Müslüman Türk halkının mizah sembolü olan Nasreddin Hoca’yı anma etkinlikleri, her yıl olduğu gibi bu yıl da türbesinin bulunduğu Konya’nın Akşehir ilçesinde, 5-10 Temmuz 2019 tarihleri arasında “60’ıncı Uluslararası Akşehir Nasreddin Hoca Şenliği = 60th International Akşehir Nasreddin Hodja Festival” adı altında yapılıyor. Bilvesile bu haftaki makalemi Nasreddin Hoca merhuma ayırmayı uygun buldum.



ANMA ETKİNLİKLERİ NASIL BAŞLADI?



Nasreddin Hoca Türbesi 1959 yılında Akşehir Belediyesi tarafından tamir ettirilerek zemini mermerle döşenir ve yıpranmış olan sanduka beyaz mermerle kaplanarak baş taşı olarak büyükçe bir kavuk oturtulur. Bu meyanda aynı yılın 21 Haziran’ında ilk defa yapılacak olan Nasreddin Hoca Günü münasebetiyle bir tertip komitesi teşkil edilir. 1963 yılında süresi iki günden altı güne çıkarılan ve 5 Temmuz tarihine alınan etkinlikler, 1974’te geleneksel statüden uluslararası statüye geçirilir.



Şenliklere karakteristik kavuğu, cübbesi ve tesbihiyle Nasreddin Hoca kılığına girmiş bir Akşehirlinin göle maya çalmasıyla başlanması gelenek hâline gelmiştir. Sonraları Nasreddin Hoca’yı bu şekilde canlandırma görevi çoğunlukla tiyatro sanatçılarına verilmiştir. 1977’de Levent Kırca, 1978’de Erol Günaydın, Nasreddin Hoca kılığına girerek şenliklere katılmıştır.



2001 yılı da dâhil olmak üzere Akşehir’deki şenliklerde Nasreddin Hoca’yı uzun yıllar boyunca genellikle Erol Günaydın canlandırdı. Sonraki yıllarda, şenlikleri Akşehir Belediyesi ile birlikte organize eden Nasreddin Hoca ve Turizm Derneği tarafından değişik sanatçılara Nasreddin Hoca’yı canlandırma teklifi götürülerek Halit Akçatepe, Hasan Kaçan, Kadir Çöpdemir, Ferhan Şensoy, Emin Olcay, Rasim Öztekin, Deniz Oral, Münib Engin Noyan, Hüseyin Goncagül, Ahmet Yenilmez ve Metin Şentürk gibi isimler bu görevi kabul ettiler. Bu seneki temsilî Nasreddin Hoca ise Şoray Uzun.





NASREDDİN HOCA KİMDİR?



Kaynaklarda yer alan bilgilere göre Nasreddin Hoca, Eskişehir’in Sivrihisar ilçesine bağlı Hortu köyünde 1208 yılında doğdu. Köyün imamı olan babası Abdullah Efendi’den sonra bu vazifeyi kendisi yürüttü. Daha sonra Akşehir’e hicret eden Nasreddin Hoca, burada kadılık yaptı ve 1284 yılında vefat etti. Akşehir’deki kabri, günümüzde Nasreddin Hoca Mezarlığı denilen yerdeki Selçuklu kabristanında, altı adet yuvarlak sütun üzerine oturtulmuş bir kubbenin altındadır.



Yaşadığı dönem, doğum ve ölüm yılları, tarihî kişiliği ve ailesi hakkında farklı bilgiler öne sürülse de Nasreddin Hoca, asırlardan beri anlatılan her biri zekâ mahsulü fıkraları ile halkımızın ayrılmaz bir parçası olmuştur. Kendisine atfedilen 500’ü aşkın fıkra bulunmaktaysa da onun bilinen kişiliğine uygun olmayanlar ayıklandığında bu sayı 300 civarındadır.



Nasreddin Hoca’dan söz eden en eski yazma eser, 1480’de kaleme alınan Saltuknâme olup ona ait iki fıkra yer alır. Çok sayıda fıkrasının yer aldığı en eski yazma eser ise 1571’de yazılan ve Hüseyin adında birine ait olan Hikâyât-ı Kitâb-ı Nasreddin adlı eserdir ki bu kitapta kırk üç fıkra vardır.



