Güzel ülkemiz; O bizim küçük ama yeterli, gururlu, onurlu, gülüp, dinlendiğimiz, sohbet ettiğimiz, iç kavgadan çekindiğimiz, huzur istediğimiz, tem

Güzel ülkemiz; O bizim küçük ama yeterli, gururlu, onurlu, gülüp, dinlendiğimiz, sohbet ettiğimiz, iç kavgadan çekindiğimiz, huzur istediğimiz, temiz tuttuğumuz, sevdiklerimizle olduğumuz, neşe dolmasını istediğimiz güzel evimiz…

Salonunda misafirler ağırladığımız, en güzel, en hoş ikramları sunmaya çalıştığımız evimiz…

Ama her anında israftanda mutlak kaçındığımız evimiz…

Mesela evde dış kapıyı da hep kapalı tutarız. Özelimizi yabancıya açmayız. Evimizin özeli vardır, bizde kalmalıdır. Mesela evimizin dış kapısı hakkında bize sunacakları kriterler falan olamaz… Kozmik diyebileceğimiz aile sırları vardır ve odalarımız bu hali ile bize özeldir. Sırlar bir şekilde öğrenilirse, kullanılır ve aileye zarar verir. Evimizden çıktığımız zaman dahi tedbiri elden bırakmayız.

Odadan bile çıkarken elektriği mutlaka kapatırız. Doğalgazı, suyu kapatırız. Birkaç günlüğüne evden uzaklaşacak olsak vanalara kadar kapatırız. Ekmeği bayatlamadan mutlaka tüketmeye çalışırız. Evimizi temiz tutmaya özen gösteririz. Boya-badanasını zamanında yaparız.

En önemlisi de evin ihtiyaçları için dışarıda çalışır, eve getiririz. Çalışma gücümüzü, yetkinliklerimizi ihtiyaç duyanlara ihraç ederiz, sunarız…

Para kazanır ve zaruri olarak dışarıdan aldığımız hizmetleri doğalgazı, elektriği, suyu, aidatı, emlak, çöp vergisini ve daha ne varsa öderiz. Kimseye eyvallahımız olmaz… İşte bu sebeple kimse de evimize, fertlerine yan gözle bakamaz…

Böylece Allah’ın rahmeti üzerimizde olur… Maalesef “Anlamak” değilde, “Anlamadan Okumak” gibi bir alışkanlığımız var. Bu sebeple genellikle “Rahmet” ifadesi yağmur, bereket, merhamet ile sınırlanır.

“Rahmet” ifadesi ; Dünya’ya gönderiliş amacımız olan, Dünya’ya ve ahirete katkı yapmamız için gerekli fikirleri bulmak, ilim, irfan göstermek ve icra etmektir. Yaptığımız işi sürekli geliştirerek, ilerletebilmektir. En güzel olanı yapabilmektir. Boş kalmamaktır. Özellikle de uyuyakalmamaktır. Fitne, fesata vakit bulamamaktır. Haramı, aklına dahi getirecek vaktin olmamasıdır. Dünya’ya katkın, okuman, gelişmen, rızkın, çocuğun, eşin, anne-baban, kardeşlerin, arkadaşların, yardımlaşman, ibadetin için zamanını çok iyi yönetebilmendir…

Tam tersi olur da; evimizde israfa yol açarsak!.. Mesela elektrikleri hiç kapatmazsak, doğalgaz kış boyunca aralıksız ve son sürat yanarsa, yaz boyu klimalar durmadan çalışsa, musluklar deniz-derya gibi aksa, az çalışsak, kendimizi geliştirmesek, daha çok evde uyuklasak!..

Ohhh ne rahat… Her yer ışıl ışıl, kışın sıcak, yazın soğuk…

Bu az çalışma ile aidatı, doğalgazı, suyu, elektriği, vergiyi de ödeme ihtimali zayıf… Ev bütçesi her ay açık... Dışarıdan borç kaçınılmaz... Borçlanmanın düzenli hal alması ise hastalık, olmaz mı?..

O dış alacaklılar bir gün kapımıza dayanmaz mı? Alacaklıların, muhtemelen komşuların gözünde değer kaybetmez miyiz? Yavaş yavaş 1’inci sırada iken, 2 inci sıraya, 2’den 3’e, 3’ten 4’e, 4’ten 5’e ve hatta daha daha da gerilere gerilemez miyiz? Gözden düşmez miyiz? Değerimiz azalmaz mı?.. Ufak ufak eşyalarımıza el konmaz mı? Yaptırımlar istenmez mi? Vicdanımız kararmaz mı? Işıltılı hayattan, karanlığa yolculuk başlamaz mı? Önümüze kriterler gelmez mi?.. Ve en sonunda da itibarımızın, evimizin, olası diğer varlıklarımızın üzerine konmazlar mı?..

