Takvimler 10 Temmuz 2020 tarihini gösteriyordu. Günlerden Cuma idi. O gün milletçe tarihî bir olaya şahit oluyorduk. Ayasofya Camii’nin 86 yıllık bir aradan sonra yeniden cami yapılması kararını gözlerimiz görüyor, kulaklarımız duyuyordu. Bütün bir millet bu mutlu haber ile tarif edilmez sevinçlere gark oluyorduk.

BEKLENEN MÜJDELİ HABER GELİYOR…

Aslında Danıştay 10. Dairesi konuyla ilgili davayı 2 Temmuz 2020 günü görüşmüş ve karara bağlamıştı. Ancak 19 sayfalık gerekçeli kararın kaleme alınması ve imzaların tamamlanması tabii ki zaman alacaktı. 9 Temmuz günü Yüksek Mahkeme’nin kararının olumlu olduğu, kararın oy birliği ile alındığı ve ertesi gün açıklanacağı haberleri medyada yer almıştı. Artık milletin gözü kulağı Danıştay’dan gelecek müjdeli habere kilitlenmişti.

Nihayet kararın açıklanacağı 10 Temmuz 2020 Cuma günü saatler 16:03’ü gösterirken Anadolu Ajansı’nın Twitter hesabına beklenen haber düşmüştü:

“DANIŞTAY 10. DAİRESİ, AYASOFYA’NIN CAMİDEN MÜZEYE DÖNÜŞTÜRÜLMESİNE DAİR 24 KASIM 1934 TARİHLİ BAKANLAR KURULU KARARINI İPTAL ETTİ.”

Haberin devamında, Danıştay’ın gerekçesinde, Ayasofya’nın Fatih Sultan Mehmet Han Vakfı mülkiyetinde olduğu, cami olarak toplumun hizmetine sunulduğu, tapu belgesinde cami vasfı ile tescilli olduğu, bunun değiştirilemeyeceği kaydedilerek "Vakıf senedinin, hukuk kuralı etki değer ve gücünde olduğu, vakfedilen taşınmazın vakıf senedindeki niteliğinin ve kullanım amacının değiştirilemeyeceği, bu hususun tüm gerçek tüzel kişiler kişilerle birlikte davalı idare için de bağlayıcı olduğu kuşkusuzdur. Türk hukuk sisteminde kadimden beri korunarak yaşatılan Vakfa ait taşınmaz ve hakların vakfiyesi doğrultusunda istifadesine bırakıldığı toplum tarafından kullanılmasına engel olunamayacağı, vakıf senedinde sürekli olarak tahsis edildiği cami vasfı dışında kullanımının ve başka bir amaca özgülenmesinin hukuken mümkün olmadığı sonucuna varılmıştır." denildiği aktarılıyordu.

O andan itibaren ülkeyi coşkun bir sevinç dalgası sardı. Tekbir getirenler, ağlayanlar, şükür secdesine varanlar sosyal medyada görüntülenmeye başladı.

Saatler 16:35’i gösterdiğinde Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Saat 20:53’te “Ulusa Sesleniş” konuşması yapacağı duyuruldu. Konuşmanın hangi konuda olacağı ise herkesin malumuydu.

TARİHÎ CUMHURBAŞKANLIĞI KARARNAMESİ

Herkes 20:53’teki konuşmayı beklerken saat tam 17:01’de, Cumhurbaşkanı’nın Twitter hesabında iki kelimelik şu cümle ile bir kararname sureti belirivermişti: “Hayırlı olsun.” Tarihe not düşmek bakımından 2729 sayılı bu kısa fakat çok önemli kararnameyi aynen aktarıyorum:

İstanbul ili, Fatih ilçesinde bulunan Ayasofya Camii’nin müzeye çevrilmesi hakkındaki 24/11/1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararı, Danıştay 10. Dairesinin 2/7/2020 tarih ve E:2016/16015, K:2020/2595 sayılı Kararı ile iptal edildiğinden, Ayasofya Camii’nin yönetiminin 22/6/1965 tarih ve 633 sayılı Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanunun 35’inci maddesi gereğince Diyanet İşleri Başkanlığına devredilerek ibadete açılmasına karar verilmiştir.

