“Rahmet zahmette, zahmet rahattadır.”      Bir başka çeşit rahat da, okuyup araştırmaktadır. Bulduğumuzu, bildiğimizi taklitten tahkike geçir

“Rahmet zahmette, zahmet rahattadır.”     
Bir başka çeşit rahat da, okuyup araştırmaktadır. Bulduğumuzu, bildiğimizi taklitten tahkike geçirmektedir.     
Bunun için okumakta, bilmekte, anlamakta ve idrakte ve olmakta asıl rahat, gerçek rahat vardır diyoruz.     
Yorgunluktan sonra çekilen “oh”lar, nasıl ki rahata kavuşmanın sesli ifadesiyse; gizli, örtülü ve saklı kalmış bir mânanın, bir gerçeğin, hele bu ilahî bir hikmetse; anlaşılması, künhüne vâkıf olunması, içyüzüne erişilmesi daha derin bir “oh” çekmenin  gerekçesidir. Daha hoş bir rahata kavuşmanın sebebidir.     
İşte böylesi bir mânaya yükselişin keyfine doyum olmaz. Lezzetine son bulunmaz. Bu tür lezzet yani bir yeni mâna asla usandırmaz, bıktırmaz. Belki her hatırlanışında, her yâda gelişinde tatlı bir tebessüm ve gülümseme ile karşılık vermemize yol açar.     
Zaten insan, dünyaya mânanın peşine düşsün diye gönderildi. İnsan cihana mânanın peşinde olsun diye yollandı. İnsan âlemde her şeyde bir mâna bulsun diye -ki vardır zaten- var edildi.     
Varlıkta, varlığı vereni görsün. Mevcutta var eden sırrı keşfetsin, maddede mânayı sezsin diye yaratıldı.     
Bu yaratılış gayesini yerine getirmeyen kimse sorumludur şüphesiz. Aynı zamanda insaniyetin gereğini yerine getirmiyor demektir.     
Velhasıl okumayan insana dokunacaktır; pişmanlık ve onun gerekleri. Ve onu sorumlu tutacaktır insanî görevleri.
X     
Anlamak, boş gözlerle bakmak değildir. Aynı zamanda neye, nasıl bakacağını bilmek de lâzımdır. Çünkü kâinattaki bir şey her şeyle; her şey bir şeyle ilgilidir.     
Meselâ bir papatyanın baharla ilgisi var. İklimle, havayla, suyla alâkası var. Güneşle alış-verişi var. Anlaşılıyor ki her şeyin her şeye ihtiyacını bilen biri var.     
Tıpkı kilitle anahtarı aynı kişinin yapması gerektiği gibi. Yoksa aralarında uyum olmaz, iş görmez. Demek ki her şeyin bir sahibi var.     
İşte bu çeşit bakış; anlamak, fehmetmek isteyenin bakışıdır. Bakdığına bir mâna vermek isteyen kişilerin bakışıdır. Gördüğünü anlamlı kılarak, kendisinin de kıymetini ortaya koyan kişinin bakışıdır.     
Bunu yapan kişi mâna lezzetini bildiğini, bu lezzeti tattığını, tadına doyum olmadığını bizlere de gösteren, göstermek isteyen kişidir.
X     
Anlamak Kur’an kapısından geçip, Kur’an bahçesine girmektir. Hakikî anlamak; Kur’an bostanında gezip tozmaktır. Kur’an’ın mânevî çiçeklerinden mâna buketleri oluşturmaktır. Fikir rayihalarını, fikir kokularını içimize doyasıya sindirmektir.     
Kur’an bahçesi, cennet bahçelerinden üstündür. Çünkü cennet, Kur’an’ın somutlaşmış hâlinden başka bir şey değildir. Dolayısıyla Kur’an’dan alınan lezzet, cennette alınacak lezzetlerden kat kat fazladır.      Öyleyse Kur’an bahçesine giren, ölmeden önce cennete girmiş demektir. Ölmeden evvel cennet lezzetlerine ermiş sayılır. Daha ölmeden cennetin tadına varmış olur.      Bundan anlaşılıyor ki, mâna cenneti maddî cennetten çok daha güzeldir. Yani anlamak, anlamayı temin eden ve sağlayandan üstündür. Tıpkı buğdayın; sapından daha kıymetli oluşu gibi. Tıpkı ruhun cesetten daha önemli olması gibi.     
Evet ancak Kur’an cennetine girenler, mânevî fikir çiçeklerini devşirebilirler.     
“Hakikatin sırlarla dolu dünyasına” nüfuz edip, sızıp gerçeğe ulaşabilirler.     
Bu sonuç, gereği şekilde okumasını bilenler içindir. Okumaktan murat ise okuduğunu anlamaktır diye düşünenlerindir. Böylece ölmeden evvel ölünerek mânen cennete girilmiş, tadına varılmış olur.