Merhaba Ali Bey, sinema hayatına “Delik” isimli kısa filmle giriş yaptınız. Silmek yazmaktan zordur derler. Siz zorluğunu yaşadınız mı?

İyi bir çıkış fikriniz varsa kısa film yazmak çok daha kolaydır. Delik filmini arkadaşlarım ve mahallenin esnaflarıyla neredeyse sıfır bütçeye çektim ama uzun metraj bir film için bu geçerli değil. Ben de sinema dünyasına kısa filmle giriş yaptığımı düşünüyordum. Ta ki babam bana “Sen ilk filmini 6 yaşında çektin” diyene kadar. 80'lerde ben çocukken evimizde bir 8mm gösteren bir makine vardı. İçine film koyduğunuzda, ufacık bir ekranda elinizle çevire çevire izliyordunuz. Ben yalnızken, o filmin içindeki matematiği anlayıp, o film şeridinden ilham alarak kendi filmimi yapmışım. Tabii çok ufak olduğum için bunu tamamen unutmuştum ta ki babam bana bu film şeridine benzeyen kağıdı gösterene kadar.

IMG_5801
O zaman sinema yolculuğunuz ilk 6 yaşında başladı…

Yalnız bir çocukluk geçirdim. Bu yüzden sinema benim için güzel bir kaçış alanıydı. Okuldan kaçıp sürekli sinemaya giderdim. O zamanlar sinema dergisi ve bilim teknik dergisini biriktiriyordum. Çocukken uzaktan kumandalı arabaları bozup robotlar yapardım. İlk zamanlarda bilim insanı olmak istediğimi düşünüyordum. Zamanla sinema tutkum bilim insanlığının yerini aldı. Bir gün bilimkurgu bir film yaparsam bu dileğimi tek bir rüyada birleştirmiş olacağım.

Ailenizde sinemayla ilgilenenler var mıydı?

Babam Devlet Güzel Sanatlar Akademisi mezunu. Ben küçükken Milliyet Çocuk dergisinde çizgi roman çiziyordu. Böyle bir babaya sahip olmak benim için çok büyük şanstı. Babamın dünyasından çok şey öğrendim. Babam benim okulum gibiydi. Bu sektöre girmemin en büyük sebebi babamdır.

IMG_6593

Yönetmenlik yapmak istediğinizi ilk ne zaman keşfettiniz?

10 yaşlarındayken “Bir Zamanlar Amerika” filmini izlemiştim. Çocukluğum boyunca birkaç sahnesi aklımdan hiç çıkmadı. Beni bu derece etki altında bırakan şeyi yıllarca çok merak ettim. İşte o sinemanın büyüsüydü ve bu büyüye ben de ortak olmak istedim.


Kısa filmlerin hayatınızda çok büyük bir yer kapsıyor. Yönetmenlik için ilk adım diyebilir misiniz?

Kısa film aynaya bakmak gibidir. Bir şey çekersiniz ve onu arkadaşlarınıza gösterirsiniz. Onların tepkisinde kendinizi görürsünüz. İlk kısa filmim Almanya’da finalist olmuştu. 2005 yılında Türkiye’nin ilk ve tek Kısa Film portalını açtım ; www.benimsinemalarim.com. Çok kısa zamanda binlerce üyesi oldu. Şimdinin çok önemli yönetmenleri, kısa filmini yollamıştı. Ozan Açıktan, Selçuk Aydemir, Burak Aksak, Murat Özsoy, Ozan Akbaba, Orçun Benli ve niceleri. Daha sonra aramızda çok güzel bir enerji oluştu. Sitenin üyeleriyle sürekli buluşuyor ve her buluşmamızda bir kısa film üretiyorduk. Site benim İtalya'ya taşındığım 2008 yılına kadar devam etti. Ücretsiz bir platformdu ve o yıllarda server maliyetleri çok fazlaydı. Reklam gelirleri bunu tek başına karşılamıyordu. Ben de zaten yurtdışına taşındığım için kapatmak zorunda kaldım. Tek pişmanlığım eğer ben bu platformu kapatmamış olsaydım şuan Türkiye'nin ilk dijital platformu olurdu. İyi bir yatırımcı olursa isim hakları bende, belki birgün daha da büyük bir şekilde sektöre geri dönüş yapar. Kimbilir.