Artık herkes bunun bir rüya olmadığını görmüş, 86 yıllık hasretin bu defa gerçekten bittiğini anlamıştı. Bir saat önceki sevinç katlanmış, insanımız sanki İstanbul yeniden fethedilmişçesine coşku seline kapılmıştı. Herkes birbirini tebrik ediyor, sosyal medyada milyonlarca mesaj paylaşıyor, bu mutlu hadisenin tadını çıkarıyordu. Aynı zamanda da ulaşılan bu çok önemli başarıda emeği geçenlere hayır dualar ediliyordu.

CUMHURBAŞKANI ULUSA SESLENİYOR

Saatler 20:53’ü gösterdiğinde milletçe televizyon başındaydık. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan 35 dakika sürecek beklenen konuşmasına başlıyordu. Yazımın sonuna kadar bu uzun konuşmanın bazı bölümlerini aktarıyorum:

Aziz Milletim, sizleri en kalbî duygularımla, muhabbetle selamlıyorum. Danıştay bugün, Ayasofya’nın camiden müzeye dönüştürülmesini sağlayan 1934 tarihli Bakanlar Kurulu düzenlemesini iptal etti. Biz de buna dayanarak çıkardığımız bir Cumhurbaşkanlığı düzenlemesiyle, Ayasofya’nın yeniden cami olarak hizmete açılmasını sağladık. Böylece Ayasofya, 86 yıl aradan sonra yeniden, Fatih Sultan Mehmed Han’ın vakfiyesinde belirttiği şekilde cami olarak hizmet vermeye başlayabilecektir. Bu kararın milletimize, ümmete ve tüm insanlığa hayırlı olmasını diliyorum.

Kültür ve Turizm Bakanlığımız, konunun idari ve teknik hazırlıklarıyla, Diyanet İşleri Başkanlığımız da dinî yönüyle ilgili çalışmalara hemen başladı. Müze statüsünden çıkmasıyla birlikte, Ayasofya Camii’ne ücretli giriş uygulamasını da kaldırıyoruz. Tüm camilerimiz gibi Ayasofya’nın kapıları da yerli ve yabancı, Müslim ve gayrimüslim herkese sonuna kadar açık olacaktır.

İnsanlığın ortak mirası olan Ayasofya, yeni statüsüyle herkesi kucaklamaya, çok daha samimi, çok daha özgün şekilde devam edecektir. Hazırlıkları süratle tamamlayarak, 24 Temmuz 2020 Cuma günü, Cuma namazı ile birlikte Ayasofya’yı ibadete açmayı planlıyoruz.

ÜLKEMİZİN YARGI VE YÜRÜTME ORGANLARINA SAYGILI OLUN

Bu kararın, içeride ve dışarıda çeşitli tartışmalara yol açması muhtemeldir. Herkesi, ülkemizin yargı ve yürütme organları tarafından alınan Ayasofya kararına saygılı olmaya davet ediyorum. Uluslararası alanda bu konuda ortaya konan her türlü görüşü elbette anlayışla karşılarız. Ancak, Ayasofya’nın hangi amaçla kullanılacağı konusu, Türkiye’nin egemenlik haklarıyla ilgilidir. Yeni bir düzenlemeyle Ayasofya’nın ibadete açılıyor olması, ülkemizin egemenlik hakkı kullanımından ibarettir.

Türkiye Cumhuriyeti’nin bayrağı neyse, başkenti neyse, ezanı neyse, dili neyse, sınırları neyse, 81 vilayeti neyse, Ayasofya’nın vakfiyesine uygun şekilde camiye dönüştürülmesi hakkı da odur. Bu konuda, görüş belirtmenin ötesindeki her türlü tavrı ve ifadeyi, bağımsızlığımızın ihlali olarak kabul ederiz. Türkiye olarak, nasıl diğer ülkelerdeki ibadet mekânlarıyla ilgili tasarruflara karışmıyorsak, biz de tarihî ve hukuki haklarımıza sahip çıkma konusunda aynı anlayışı bekliyoruz. Üstelik bu, öyle 50-100 yıllık değil, tam 567 yıllık bir haktır.

Şayet bugün inanç odaklı bir tartışma yapılacaksa, bunun konusu Ayasofya değil, dünyanın dört bir yanında her geçen gün tırmanan İslam düşmanlığı ve yabancı nefreti olmalıdır. Türkiye’nin kararı, sadece kendi iç hukuku ve tarihî haklarıyla ilgilidir. Bu kararın arkasında duran tüm siyasi partilere ve liderlerine, sivil toplum kuruluşlarına, milletimizin her bir ferdine şükranlarımı sunuyorum.

