Bilindiği üzere ‘Yeni Türkiye’ sloganıyla 2023’ü hedefleyen siyasi düşüncenin, öncelikle son dönemde yapmak istedikleri şey; ‘yeni bir anayas

Bilindiği üzere ‘Yeni Türkiye’ sloganıyla 2023’ü hedefleyen siyasi düşüncenin, öncelikle son dönemde yapmak istedikleri şey; ‘yeni bir anayasa’dır.
Yeni anayasa tartışmaları ülke genelinde, meclisimizde sürerken, T.B.M.M Başkanı İsmail Kahraman, ‘laiklik’ konusunda: ‘’Laiklik bir kere yeni anayasada olmamalıdır. Dindar anayasa meselesinden anayasamızın kaçınmaması lazım...’’ Demesiyle başlayan, ülkemizin gündemini yoğun bir şekilde meşgul eden bu çarpıcı açıklama sonrasında Meclis Başkanı, ‘’yeni anayasaya ilişkin şahsi düşüncelerimi ifade ettim’’ demiş olsa da; yoğun eleştirilere maruz kalmıştır.
T.B.M.M Başkanı; İstanbul Üniversitesi’nde verdiği ’Yeni Anayasa, Yeni Türkiye’ konulu sempozyumda, yeni anayasayla ilgili şahsi düşüncelerini anlatmış olsa da; Türkiye’nin en yüce makamlarından bir tanesinde oturan bir şahsiyet olarak; ‘devletin tüm inanç gruplarına, inançlarını yaşama hususunda eşit mesafede olduğunu ve laikliğin de bu demek olduğunu’ bildiğine hiç kuşku yoktur.
Bu açıklama sonrasında konuyla ilgili olarak devletin en üst makamından, hükümet başkanından, siyasi liderlerden, akademisyenlerden, köşe yazarlarından, hukukçulardan, sanatkârlardan, akil adamlardan, sade vatandaşlardan, velhasıl her kesimden değişik görüşler geldiği gibi; sert eleştirilerde yapılmıştır.
Anlaşılan odur ki!
Anayasanın değiştirilemez diye bilinen ilk dört maddesiyle ilgili olarak, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin kuruluş felsefesini anlatan bu dört madde ‘yeniden yorumlandığında/yazıldığında’; ülke genelinde olası benzer tartışmaların yapılacağı kaçınılmazdır! Bu süreci önümüzdeki dönemde izleyip, göreceğiz.
Ancak ‘laiklik’ konusuyla ilgili olarak; tarihin sesine kulak vermenin doğru olacağına inanıyorum. Çünkü tarihi yapanlar kadar, tarihe yazılanlarında çok önemli olduğuna inanıyorum.
Hiç sevdiğim bir cümle değildir ama ‘tarih tekerrürden ibaret’ ise; o tekerrürden alınacak dersler de o kadar önemlidir.
İşte Büyük Önderimiz Atatürk’ün görüşleriyle, tarihten alınacak o dersler:
‘’Atatürk, laikliği Türk Devrimi’nin başarılı olabilmesinin zorunlu koşulu olarak görmüş, tüm yaşamını eğitim ve düşünceye, devlet ve toplum yapısına laik bir nitelik kazandırmaya adamıştır. Denilebilir ki anayasa ilkelerini korumak için konulmuş kanuni kayıtların tümü bu milletin kurtuluş talihini tekrar karartmak isteyen irticaa karşı konmuştur.
Atatürk irticaı; her iyi, her güzel ve her yararlı şey karşısında onu yok etmek üzere beliren kuvvet olarak tanımlamıştır. Esasen taassup ve irticaın dinle bir ilgisi bulunmamaktadır. Dolayısıyla her ikisini yasaklayan yasalar, gerçekte din ve vicdan özgürlüğünün gerçekleşmesini sağlar.
Atatürk T.B.M.M’ de başkanlık ettiği bir oturumda tanınmış din bilginlerinden birinin kürsüden alaylı bir tavırla ‘’Arkadaşlar bir laikliktir gidiyor. Affedersiniz bu laikliğin manasını anlamıyorum’’ sözlerine, elini kürsüye vurarak, ‘’Adam olmak demektir hocam, adam olmak’’ cevabını vermiştir.
Laiklik;
Osmanlı toplumuna egemen olan skolastiğin (skolastik: her şeyi din kurallarına göre açıklamaya çalışan insan aklını reddeden dogmatik düşünce) yerini aklın ve bilimin, dinsel bir zümrenin tekelindeki devlet düzeninin yerini halk egemenliğine dayanan demokratik bir yönetimin alması demektir. İslam dinine aykırı olarak Tanrı temsilcileri olduklarını iddia eden bir zümrenin, birey ve toplum hayatına karışmamaları için denetim yetkisinin devlete verilmesi demektir.
Atatürk, gerçek ulemayı başının tacı saymış, ancak her başında sarığı olanın, halkın karşısına geçip, istediği anlamsız şeyleri onların kafasına sokmasına izin verilemeyeceğini belirtmiştir.