IMG_6186
Bir röportajınızda “Ben kısa filmlerin bir derdi olmasını doğru bulmuyorum” demişsiniz. Sizce bir filmin yansıtmak istediği şey ne olmalı?

Ben her filmin bir illa bir mesaj kaygısı gütmesi gerektiğini düşünmüyorum. Şuan birçoğumuz kafamızı dağıtsın diye Emily İn Paris ve benzeri işleri izliyoruz. Bazen gerçek dünyanın dertlerinden uzaklaşmak için bize keyifli vakit geçirebilecek işler de izleriz. Kısa filmlerin illa böyle bir misyonla yola çıkmaması gerektiğini düşünüyorum. İnsanlara hayal kurdurmak da çok değerlidir. Bunu yaparken söyleyecek bir sözünüz veya mesajınız da varsa ne ala.

IMG-20230320-WA0002 1

Aynı zamanda senaryo yazıyor olmak yönetmenliğinizi nasıl etkiledi?

Bence her yönetmen biraz da senarist olması gerekir. Çünkü yönetmenlik; senaryoda yazan kelimeleri film kareleriyle tekrar yazma sürecidir. Yazılan senaryoyla, setin verdiği koşullarla çekilen şey çoğu zaman aynı olamayabilir. Mekan ya da karakterin gelişimiyle ilgili sorunlar çıkabilir. En son çektiğim Emanet filminde de bu başıma geldi. Filmin çekimleri sürerken çekim takvimini kısaltmamız ve bunu çok hızlı bir şekilde yapmamız gerekiyordu. Senaristimiz o sırada başka bir projede çalıştığı için bu değişikleri benim yapmam gerekti. Eğer senaryo yazmayı bilmeseydim filmin çekim sürecini riske edebilirdik. Tabii burada yapımcının size güveni de çok önemli. Sonuçta onaylanmış bir senaryo var ortada. Yapımcım Okan Genç'le bu konuda iyi anlaştık.

IMG-20221013-WA0016 1
Yazmak mı daha zor yoksa yazılan bir senaryoyu çekmek mi?

İkisi de çok zor. Sıfırdan bir dünya kurmak ve yönetmeni olarak o kafanızda kurduğunuz dünyaya sadık kalmaya çalışmak, kalamadığınız zaman size yaşattığı hayal kırıklığı ve buna rağmen devam etmeniz gereken bir film süreci var. Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak filmini ben yazmıştım ve yazdığım çoğu şeyi filmin istediği gibi uygulayamadık. O dünyayı yazan kişi de ben olduğum için acılı bir süreçti. Neyse ki her şeye rağmen seyirci filmi sevdi.

Başkasının yazdığı senaryoda da olabildiğince senaristin kurduğu dünyaya saygı duyarak hareket ediyorsunuz. Çünkü ben de bir senaristim ve yazdığım senaryonun başka bir yönetmen tarafından yanlış yorumlanmasını istemem. Bir anlamda senaryoya duygusal bağınız daha az olsa da sorumluluğunuz biraz daha fazla oluyor.

Sinyora Enrica ile İtalyan Olmak ilk uzun metraj filminiz. Seyirciye neyi anlatıyor?

İtalya’ya ilk taşındığımda beni hep Amerikalı, İngiliz veya başka ülke vatandaşlarına benzetirlerdi. Türk olduğumu öğrendiklerinde çok şaşırıp, Türkçe konuşmamı istediklerinde de bunun Arapçaya benzemediğini söylüyorlardı. Ben de onlara bizim Arap olmadığımızı söylüyordum. Bu yüzden bizi anlatabilecek bir film yapma ihtiyacı duydum. İlk filmim kısaca Bir Türk gencinin Sinyora Enrica'nın evine gelip, o yaşlı kadının hayatına dokunmasını, kültürler arasında iletişim ve değişim sürecini anlatıyordu. Herkesin birbirinden öğrenebileceği bir şeyler olduğunu söylüyordu.

