Diyanet işleri Başkanlığının belirlediği,  her yıl farklı temalarla işlenen Mevlid-i Nebi Haftası bu yıl tarihleri yakın olması nedeniyle Camiler ve Din görevlileri haftası ile birlikte “Peygamberimiz, Cami ve İrşat” teması ile işlenecek. 

Bu hafta münasebetiyle yurt genelinde ve yurt dışında yegâne örnek Allah resulünün hayatı ve irşat’ın merkezi camilerin hayatımızda ki yeri ve önemi ile alakalı seminerler ve konferanslar “Çağrıya Kulak Ver” sloganıyla icra edilecek.  

Evet, Beytullah’ın şubesi, Allah’ın evleri camiler herkese açık olmalı. Allah’ın bütün kulları orada rahmet soluklamalı. Oralara gitme hususunda kimsenin ötekilere göre müspet bir ayrıcalığı söz konusu olamaz. Özellikle kadınlara yüce Allah’ın evini kapalı tutmak, İslam’ı, O’nun Peygamberi Hz. Muhammed (s.a.v)’i anlayamamanın bir göstergesidir.

Ezan-ı Muhammedî ile yüce Allah; kadınıyla erkeğiyle, çocuğuyla, genciyle yaşlısıyla, amiriyle memuruyla, fakiriyle zenginiyle herkesi davet ediyor. Ama gelin görün ki günümüzde kadınlar camilerden adeta tecrit edilmiş durumda. Çocuklara gereken itina, hassasiyet gösterilmiyor camiyi, cemaati sevdirme hususunda. Kadının ısrarla camiye gelmelerini isteyen yüce Resul, onların gelmelerini engelleyenleri de uyarıyor:

“Allah’ın kadın kullarının Allah’ın mescitlerine gelmelerine engel olmayın.” (Buhari, Cuma ) 

Kadın da erkek gibi Allah’ın kulu... Kul ile Allah’ın arasına girmeye kimsenin hakkı yoktur. “Kadının yeri evidir, Kadının camide işi de ne?” gibi hiç bir sağlam delil ve dayanağı olmayan sebeplerle, şeytani mülahazalarla hareket edip İslam’ın tasvip etmediği davranışlarda bulunmamalıyız. Kadın da, çocuğu da hep beraber ailece Allah’ın davetine icabet edecek, aynı tekbirin coşkusunu, aynı kıraatin huzurunu; vaazı nasihati ruhunda hissedecek; ailece birliğe, dirliğe koşacak, ailece coşacak… Peygamberimiz (s.a.v.) kadınların sadece vakit namazlarında değil, cuma ve bayram namazlarında da bulunmalarını teşvik etmiştir. Kâinatın Efendisi buyuruyor ki:

“Uzun uzun kılmak için namaza başlıyorum ki o esnada bir çocuk ağlaması işitiyorum, annesinin onun ağlamasından dolayı sıkıntıya düşeceğini bildiğimden namazı kısa tutuyorum.” (Buhari, Ezan, 65) 

Evet, onun mescidinde ağlayan çocuk da vardı o çocuğun anası da… Onun mescidi, sadece erkeklerin girdiği bir mescit değildi. Yine o Kâinatın Efendisi namaz bittiğinde, kadınlara rahatsızlık vermemek için erkeklerin oturup kadınların çıkmasını sağlayan bir Peygamberdi. İslam dini, kadını ana gibi bir ayrıcalığa yükselterek cenneti ayaklarının altına sermiş, onlara güzel davranmayı emretmiş. Camiye gitmelerine nasıl bir dayanakla, delille mani olabiliyoruz? Kimi, kimin evinden kovuyoruz? Bu salahiyeti, yetkiyi nereden, nasıl alıyoruz?

Secde ederken torunları sırtına bindiğinde, heveslerini alsınlar diye secdeyi uzatan Hz. Peygamber (s.a.v.) başka bir zamanda, hutbe irad ederken kendilerine doğru koşa koşa gelen Hz. Hasan ve Hüseyin’i gördüklerinde hutbeden iniyor, onları kucağına alıp tekrar minbere çıkıyor, o şekilde hutbesine devam ediyordu.

Şimdi günümüzde bir çocuk düşünün! Camiye koşa koşa heyecanla, sevinçle, bir ümitle geliyor. Biz ellerimizi sonuna kadar açıp onları kucaklıyor muyuz? “Yavrum hoş geldin” deyip alnından öpüyor muyuz? O çocuk camiye geldiğinde, babasının namazını anlamaya çalışıyor aslında. Annesinin cemaat halindeki durumunu inceden inceye süzüyor, anlam vermeye uğraşıyor. Amcasının, dayısının, abisinin sağına geçiyor bakıyor, soluna geçiyor, bakıyor. Bazen de cemaatin önüne geçip adeta fotoğraf çeker gibi poz yakalamaya çalışıyor. Evet, çocuk boş bir kaset gibi her şeyi kayıt altına alıyor, bilincine yerleştiriyor. İleride kul olmak adına onları kullanacak çünkü. Bırakın dinin direği namazı bir çırak gibi incelesin, camide bir mimar edasıyla hareket etsinler. Büyükler olarak namazın tahsilini gördüyseniz, anlamına vakıf olduysanız, anlatın namazı, camiyi, cemaati, mihrabı, minberi, kürsüyü cem olmayı, bir olmayı, cemaatle birlik olmanın arasındaki kuvvetli bağı… Aksi takdirde çatık kaşlı, eli sopalı, çocuklara bağıran, çağıran, camiden onları kovan insanlar olarak fotoğrafınızı çeker de, huzuru mahşerde aleyhinize delil olması için önünüze koyar o çocuklar (Allah muhafaza)

Evet, çocuklar bir şekilde uğradıklarında veya camiye gelmeleri sağlandığında onu fırsat bilmeli; toplumun ıslahının çocukların terbiyesinden geçtiğinin bilinciyle hareket ederek o fırsatı iyice değerlendirmeliyiz. O ümit dolu pırıl pırıl bakışlarını görmeli, başlarını okşayarak dini sevdirmek adına onlara yakınlık göstermeli, belki harçlık ve hediyeler vererek daha da teşvik etmeli. Ön safa geçti, konuştu, güldü diye onları azarlamamalı. Bakın! Hıristiyan bir baba bile çocuğunu kiliseye alıştırmak, din adamını sevdirmek adına çocuğunun sevdiği şeyi alıp papaza veriyor, o şeyi çocuğuna papazın vermesini istiyor. Papaz, çocuğa o hediyeyi verdiğinde, Kilise’ye, Papaz’a karşı çocukta sarsılmaz bir güven oluşuyor. Çocuk o kiliseye kendi isteğiyle gidip gelmeye başlıyor. Ya bizler, bu çok önemli bir meseleyi ne kadar derdimiz ve davamız olarak görüyoruz bir düşünelim!..

Kurulmuş bir saat misali ruhtan, heyecandan yoksun bir cemaat görünümünden kurtulmalı, kurtuluşun başkalarının derdiyle dertlenmek olduğunu, “ben” eksenli değil de “biz” eksenli davranışlardan geçtiğini bilmeliyiz.

Evet, bazen “bana ne” diyor, başkalarını düşünmeden başımızı eğiyor, adeta her olumsuzluğa gözlerimizi kapatıyor, bencillik kıskacından kurtaramıyoruz kendimizi. Bazen de başkalarını düşünüyor görüntüsü sergileyerek kendimizi unutuyoruz. Bir türlü dengeyi yakalayamıyoruz. İslami hakikatlere bir bütün olarak bakamıyoruz maalesef…

Selam ve dua ile…