AYASOFYA’YI YIKILMAKTAN ECDADIMIZ KURTARDI

İstanbul’un fethi ve Ayasofya’nın cami haline dönüştürülmesi hadisesi, Türk tarihinin en şanlı sayfaları arasında yer alır. Uzun bir kuşatmanın ardından 29 Mayıs 1453 tarihinde İstanbul’u fethederek şehre giren Fatih Sultan Mehmed Han, doğrudan Ayasofya’ya yönelir. Bizans halkı, korku ve merakla Ayasofya’da akıbetlerini beklemektedir. Fatih, kendisini karşılayan halka, hayatları ve hürriyetleri konusunda teminat vererek Ayasofya’ya girer.

İstanbul’un fatihi, fetih sembolü olarak sancağını Ayasofya’nın ortasındaki mihrabın bulunduğu yere diker, ardından, mabedin uygun bir köşesinde şükür secdesi yaparak iki rekât namaz kılar.

Fethin ardından üç günlük hummalı bir çalışmayla, ilk Cuma namazı için Ayasofya ibadete hazır hâle getirilir. Devlet erkânı ve askeriyle beraber camiye giren Fatih, burada kubbeleri çınlatan tekbirler ve salavatlarla karşılanır. Bu ulu mabedin kubbeleri ve duvarları, o günden itibaren 481 yıl boyunca ezanlarla, salalarla, tekbirlerle, salavatlarla, hatm-i şeriflerle, mevlid-i şeriflerle çınlamıştır.

Asırlarca yaşadığı depremlerden, yangınlardan, yağmalardan ve bakımsızlıktan dolayı harap vaziyette olan Ayasofya ve İstanbul, fetihle birlikte yeniden ayağa kaldırılmıştır. Fatih Sultan Mehmed Han’dan itibaren her padişah, İstanbul’u ve Ayasofya’yı daha da güzelleştirmenin gayreti içinde olmuştur. Şehrin ulu camisi olarak belirlenen Ayasofya, zaman içinde etrafına ilave edilen yapılarıyla, tam tekmil bir külliye hâline dönüştürülmüş ve asırlarca müminlere hizmet vermiştir.

İSMİNİ BİLE DEĞİŞTİRMEDİK

Neredeyse takip eden her asırda büyük onarımlara tabi tutulan, eklemelerle daha da güzelleştirilen Ayasofya’ya, milletimiz hep gözbebeği gibi bakmıştır. Öyle ki, ‘Tanrı’nın Hikmeti’ anlamına gelen orijinal ismini değiştirmeye dahi teşebbüs etmemiştir. Görüldüğü gibi, köhne bir devletin çöküntüsü altında yıkılmak üzere olan bu mabed, ecdadımız tarafından sadece camiye dönüştürülmekle kalmamış, aynı zamanda ihya ve i’la edilmiştir.

Fatih ve ardından gelen padişahlar, Anadolu’nun ve Rumeli’nin her yerinden zanaat erbabını İstanbul’a getirerek hem Ayasofya’yı hem şehri adeta yeni baştan imar ve inşa ettirdiler. Ayasofya Camii, mihrabı, minberi, kürsüsü, minareleri, hünkâr mahfili, levhaları, nakışları, şamdanları, halıları, şadırvanı ve diğer tüm unsurlarıyla 481 yılda bu hâle geldi.

Tarih boyunca hep İstanbul’un en kalabalık cemaatlerinin toplandığı Ayasofya, Teravih, Kadir Gecesi ve Bayram gibi müstesna günlerde gerçekten çok göz alıcı manzaraların yaşandığı bir yer olmuştur.

Dolayısıyla, Türk Milletinin Ayasofya üzerindeki hakkı, yaklaşık 1.500 yıl önce bu eseri ilk inşa edenlerden daha az değildir. Tam tersine yaptığı katkılar ve güçlü sahiplenişi itibariyle milletimizin, bugün insanlık mirasının en önemli eserleri arasında gösterilen Ayasofya üzerindeki hakkı daha fazladır.