IMG_8585
İtalya’da film çektikten sonra burada Hercai’yi çektiniz. İki kültür arasında bir çatışma yaşadınız mı?

Yaşamadım, çünkü baba tarafım Gaziantepli, annemler Giresunlu, ben doğma büyüme İstanbulluyum ama yaz aylarında hep ailemin memleketlerine giderdik. Çocukluğumdan dolayı bana çok uzak olmayan yerler, ama Roma’da 12 yıl yaşayıp hemen sonrasında Mardin’e gidince ister istemez bir kültür şoku yaşıyorsunuz.


İstanbul Gaziantep Giresun arasında mekik dokudunuz. Hangi kültüre daha yakınsınız?

Kendinize doğru soruları sorar ve mantıklı doğru cevapları verirseniz her kültüre ayak uydurabilirsiniz. Ben dünya insanıyım.


Hercai dizisinde, sizi hikayenin içine çeken ana unsur neydi?

Eğer bir sanat eseri insan formuna bürünmüş olsaydı sanırım bu yapımcı Banu Akdeniz olurdu. İlk buluştuğumuzda Hercai dizisinin hikayesine o kadar hakimdi ki, bir sonraki haftaların senaryosunu bile ezbere biliyordu. Şok olmuştum. Çünkü yapımcılar genelde yatırımcılardır ve asla senaryoya bu derece hakim değillerdir. Benim için de ilk dizi tecrübesi olacaktı. O zamanlar diziyi kurtaracak bir yönetmen arıyorlardı. Bu benim için de iyi bir şanstı. İlk dizim ve bu derece bir sorumluluk. Sanırım başarılı da oldum. Hercai dizisinin reytingleri yükseldi ve yayın hayatına 26 bölüm daha devam etti. Bunda bana inanan ve güvenen yapımcım Banu Akdeniz'in de büyük katkısı vardır.

Bu benim hayalim diyebileceğiniz bir film var mı?

Bugüne kadar çektiğim her filmde benden bir şeyler vardır ama ilk çektiğim filmin hikayesini ben yazmıştım. O yüzden ben de yeri ayrıdır. O benim en büyük hayalimdi.

Sizi İtalya’dan tekrar İstanbul’a getirmenin nedeni neydi?

Hercai dizisi vesile oldu.


Şuan çektiğiniz bir film var mı?

Geçen aylarda Genç Yapım’la Emanet isimli bir sinema filmi çektim. Senaryosu Haluk Özenç’e ait. Başrollerde Mustafa Üstündağ, Tuvana Türkay, Gürgen Öz var. Depremden dolayı gösterim tarihi ertelendi. Yeni film olarak da şu an Be Management ile bir senaryo üzerine çalışıyoruz.


Emanet filminin konusu nedir?

Geçmişi sırlarla dolu olan Orhan Usta’nın ve ailesinin, “Emaneti” korumak pahasına, her şeylerini kaybetmelerini ama bu kaybedişte kendi emanetlerini hatırlatan 24 saati anlatıyor.

Hayatınızda bana bir an veya fotoğraf karesi anlatın desem. Hayatınızı hangi kare anlatır?

İtalya’ya yolculuğum ve Sinyora Enrica ile tanışmam olurdu. Bu başlı başına bir film karesi çünkü. Düşünsenize bütün bu yolculuğun sonucunda dünyanın en büyük yönetmeni Fellini'nin şehri Rimini'ye gidiyorsunuz ve orda Fellini'nin oyuncusu Claudia Cardinale'yle film çekiyorsunuz. Bütün bunları film gibi yaşamasam asla film gibi çekemezdim.