Atatürk bu konuda İslam ülkelerine de yol göstermeye, model olmaya çalışmıştır. Türkiye 1926 yılında Mekke’de toplanacak bir İslam Kongresine çağrılmıştır. Ancak oraya şapka ile gidilmezdi. Atatürk’e göre modernleşmek dinden çıkmak anlamına gelmiyordu. Asıl, dine aykırı olan bu şekilde düşünmekti. Başlık ve kıyafet değiştirmeyi din değiştirmek sanan bir toplum, hiçbir zaman gerilik ve kölelikten kurtulamazdı. Kongreye katılmak üzere görevlendirdiği milletvekili Edip Servet Bey’e (Tör) şu direktifi verdi:
‘’Müslüman milletleri medenileşmekten alıkoyan batıl itikatları yıkmak üzere Mekke’ye şapkayla gideceksin. Kara taassup seni parçalamaya bile kalksa başını vereceksin, fakat eğilmeyeceksin’’ Edip Servet Bey Mekke’ye şapkayla gider. Herhangi bir sorun çıkmadığı gibi, büyük bir ilgi ve itibar görür. Türk Devrimi’nin dinle, samimi dindarlarla bir sorununun olmadığı ve olamayacağı çok açıktır.
Atatürk, aklın ve bilimin yolunda ilerlemeyi ilke edinmiş bir lider olarak, kazanılan başarıları mucizelere bağlayan anlayışları benimsememiştir. Zaferden sonra bir hoca efendinin, zaferin Veli’nin kerametiyle kazanıldığı inancıyla kendisini Hacı Bayram-ı Veli türbesini ziyarete davet etmesine hayır cevabını vermiş, zaferin sırrını; Türk komutanların komuta etmesini, Türk askerinin savaşmasını bilmelerine dayandırmıştır.
Atatürk’ün bu anlayışıyla, Prof. Dr. Cahit Tanyol’un da işaret ettiği (Hocaların hocası Sn. Tanyol; İstanbul üniversitesi eski sosyoloji bölüm başkanı olup, ardında bıraktığı 102 yıl içerisinde pek çok gazete ve dergilerde önemli makaleleri yayımlanan, kitapları bulunan değerli bir bilim insanıdır.) Fatih Sultan Mehmet’in fetihten sonra kendisini Ayasofya önünde karşılayarak ‘’Allah’a şükür duamız bereketiyle fetih müyesser oldu’’ diyen mollalara kılıcını göstererek söylediği: ‘’Hoca Efendiler, bunun hakkını da unutmayın’’ sözleri arasında paralellik kurulabilir.
Atatürk, din istismarcılarını din oyunu aktörleri olarak nitelendirmiş, insanlıkta din duygularının bilim ve tekniğin ışıklarıyla dupduru ve mükemmel oluncaya kadar din oyunu aktörlerine rastlanılmasını kaçınılmaz görmüştür…’’ (Tırnak içerisinde görüşünüze sunmuş olduğum bölüm; Çok Değerli Bilim İnsanı Prof. Dr. Sabahattin Özel Hocamın ‘Büyük Türk Milletinin Evladı ve Hizmetkârı Atatürk ve Atatürkçülük isimli eserinden özetlenmiştir. Kendisini sevgiyle selamlıyorum)
Sonuç olarak, Laiklik;
‘Bir ülkeyi, bir toplumu inanç kökenli çatışmalardan koruyan uygarlık ilkesidir.’
Ülkemizin mevcut siyasi ortamında, sınırlarımızın içinde, hemen yanı başımızda yaşanan çarpıcı gelişmelere bakıldığında; milletçe çok önemli bir sınavın içerisinde olduğumuz hepimizin malumudur.
Böylesine önemli bir sınavdan başarıyla çıkmak, bir asırlık Cumhuriyet Türkiye’sinin geçmişinde yaşanan olaylardan ders alarak/çıkararak gerçekleşebilecektir.
Toplumsal önemi bulunan kimi kavramları bulandırmanın, kimi tarihleri itibarsızlaştırmaya çalışmanın ne ülkemize, ne de milletimize günümüz Türkiye’sinde olumlu anlamda hiçbir katkısı yoktur, olmayacaktır da.
Bu kavramlardan en önemlisi olan Laiklik konusuna, yukarıda özet olarak değindikten sonra; devletimizin kuruluşunda pek çok temel taşının yerine konulmaya başlandığı 19 Mayıs 1919 tarihinin önemine değinerek yazımı noktalamak isterim:
‘19 Mayıs 1919, adına ‘Anadolu İhtilali’ de denilen, modern zamanların dünya tarihinde bir eşi daha görülmemiş bir devrimin, milli mücadelemizin başlangıç tarihidir.
19 Mayıs 1919 olmasaydı, ne gurur duyabileceğimiz bir millet olacaktı, ne de bir asırdan beri dimdik ayakta duran, bölgesinin en güçlüsü olan bu devlet.’
Pek tabiidir ki;
Ne Orta Asya’dan Selçukluya tarihe damgasını vuran, çağ kapatıp çağ açan atalarımızın tarihini, ne de 607 yıl boyunca üç kıtada at koşturan, kılıç şakırdatan, hükmettikleri topraklarda adalet, medeniyet içeren uygulamalarıyla, bu topraklarda insanlığa bıraktıkları eserleriyle, yapmış oldukları fütuhatlarıyla Osmanlı’yı hiç kimse inkâr edemez.
Ancak unutulmamalıdır ki!
Büyük Önder Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919 tarihinde Samsun’da başlatmış olduğu Kurtuluş savaşı milletçe kazanılmamış, sonucunda da Türkiye Cumhuriyeti kurulmamış olsaydı; Osmanlı İmparatorluğunun yapmış olduğu tarih de, beş bin yıllık Türk tarihi de yazılamayacaktı.
Onun içindir ki tarih;
Siyasi emellere alet edilemeyecek kadar önemlidir, gerçeklerin bilgi kaynağı, vicdanın unutmaz hafızasıdır.
Önemli olan, ülkemizin önemli mevkilerinde bulunanların; yeri ve zamanı geldiğinde bu bilgi kaynağından, vicdanın unutmaz hafızasından dikkatle faydalanabilmeleridir.