Konulur kardeşim…

Işıl ışıl yaşamanın, mışıl mışıl uyuklamanın sonu karanlık biter…

Ama bak ne güzel her yer sıcacık!.. Şu koridora bak otoban gibi nasıl da aydınlık!.. Dubleks evimin ikinci katından birinci katına geçen asma köprünün ışıltısına bak!.. Gibi tüketim ifadeleri tabii ki çok cezbedici ama aynı oranda üretim yoksa, alın teri yoksa esaret kapısını ardına kadar açar… Ki yoğun gelir olsa bile israf bize uymaz, haramdır… Mesela toplum tüm ülkeye yayılmalıdır. Üretim planlaması buna göre yapılır. Toplum, birkaç şehirde biriktirilmez. Böylece israfa gerek kalmaz…

Yine unutmayalım ki “Cehenneme giden yol, iyi niyet taşlarıyla döşelidir”.

“Ben iyi niyetliydim, herşey ışıl ışıl olsun istedim” demek yani israf, cehennem azabını getirebilir.

Ayrıca komşularımızın külüne muhtaç olduğumuzu da vurgulamalıyız…

Bazen bir çay bardağı şeker istediğimiz, elektrik arızalandığında geçici uzatma kablosu bile çektiğimiz, çocuğu gönderip “müsaitseniz size çaya gelicez” dediğimiz, iyi geçinmenin bize fayda getireceği komşularımız…

Olmaz olur mu?.. İlla ki komşuluklarda da çirkin duygular besleyenler olabilir. Bir çoğumuzun etrafında bu insanlar olabilir. Bazısı kötü duygularını sana hissettirir, bazısı ise ömür boyu hissettiremez. Ve hatta unutmak ister, unutulur gider…

Bu kötü duyguları öğrenip, öğrenememe; senden mânen ve madden güçlü olup, olmaması ile alakalıdır… Bir sebep ile sana hiddetlense de senden güçlü değilse bunu hiç bir zaman gösteremez… Senden güçlüyse o dakika hiddeti yaşarsın…

Güçlü olmanında püf noktası, ruhani zenginliğe ermek ve Yüce rabbimizin bize söylediklerini, kitabını anlamaktır. Neden dünyaya gönderildiğimizi tam ve eksiksiz anlamaktır…

1879 doğumlu Mehmet Şerefeddin Yaltkaya hocamız bakın bir makalesinde ne diyor; “İslamiyet’i sırf uhrevi telâkki etmek ve halkı dâima meşakkatlara koşturmak ve ibadeti mümkün olduğu kadar dünya işlerinden uzaklaşmaktan ibaret zannetmek büyük yanlışlıktır. Rûh-i İslamiyet’i anlamamaktır”.

Diyor ki; Dünya’ya katkı yapmak içinde buradayız. Sadece ahir hayatı yaşayarak, dünya hayatını unutamayız. Sadece namaz kılarak, hacca giderek islamiyet yaşanmaz. İlimde, bilimde, işimizde ilerlemeliyiz. Bunlardan uzaklaşmamalıyız. Boşta kalmamalıyız, çalışmalıyız, çalışmalıyız… Yoksa İslamiyetin ruhunu anlamamışız demektir…

Toplum olarak, varlık amacımızdan uzaklaşırsak tabii ki değer kaybederiz. Bugün tersaneler, fabrikalar satılmış, küçülmüş, kapanmış olabilir. Her şeye rağmen çalışmaya odaklanmalıyız. Türk varlıklarının, paramızın kat be kat değer kaybetmesine izin veremeyiz.

İşi uzmanlarına teslim etmeliyiz ve işini yapmasına izin vermeliyiz. Bağımsız olmalıyız… Merkez Bankasının işini yapmasına izin vermeliyiz…

Çünkü görüyoruz ki! Yabancı sermayenin, ülke sermayesinde fazla fazla söz sahibi olması, yerli olanların da bağımızlıklarının azaltılmasının bedeli ağır oluyor. Dolar 5 TL’ye yaklaştı. Hatta sollamaya da çok yakındı… Neyse ki faiz artışına izin vermeyenlerin, ses çıkartmaması ile Merkez Bankası 3 puanlık bir faiz atışı yaptı. Faiz oranını % 16,5’e çıkardı. Ve doların yükselişi kısmen durdu.

Herkes iyi bildiği işi yapmalı... Bu saatten sonra bize “işsizlik” çok büyük bir lüks… Ve tahammül edilemez... Acilen bir meşgaleyi sahiplenmeliyiz. Ne yapıyorsak onu her gün biraz daha geliştirmeliyiz. Yeni iş alanları yaratmalıyız. Evet yapabiliriz…

Çünkü, Atatürk’ün gençliğe hitabesinde dediği gibi; “Kudret, damarlarındaki asil kanda mevcuttur”…