İmparatorluklardan, çoğu kralın, hükümdarın iki dudağının arasına sıkışmış kalmış, bir nevi kültlerden çok çekti cumhur… Sorgulamayan cumhur, biat etti. Sorunlar peşi sıra geldi. Tabi ki toplum için çabalayan hükümdarlar da var. Hatta Roma imparatorluğunda  MÖ 27’de cumhuriyet ile yöneten hükümdar var. Maalesef kahin krallığı tercih edenler de var. Cumhuriyeti tercih etmeyen bu krallar halkın değil, iktidarın güçlenmesi için sistemler geliştirdi. Daha doğrusu sistemsizlikler geliştirdi.

İktidar bekasının herşeyden önce geldiği zamanlar, cumhurun bekasının da lafta en çok dillendirilen zamanlardır. Algılar yönlendirilmelidir. Yargısı olmayan toplumların, algıları ile rahatlıkla oynanabilir.

Kişisel çıkarlarına fırsat bulabilen insan, cumhuriyeti siler atar. Cemmiş, cemaatmış, camimiymiş, cumaymış, cumhurmuş, cumhuriyetmiş o da neymiş... Tıpkı lüks hayat vadeden Çin hanedanlığının ipek kumaşlı şatafatlı, Mısır firavunun envai çeşit parfümleri ve değerli taşları, cariyeler ile dolu sarayları tercih etmesi gibi...

Bu tercih edildiyse ilk olarak güvenlik maliyeti yükselir. Saray ve çevresi güvenlikli olmalıdır. İktidarın, hükümdarın hem güvenliği hem de lüks hayatı için bol bol para gerekecektir.

Bilin bakalım tırmanan ödemeler nereye dayanacaktır?.. Hemen tahmin edeceğiniz gibi, cumhura...

Roma İmparatorluğunun meşhur Neron’unu hepimiz hatırlarız. Yalnız onu üne kavuşturan şey sadece Olimpiyat oyunları değildir. O da kahin krallığı tercih ederek, ekonomiyi iyi bildiğini ileri sürdü. Lüks yaşam vazgeçilmezi oldu. Bunun için o da önce bol kese besleyerek kendisine sadık adamlar oluşturdu. Hiç bırakmayacağını planladığı iktidarı için, zor duruma düşecek halk tepkileri için askere ihtiyacı vardı. Asker sadakatinin bedeli ise pahalıydı. Cin fikirli danışmanlarının da yardımı ile kurnaz mı kurnaz bir fikir aklına geldi. Bu fikir ile halk anlamadan, halkın cebindeki para saraya akabilecekti. Roma para birimi olan denariusun içinde bulunan altın ve gümüş miktarı %15 azaltıldı (Bugünkü kağıt para basma ile eşdeğer). Bu hamle kısa sürede çok ses getirecekti. Böylece aynı miktar altın ile daha çok sayıda denarius elde etti. Kıymeti eksiltilmiş paralar hızla pazara sunuldu. Bir anda parasal bolluk yaşanmıştı. Her şey artık daha güzel gibiydi. Ama tüccar, esnaf bu cinliği, altın oranındaki azalışı bir süre sonra fark etti. Bunun üzerine Pazar payını sürdürebilmek için, çalışanını, kendini koruyabilmek için karşı hamleye geçti.

Ve zam doğdu…

Pazardaki her mala zam gelmişti. Denarius’a değeri kadar, içindeki altını kadar mal verilmeliydi. Demek oluyor ki mal pahalanmamıştı. Denarius değerini yitirmişti. Ama maaşlar, gelirler halen değeri eksilmiş denarius’laydı. Mal pahalandı zannedildi. Tüccar daha çok kazanıyor zannedildi. Bu altın eksiltme hilesi anlaşılana kadar, saray hakkettiğinden fazlaca alım yapabilmişti. Evet altın oranını azaltarak, kendi esnafından, tüccarının cebinden almıştı.

Yıllarca, ehil olmayan ya da art niyetli ellerde, fazladan para basmanın orta vadeli toplum suikastlığına örnek oluşturacağı bir tarih yazılıyordu…

Pazar, esnaf, tüccar tepki vermişti. Çünkü pazarda para sayıca artmış ama miktar değişmemişti. Tüccar, esnaf, çiftçi altın karışımının azlığı nispetinde ürünlerine zam yapmak zorunda kalmıştı. Pazar’ın fiyat istikrarı bozuldu. Artık pazarda biber, domates, marul, kumaş, yağ, mum, takı, makyaj vs. İçin daha çok denarius gerekiyordu. Saray denariusun, Roma’nın itibarını tüketiyordu.

Neron, askerlerinin sadakatini satın almak için bol keseden zam yaptı. Lâkin askerler sabun köpüğü tadında bir sevinç yaşadı. Çünkü kısa zamanda askerlerin alım gücü azaldı. Yine mutsuzlardı. Sadakatleri her an azalabilirdi. Bu riski Neron almadı. Hemen denariustan bir miktar daha itibar çaldı, altın ve gümüş eksiltti. Haliyle pazarda tekrar zam oldu. Adeta bir kovalamaca başlamıştı. Neron paradan altını eksiltiyor. Pazar, paraya altını kadar mal veriyordu. Ta ki geçmişte 1 denariusluk altın ile 150 denarius basılana kadar bu kovalamaca sürdü. Bu arada halkın geliri aynı hızda artmadı. Gideri ise 1’e 150 arttı. Gücü elinde bulunduran Neron, halka suçlunun kendi olmadığı ikna etmek için esnaf, tüccarlara “Zam yapıyorsunuz” diye fermanlar yayınladı. Cezalar geldi.

