Çünkü mâna, inayettir. Çünkü mâna inayetten gelir. İnayet ise Allah’ın mânevî bir yardımıdır. Emir âleminden olup, “Kün feyekün.

     Çünkü mâna, inayettir. Çünkü mâna inayetten gelir. İnayet ise Allah’ın mânevî bir yardımıdır. Emir âleminden olup, “Kün feyekün.” sırrına mazhardır.

     Yüce Rabbin kendisinden kuluna bahşeylediği, bağışladığı en büyük, en mühim, en kıymetli, olmazsa olmaz bir mevhibe-i İlâhîdir. Bir Allah vergisi. Kendi ulu katından, çok değer verdiği, çok özen gösterdiği, bu yüzden kendine muhatap kıldığı aziz kuluna.

     Bu vergi, bu ihsan verilmeseydi değerli dostlar! İnsan, insan olamaz. İnsan, insanlık vasıf ve niteliğini kazanamazdı.

     Bu meziyet, mahlûkattan sadece insana verilmiş. Sadece ona inhisar ettirilmiş. Bu yüzden insan mümtaz ve seçkin kılınmış. Bu İlâhî feyiz ve mânevî gıda kaynağı; Hakk tarafından hakça, herkese yeterince verilmiş.

     Bu mânevî cihaz ve donanım; Hakk’tan halka verilmiş. Ki kendisini bilsinler. Kendisini bulsunlar. Esmaü’l-Hüsna denen güzel isimlerini anlasınlar. Gerektirdikleriyle ahlâklansınlar, bezensinler, süslensinler. Halkta Hakk’ı okusunlar diye.

     Ne mutlu Hakk’tan gelip, Hakk diyenlere.

     Ne mutlu Hakk deyip, Hakk’ta yok olanlara.

     Ne mutlu yoklukta asıl varlığı bulanlara.

     Ne mutlu bu sonucu sağlayan mânaya eren kutlu erlere.

X

     Ruhumuzun heykeltraşı olmak istiyorsak, ki isteriz. Anlamayı anlamlı kılmalı. Mânayı mânalandırmalı. Hep mâna peşinde koşmalı. Mâna içinde mâna bulmalı. Mânasızlıktan köşe bucak kaçmalı.

     Düşünen taşınan, fikreden, dolayısıyla zikreden; netice itibariyle mâna vermekle, mânaya ermekle mânalı olmanın sırrına ermeli.

     İşte bu yolda yoruluş, mâna vermekle yola çıkış, ancak hakikat limanına ulaştırır. Daimî lezzet vuslatında kişiyi zevkte daim ve berdevam kılar.

     Velhasıl insan gibi insan olmak anlamaktan; bundan zevk almaktan; zevkin asıl  kaynağının anlamak olduğunu sezmekten geçer. 

X

     ‘Ben’i ‘Ben’ yapan anlamaktır be cancağızım

     Anlamaktaki zevki tanımak ve tatmaktır be koçum

     İşte ‘Ben’ ancak bu şekilde olur insan olacaksa be dostum

     Öyleyse görmek anlayanadır anlayana

     Anlamayan âmâ ve köre ne

     Çünkü insan anladıkça insan olacak bunu bil

     Ancak anlayan insanın güler yüzü

     Güzelleşir ve olur güler yüzlü 

X

     “En küçük ile en büyük beraber iken, Serâ (Yer)den Süreyya’ya kadar fark oluyor.”

     Evet bilenle bilmeyen bir arada olsa da, aralarında dağlar kadar fark var.

     Topkapı sarayını; tarih bilenle tarih bilmeyenin yanyana dolaşırlarken aldıkları lezzet ve haz, duydukları heyecan, halecan ve kalp atışları ne kadar değişiktir.

     Biri her şeyi mazideki kişi ve olaylarla irtibatlarken, geçmişle bağ kurarken...Öbürü soyut olarak bakar. Gördüklerine bir mâna ve anlam veremez.

     Çünkü gördüğünü ilgili kaynağıyla irtibatlıyacak, bağdaştıracak bilgi ve mâlûmattan  yoksun, baktığını değerlendirecek yorumdan mahrumdur.

     Görüldüğü üzere mânası bilinmeyen şey mânasız. Yok hükmünde. Demek ki mâna; varlığa işaret, mânasızlık yokluğa delâlet ediyor.

     Bundan dolayı mâna; varlığın var olma sebebi, mânevî bir hâl nedeni oluyor. Başlı başına bir zevk ve lezzet kaynağı olarak karşımıza çıkıyor.