlıktan kaburgaları sayılan öküzlerin çektiği kağnı arabalarıyla cepheye ulaştırılıyordu. Bu kağnıların başında beli bükük, gözü yaşlı nineler ve dedeler veya eşleri cephede savaşan genç gelinler vardı. Bunların hepsinin tek amacı kağnılarından kutsal emaneti bir an önce cepheye yetiştirmekti. Ilgaz Dağları’nın buzlu yamaçlarında canavarlar gibi uğuldayan, kemiklerde ilikleri donduran soğuğu duymuyorlardı bile. Elbiseleri paramparça, ayakları çıplak fakat imanları sağlam idi. Gelinler sırtlarında veya kucaklarında taşıdıkları çocuklarını değil, önce cephaneleri koruyorlar, onların ıslanmaması için çocuklarını sardıkları örtüleri kağnılara örtüyorlardı.  

Cephelerde savaşan askerlerin bir kısmının elinde tüfek yoktu. Vurulan arkadaşının yerine geçerek savaşıyorlardı. Mustafa Kemal, tüm dertlerle birlikte geçim sıkıntısı da çekiyordu. Erzurum Kongresi’nden sonra Sivas'a gidecek parayı sağlayabilmek için günlerce uğraştı. Nihayet Em. Bnb. Süleyman Bey'in kimseye duyurmamak koşulu ile verdiği para ile üç yaylı araba tutularak Sivas'a ulaştılar. Yolda bir çeşme başında mola vererek yemeklerini yediler. Biraz ötede de köylülerden oluşan bir grup yemek yiyordu. Mustafa Kemal ve arkadaşlarını önünde sadece kuru ekmek ve birkaç zeytin ile biraz peynir vardı. Köylülerin sofrasındaki soğanlara içleri çekerek bakıyorlardı. Köylülerin onlara ikram ettiği soğanları büyük bir iştah ile yediler.

Mustafa Kemal Paşa ve arkadaşları Sivas'tan Ankara'ya gelebilmek için Osmanlı Bankası müdüründen kredi alabilmek için üç gün beklediler. Heyettekiler yanlarındaki para ile ancak yirmi yumurta, bir okka peynir ve on ekmek alabilmişlerdi.

O sıkıntılı günleri Orgeneral Asım Gündüz şöyle hatırlatıyor: Karargâhımız Alagöz köyündeydi. Karargâhımız camı, çerçevesi bulunmayan iki küçük çiftlik binası idi. Bunların birinde Mustafa Kemal, diğerinde de Garp Cephesi Kumandanı İsmet Paşa ile kurmay başkanı olarak ben kalıyorduk. Karargâhımız rahmetli Tevfik Bıyıklıoğlu dâhil 4 kişiden ibaretti. Öteki arkadaşları çevredeki çadırlara yerleştirdik... İlk iş, son günlerde büsbütün yok olan iaşe ve ikmal işlerini düzenlemekti. Orduyu nasıl besleyecektik? Büyü problemlerin başında bu vardı. Mevsim yazdı. Birliklere bulundukları yerlerdeki ekinleri biçmelerini, harman yaparak saçlarda kavurmalarını, değirmen olan yerlerde öğüterek un hâline getirmelerini, koy fırınlar ile evlerdeki fırınlardan yararlanarak ekmek yapmaların, çevreden tedarik edilerek kesilmiş hayvanlarla et ihtiyacını karşılamalarını emrettik. Biz bu tedbiri dünyadaki son Türk Devleti'nin varlığı için alıyorduk. Aksi hâlde son Türk Devleti yıkılıyordu. Erlerimizin kılık kıyafeti içler acısı idi."

Orgeneral Gündüz, anılarını, şöyle sürdür… “Milli Mücadele, o mücadelenin içinde olmayanların idrak edemeyeceği bir mucizedir. İman azim ve vatanseverliğin şahlanışıdır. Mustafa Kemal, bu mucizenin tek ve gerçek kaynağıydı. Birliklerimize haftalardır bir sıcak yemek vermek imkânı bulamamıştık. Çoğu kıtalara kavrulmuş buğday verebiliyorduk. Onu da birliklerin levazım teşkilâtı, mevsim dolayısıyla hasadı yaklaşmış olan tarlalardan toplayabiliyorlardı… Sakarya Savaşı'nda o gün Duatepe'de düşmanın iniltisini sevinç gözyaşları ile kutluyorduk. Kolordu Kurmay Başkanı Hayrullah (Fişek), bir akşam yemeği hazırlamıştı. Ortada bir cılız tavuk ile 4-5 dilim siyah ekmekten başka bir şey yoktu. Dünden beri ağzımıza en ufak bir lokma girmemişti. Gazi Paşa, İsmet Paşa, ben, Kâzım Bey sofraya bağdaş kurduk... Mustafa Kemal:

“Erlere ne yiyecek verebildiniz dedi.” Kâzım bey şaşırdı, durakladı. Kurmay Başkanı'na dönerek:

“Hayrullah Bey, erlere ne yiyecek verebildik diye sordu.”

“Efendim, dün sabah tedarik edebildiğimiz buğdayı, kavurmaları için birliklere dağıtmıştık.”

Mustafa Kemal Paşa, biraz duraladıktan sonra ayağa kalktı ve tavuğa el sürmeden yürüdü. Biz de onlar, takip ettik Diğer arkadaşlar da ne tavuğa ne de bir dilim ekmeğe el sürebilmişlerdi. O gece hepimiz aç yattık. Kısacası; İstiklâl Savaşı’nda aç kaldık, ama İstiklâlsız kalmadık!..



***

24 NİSAN SOYKIRIM YALANI

Ermeniler tarafından “Ermeni Soykırımını Anma Günü” olarak kabul edilen 24 Nisan 1915 tarihi aslında İstanbul ve Anadolu’da terör-isyan hareketlerini organize eden Ermeni Komite Merkezleri’nin kapatılarak 235 elebaşlarının tutuklandığı tarihtir. Bu silahlı militanlar ülkenin çeşitli illerine gönderildiler. Bu tutuklamaların yanı sıra yapılan aramalarda ele geçirilen silah, cephane, bomba ve şifreli telgraflar Ermeni Komitecilerinin Fransa ve Rusya ile işbirliğinde olduklarını ortaya koymuştu.

Bu açıdan bakıldığında “Tehcir” sırasında yapıldığını iddia ettikleri sözde soykırımla hiçbir alakası yoktur. Bu sadece “yaşanmamış bir soykırım” iddiası üzerinden millet bilinci oluşturma ve Ermeni kimliğini koruma gayretinin bir oluşumudur. 

Bu yalana en büyük cevap 2-3 Aralık 1920’de TBMM Hükümeti ile Demokratik Emeni Cumhuriyeti ile yapılan Gümrü Antlaşması’dır. En önemli olan maddelerden birisi şöyledir:

“Ermenistan zor duruma düşer, saldırıya uğrarsa, TBMM askeri yardımda bulunacaktır.” Kısacası bu “Soykırım” değil;  açık seçik “Soykayırım” demektir!.