Neron’un gözünde halk, üzerine yapışmış sülük misali, sarayın şatafatını besleyen kan deposu idi sadece... ‘Kan kaybetmiş, hasta olmuş, ölmüş’ hiç önemli değildi. Ve gün geldi geçmişte 1,5 denariusa alınan bir torba buğday, 100 denariusa çıktı.

Ve işte “Enflasyon” da böyle doğdu.

Halk evine buğday alamıyor. Ama “Sarayın şatafatını, kişisel çıkarlarını koruyan bekçilerinin abartılı maaşını karşılamayacağım kardeşim” de diyemiyor, korkuyordu. Neron’un ardından imparator Commodus’te aynı politikayı devam ettirdi. Hatta o yetinmedi, üzerine üretim vergisi ile de katkı da bulundu. Üreten, sarayın bolluk içinde yaşamasının yegane sebebi olan esnafın, çiftçinin ürettiği ürünlere vergi koydu. Üretici iyice baskı altındaydı. Baskıcı vergiler ‘İktidar yaşasında, halka ne olursa olsun’ anlayışıydı.

Şimdi tam da burada, Şeyh Edebali’yi anmadan olmaz tabi... Ne güzel söylemiş o güzel insan “İnsanı yaşat ki Devlet yaşasın”… Anlamalı iktidarlar! insan yoksa devlet yok… Bu sebeple hiç anlayamam “Ben Devletçiyim arkadaş” diyenleri. İnsan var diye Devlet var… İnsanı olmayan Devlet, nerede görülmüş?..

Bu sefer de baskı altına alan verginin yükünden kurtulmak isteyen çiftçiler, nispeten daha az verimli toprakları terk etmeye başladılar. Böylece az verimli toprağın vergi yükünden kurtulmaktı umutları. Fakat bu seferde üretim miktarı düştü. Topraklar sahipsiz kaldı. Ve Roma kırsalları yabancı göçler almaya başladı. Esnaf, tüccar, çiftçi alet, edevat, hayvanını satmak zorunda kaldı. Ve en nihayet o sıkı tüccarlar, çocuklarını bile köle olarak sattığı görüldü.

Ve bu sefer de Stagflasyon doğdu…

Artan vergiler, elbette imparatorun yakın çevresini de etkiliyordu. Hemen bir ferman çıkartıldı. İmparatora yakın tüccarlar vergilerden muaf bırakıldı. Oluşmuş vergi borçlarına af getirildi. Aynı zamanda bu ferman ile imparator, en zor anında tüketebileceği kaynakları yakınında tutabilecekti. Af ile; İmparatoru her yerde savunacak, daha fazla koruyacak bir kitle yaratılmasının yanı sıra, aslında imparator her şey tükenip, bittiğinde halen tüketilebileceği son besin kaynaklarını besliyordu.

Pazar, piyasa, ekonomi kötüleştikçe radikal kararlar alınıyor. Ekonomi biliminden fersah fersah uzaklaşılıyordu.

Azalan üretim yüzünden, vergi gelirleri sarayın lüks yaşamına yetmez oldu. Bu seferde imparator Caracalla’dan parmak ısırtan bir karar, keşif, ferman geldi. Roma’ya karşı ihanet ile suçlananların mallarına el konabilecekti. Hemen bir iki ihanet çetesi oluşturuldu. Ve az sayıda kalan zenginlerin bir kısmı hızlıca hain ilan edildi. Hemen mallara el kondu. Ya kendi adamını başa geçirdi ya da hızla sattı, paraya çevridi. Tükenmekte olan sarayın lüks yaşam kaynağı, tekrar bulunmuştu. Hükümdar derin bir nefes alabildi.

Ve Kayyumda burada doğmuş oldu...

Üretim sermayesi azalan halk, nefes bile alamaz olmuşken... Sarayda yiyecekler, içecekler, ithal ipekler, ithal takılar, ithal parfümler su gibi akıyordu. Bütün Roma ekonomisi hükümdarın, hükmedenin, hükümetin bekasına esir düşmüştü. Ve en nihayet insanı tükenen, üretimi neredeyse biten, parasının anlamı kalmayan, sokakları dilencilerle dolu Roma imparatorluğu bölündü… Çünkü parfüme, ipeğe altınını kaptırdığı ülkeler Roma’da söz sahibi olmuştu.

İşte size 2 bin yıllık tecrübe... Cumhuru kısa sürede dilenciye eviren, imparatorluk modelini değil… Cumhurun hakkını denetleyen, otokontrollerle dolu, ortak fikirlerle, meclisle yönetilen Cumhuriyet’e tüm insanlığın ihtiyacı var.

Bu vesile ile bir kez daha; Yaşasın Türkiye Büyük Millet Meclisi ve kurulduğu o anlamlı gün, 23 Nisan…