HER ÜLKENİN BİR NASREDDİN HOCA’SI VAR



Nasreddin Hoca’nın fıkraları incelendiğinde onun hazırcevap, insanları kırmadan doğruyu söyleyen ve yeri geldiğinde kendisiyle de alay edebilen bir kişiliğe sahip olduğu görülür. Fıkralarının çoğunda sıradan bir köylü gibi tarlasında çalışır, ormana odun kesmeye gider, bazen de şehre iner. Bu şehir çoğunlukla Akşehir, Sivrihisar veya Konya’dır. Hazırcevaplık, nükte ve sağduyu ile saflık ve tuhaflık, Nasreddin Hoca fıkralarını diğerlerinden ayıran temel özelliklerdir. Başka bir anlatımla Nasreddin Hoca fıkraları güldürücü ve eğlendirici olmalarının yanı sıra şaşırtıcı, düşündürücü ve öğreticidir.



Nasreddin Hoca fıkralarında geçen bazı ifadeler, günümüzde neredeyse bir atasözü niteliği kazanmıştır. “Parayı veren düdüğü çalar.”, “El elin eşeğini türkü çağırarak arar.”, “Sahibi ölmüş eşeği kurt yer.”, “Yok devenin başı.”, “Ya tutarsa.”, “Buyurun cenaze namazına!”, “Ye kürküm ye!”, “bindiği dalı kesmek”, “ince eleyip sık dokumak” ve “ipe un sermek” bunlardan sadece birkaçıdır.



Her biri insanı kendisine hayran bırakan, güçlü bir mizah, kıvrak bir zekâ mahsulü olan bu fıkralar, Anadolu’dan çıkarak dalga dalga geniş bir coğrafyaya yayılmış ve bu durum Nasreddin Hoca’yı neredeyse bütün İslam dünyasının ortak kahramanı yapmıştır. Türkistan’da Çin sınırındaki İli vadisinden Kafkasya’ya, İran Azerbaycanı’ndan Arabistan’a, Mısır, Tunus ve Akdeniz kıyılarından, Kırım ve Kazakistan’a kadar her yerde hoca vardır. Hatta Osmanlı bakiyesi topraklardaki devletlerden Romanya, Bulgaristan, Sırbistan, Hırvatistan, Yunanistan ve Arnavutluk’ta da Nasreddin Hoca fıkraları yaygın şekilde anlatılmaktadır.



Nasreddin Hoca fıkraları uzun uzun cümleler kurmaya gerek kalmadan herhangi bir düşünceyi güçlendirmek, insanları ikna etmek veya bir durumu açıklamak amacıyla günlük hayatta herkes tarafından kolaylıkla anlatılır. Dostlar arasındaki sohbetlerin yanı sıra siyasi ve kültürel konuşmalar, hatta en ciddi iş toplantıları bile bu fıkralarla renklenir, gerginleşen hava yumuşar.



VE BİR FIKRA



Gecenin ilerlemiş bir saatinde Nasreddin Hoca’nın kapısının önünde iki adam kavgaya tutuşur. Gürültüyü duyan Hoca, yataktan kafasını kaldırır, dinlemeye koyulur. Karısı, “Yatmana bak Efendi, sana ne.” dese de dinletemez. Hoca kalkar, gece serinliğinde üşümemek için sırtına yorganı örter, dışarı çıkar. Adamlara “Yahu nedir bu gürültü? Gece yarısı kapı önlerinde kavga mı olur?” diye çıkışır. Adamlar kavgayı bırakırlar bırakmasına da Hoca’nın sırtından yorganı çekip alırlar ve kaçmaya başlarlar. Hoca yorganı kaptırmanın üzüntüsü içinde ve soğuktan titreyerek eve girince karısı, “Efendi kavganın aslı neymiş?” diye sorar. Hoca düşünceli düşünceli şöyle cevap verir: “Ne olacak bizim yorganmış kavganın sebebi. Yorgan gitti, kavga bitti.”



Şimdi bu fıkraya nasıl mana vermeli? “Her işe burnunu sokma.” veya “Fazla merak insanı mezara sokar.” mı desek, “İte dalaşmaktansa, çalıyı dolaşmak evladır.” diye mi yorumlasak yoksa rahmetli annemin dediği gibi kısaca “Gördün deli, dön geri.” mi desek bilemedim.



Not: İlki 1959’da yapıldığına göre söz konusu şenliğin bu yıl 61. defa yapılıyor olması gerekmez mi? Acaba ihtilal dönemlerinden birinde yapılmadı da ondan mı 60. defa deniyor, ilgililer bu konuda açıklama yaparlarsa memnun olurum.