Nisan ayı sonunda 1 dolar = 20 Arjantin Pesosu seviyesindeydi. Bugüne geldiğimizde parite 24’ü geçmiş görünüyor. Arjantin Pesosu’nun bu kadar hızl

Nisan ayı sonunda 1 dolar = 20 Arjantin Pesosu seviyesindeydi. Bugüne geldiğimizde parite 24’ü geçmiş görünüyor. Arjantin Pesosu’nun bu kadar hızlı değer kaybetmesi sürecinde Merkez Bankaları 10 gün içinde üç kez faiz faiz artışına gittiler. Şu anda Arjantin’de Merkez Bankası politika faizi %40 seviyelerine ulaştı. Bu kadar hızlı faiz artışları da paralarının değer kaybetmesini engelleyemedi. Enflasyonun %25’ler seviyesini geçtiği görülüyor. 2001 ve 2003’deki ekonomik kriz Arjantin’in kapısını yeniden çaldı diyebiliriz. Bu sonuca varılmada tabi ki zamanlama hatası ve ekonomik koordinasyon eksikliği ön planda yer alıyor. Faizlerin zamanında düzenlenmemesi ve tekrar tekrar artış yönünde revize edilmesi ekonomilerine güveni zedelemiş durumdadır. Tüm bunların sonucu olarak geldikleri nokta; yeniden IMF’ye yani Uluslar arası Para Fonu’na başvurmak ve oradan borç almak olacak. Merkez Bankaları hem ellerindeki rezervi eritti, hem de faiz silahını çok geç bir de ardı ardına hesapsızca kullandı. Ellerinde başka silah kalmayınca mecburen IMF’nin kapısını çaldılar. IMF her borç verdiği ülkeye belli başlı acı reçeteler sunar. Şunları yapmanız kaydı ile borç veriyorum der. Dolayısıyla Arjantin’in bundan sonraki süreçte ‘ekonomik bağımsızlığını’ koruyacağını düşünemeyiz. Döviz kurunu serbest bırakacaklar, belli başlı özelleştirmelere ağırlık verecekler, savunma sanayine yatırımı durduracaklar, kamuda küçülmeye ve tasarrufa gidecekler, memur alımı durduracaklar ve tabi ki alacakları borçlarla geleceklerini ipotek verecekler. Son günlerde döviz bürolarının kapatıldığını, dövizin karaborsada satıldığını içeren haberler karşımıza çıkıyor. Bir sonraki aşama sosyal kriz olabilir. Bunun önüne geçmek için IMF ile anlaştıkları çok net olarak karşımıza çıkıyor. Kısa vadede en azından kötüleşmeyi durdurmak ve sosyal infiale meydan vermemek için borç almaktan başka çarelerinin kalmadığını düşünüyorlar. Bir ülke iflas ederse ne olur? Şirketler ya da bireylerde olan sonuçlar olmaz. Borçlarını ödeyemediğini ilan eder, hatta bir kısmını siler, bir kısmını uzun vadeye yayar ve küçülür… Dünya ekonomisi ve ticaretinden pay alamaz hale gelir. Sonraki borçlanmaları daha yüksek faizlerle olur. Bunun yanında yani ekonomik bağımsızlığının kaybının yanında siyasi krizler de yaşar. Kimden borç alıyorsa, onun değirmenine su taşır. Bir süre sonra borç verenin sömürgesi haline gelir.

Buradan yola çıkıp, Dünya ekonomisinin geneline bir bakalım. Fitch, IMF ve bir çok kredi kuruluşu 2018 için en kırılgan ekonomileri belirlediler. Arjantin, Venezuella, Ukrayna ve Türkiye bu listenin başında geliyor. Kırılgan olmalarını, dövize olan bağımlılıklarına ve döviz kurlarındaki ani değişimlere bağlıyorlar. Türkiye’nin Arjantin gibi bir noktaya geleceğini sanmıyoruz. Ama o listenin içinde yer almak bile bir risk unsurudur. Son günlerdeki döviz kurunda meydana gelen hızlı artış, acaba Arjantin gibi mi oluyoruz sorusunu ister istemez sorduruyor. Türkiye ekonomisinin dinamikleri bu kadar büyük çaplı bir krize girmeyecek kadar güçlüdür. Merkez Bankası’nın gerek enflasyon gerekse döviz kuru seviyesinde piyasayı yakinen takip ettiğini biliyoruz. Her iki parametre için de belli bir üst sınır, risk bandı belirlediklerini düşünüyorum. O noktaya gelene kadar izlemede, o noktadan sonra ise aktif düzenleyici rol alacağını söyleyebiliriz. Risk bandının ya da üst sınırın neresi olduğunu şimdilik bilmiyoruz. En azından psikolojik olarak piyasayı rahatlatacak hamleleri ‘geç olmadan’ almaları, Arjantin gibi ardışık hamleler ortaya koymalarını engelleyecektir. İzleyip göreceğiz.