Bir şeyleri değiştireceğini bilsem keşke… Bağıra çağıra sormak isterdim, böyle büyük büyük kelimelerle hem de... Hani “Atar eder evlat öder,

Bir şeyleri değiştireceğini bilsem keşke… Bağıra çağıra sormak isterdim, böyle büyük büyük kelimelerle hem de... Hani “Atar eder evlat öder,” diye bir atasözü veya deyiş var ya... Sizin atalarınız bu kadar ne günah işledi de bunun vebalini yıllardır siz çekiyorsunuz, bilemedim ben...

Senelerdir görmediğiniz, başınıza gelmeyen kalmadı. Her türlü; insan üzerinde fiziksel, psikolojik tahrip etkisi yüksek, kimyevi maddelerin zehirleyici özelliklerinden yararlanılarak üretilmiş silahlarla ne kadar erken tanıştınız.

Ah! orta doğunun yanık yüzlü, buğday tenli, erkenden yaşlanmış çocukları… Ah oyunları tozla toprakla, ağır makinelilerle, tanklarla, toplarla ve mayınlarla iç içe olmuş, gelecekleri, güzel hayalleri ellerinden (zorla) alınmış küçük insanlar…

Dünyanın başka yerlerinde bir çocuğun yetişmesi için gerekli olan tüm kalorileri tastamam verilenler, yemek yemediği için peşinden oradan oraya koşturulanlar varken; SİZE bombaları, korkunç beton blokların üzerinizde patlamasını, yalın ayak başıkabak yollara düşmeyi ve kamplarda sefalet içinde bir hayat yaşamayı reva gördüler.

Küçük beyinlerinizin anlamlandıramadığı kadar büyük sarsıntılar geçirdiniz, çok ağır yaralar aldınız çok ağır... Hayatta kalmış olsanız bile vücudunun bir yerleri kopmuş, kan revan içinde, yalvararak yardım isteyen arkadaşlarınızı görmek zorunda kaldınız.

Belki anneniz tecavüze uğradı gözünüzün önünde, belki babanızı kestiler hiç acımadan, belki yemeğinizin ortasında sofranıza ateşler düştü, aile fertlerinizin cesetleri etrafa saçıldı… Sanki her şey; iyi çekilmiş bir Hollywood filmindeki gibiydi ama hiçbir zaman mutlu son ile bitmedi mavi sinema…

Batı’yı ve Amerika’yı nereye kadar suçlayacağız bakalım… Gerçi onların; kendi nesillerinin güzel yetişmesi ve kurdukları düzenlerin devamı için başkalarının evlatlarını hayattan koparmayı göze alacak kadar AHLAKSIZ, AŞAĞILIK ve ONURSUZ olduklarını biliyorum ama… Sizin büyüklerinize de söyleyeceklerim var benim…

Yüz yıldır, kuşaklar, şartlar değişmesine rağmen, insanlar ibret almaz mı, fikirler durulmaz mı, kafaları, yürekleri imana gelip dank etmez mi? Orta doğuya gelen tüm dinler ‘öldürme’ demesine rağmen insan kesmeyi göze alanların içinde zerre kadar acıma duygusu, insan olanlar da mı yoktu.

İnsanın saçını başını yolarak deli deli sorası geliyor… Hiç mi ufak bir kızın yüzüne bakıp onun adına gelecek endişesi duymazlar, o yavruyu koruma kollama içgüdüsüyle hareket emmezler, hiç mi bir kadının karşısına geçip “Bunların senelerdir çektikleri yetiversin artık!” demezler.

Bir yazar olarak yazmaktan başka ne yapabilirim ben... Ama hangi yılın tozlu sayfalarını açsam içinden muharebe, iç savaş, kan, gözyaşı, ‘şu kadar çocuk öldü, bu kadarı sakat ve evsiz kaldı’ bilgileri… Sanki bir iktisat hesabı… Lübnan, Irak, Mısır, Suriye, Yemen… Ve daha başka yerler…

Sahi, bir gün anlatıldığı gibi mizan terazi konulacaksa, Allahın karşısında en çok cevap arayacağım mesele çocuk ölümleri olacak… Dünyanın neresinde olursa olsun sâbilerin geleceğini kim karattıysa, kim sakat kalmalarına, yıllarca sürecek travmatik durumlar ve ruhsal sorunlar yaşamalarına neden olduysa hepsinden bir bir davacı olacağım.

Evet başka yerlerde onların yaşıtlarının içinde (tebessüm etsinler diye) önlerine dünyalar sunulanlar varken, güzel yüzlü Ortadoğu bebeklerini (kimler) hayattan kopardıysa - toplayabildiğim kadar taraftar ile birlikte – ben de onlardan şikayetçi olacağım.

“Bunlar kendileri etti, ne ettiyse etti ama evlatlarına ödetti,” diyeceğim. “Oku emrini görmezden geldiler, dünyaya neden geldiklerini unuttular, araştırmadılar, kendilerini yetiştirmediler, sağlıklı bir şekilde bilimle maneviyatı birleştirmediler, okumadılar, okusalar bile yanlış anladılar ve ülkelerini öteki sırtlanlara peşkeş çektiler…”

“Bunlar dinin emirlerini tersinden anladı, uçlarda yaşadı, hemen inandı, öldürmeye alıştı,” deyip devam edeceğim… “Bir çiçeği koklamadı, bir yetimin başını okşamanın ne demek olduğunu bilmedi, hüzünlü bir yaşlıyı sevindirmedi, bir kız çocuğunun elinden tutmadı, yanmış kavrulmuş bir hayvanı sulamadı, aç bir kuşa yemek vermedi bu gördüklerin… Bunlar paradan, daha çok paradan, güçten, debdebeden, gösterişten, nifak sokmadan ve savaşmaktan başka bir şey bilmedi.”

Ya hu çok mu zor Sünniliği, Şiiliği, Müslümanlığı, Hıristiyanlığı, falanı filanı bir kenara koyup İNSANLIKTA, YAŞAMDA, YAŞAMAKTA, NEFES ALMAKTA, VAR OLMAKTA, ÇOCUKLARI YETİŞTİRMEKTE ve ŞU ÜÇ GÜNLÜK DÜNYADA HOŞ BİR SEDA BIRAKMAKTA birleşmek… Oysa ayrımına vardıktan sonra hayat o kadar güzel ki…

Ah orta doğunun melek çehreli, hüzünlü gözlü, yarın kandırılması, ertesi gün bir cani olması, falanca zaman bir yerde ölüp gitmesi muhtemel yavruları…

Ah oyunları yıkık betan aralarında, ağır kimyasallarla, uçak gürültüleriyle, küflenmiş materyallerle, pis metallerle ve terk edilmiş tank çürükleriyle olmuş, gelecekleri, pembe hayatları ellerinden (kerhen) çekilip alınmış toprak rengi çocuklar…

Hangi bedeli ödüyorsunuz. Neyin hesabını veriyorsunuz. Ataların ettikleri, size ödettikleri hâlâ bitmedi mi?