İSTANBUL’DA BÜTÜN DİNLERİN MENSUPLARI HUZUR İÇİNDEDİR

İstanbul, fetihle beraber Müslüman, Hristiyan ve Musevilerin barış ve huzur içinde, bir arada yaşadığı bir şehir hâline gelmiştir. Tarih, fethettiğimiz her yerde refahı, güveni, huzuru ve hoşgörüyü hâkim kılmak için verdiğimiz büyük mücadelelerin şahididir.

Bugün de ülkemizin her köşesindeki camilerimiz yanında, her inanca ait binlerce tarihî mabed vardır. Ayrıca, cemaati olan her yerde kiliseler ve havralar faaliyet göstermektedir. Hâlen ülkemizde ibadete açık 435 kilise, sinagog ve havra bulunuyor. Başka coğrafyalarda benzerine rastlayamayacağımız bu manzara bizim farklılıklarımızı zenginlik olarak gören anlayışımızın bir tezahürüdür.

Buna rağmen millet olarak, yakın tarihimizde dahi bunun tam tersi örneklerle karşılaşmaktan kurtulamadık. Osmanlı’nın çekilmek zorunda kaldığı Doğu Avrupa ve Balkan coğrafyasında, ecdadın asırlar boyunca inşa ettiği eserlerden pek azı hâlâ ayaktadır. “Su-i misal emsal olmaz” sözünden hareketle, bu kötü örneklerin hiçbirini dikkate almıyor, kendi medeniyetimizin inşa ve ihya üzerine kurulu duruşunu kararlılıkla koruyoruz.

AYASOFYA FATİH’İN TAPULU MÜLKÜDÜR

Ayasofya ne devletin ne de herhangi bir kurumun malı değil, vakıf mülküdür. Fatih İstanbul’u fethettiğinde, Roma İmparatoru unvanını da almış ve dolayısıyla Bizans Hanedanı üzerine kayıtlı bulunan tüm emlake sahip olmuştur. İşte bu hukuka istinaden, Ayasofya da Fatih’in ve onun kurduğu vakfın üzerine tapulanmıştır.

Cumhuriyet döneminde bu tapu senedinin yeni harflerle hazırlanmış resmi bir sureti de çıkarılarak hukuki statüsü tescillenmiştir. Ayasofya Fatih’in tapulu mülkü olmasaydı, hukuken burayı vakfetme hakkı da bulunmazdı.

VAKFİYEDEKİ DEHŞETLİ İFADELER

Fatih Sultan Mehmed Han Ayasofya’yı da içine alan vakfiyesinde şöyle diyor:

‘Kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirir, bir maddesini tağyir eder, onu iptal veya tebdile yeltenirse, fasit bir teville Ayasofya Camii’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterir, yardım ederse, kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkar, camilikten çıkarır ve sahte evrak düzenleyerek mütevellilik hakkı gibi şeyler isterse, yahut onu kendi batıl defterine kaydeder veya yalandan kendi hesabına geçirirse, huzurunuzda ifade ediyorum ki, en büyük haramı işlemiş ve günahı kazanmış olur.

Bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allah’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen laneti onun ve onların üzerine olsun.’

Bugün alınan karar, aynı zamanda Fatih’in işte bu ağır bedduasından kurtulmamızı sağlamıştır. Bir kez daha Ayasofya’nın yeniden camiye dönmesini sağlayan yargı kararı ve Cumhurbaşkanlığı düzenlemesinin hayırlı olmasını diliyorum.

AYASOFYA CAMİİ ÖTEKİLEŞTİRME ARACI YAPILMAMALI

Cumhurbaşkanımızın uzun konuşmasında bazı bölümleri, konuyu bütün yönleriyle özetlemesi sebebiyle böylece aktardıktan sonra ben de bu büyük hizmette emeği geçen başta konuyu mahkemeye taşıyarak 26 yıldır hukuk savaşı veren Sürekli Vakıflar Tarihî Eserlere ve Çevreye Hizmet Derneği Başkanı, emekli matematik öğretmeni İsmail Kandemir’e, bu tarihî kararı alan Danıştay 10. Dairesi başkan ve üyelerine ve yargı kararının açıklanmasının üzerinden bir saat geçmeden bir kararname ile Ayasofya’nın aslına döndürülerek ibadete açılacağını duyuran Cumhurbaşkanımız olmak üzere bütün kişi ve kuruluşlara şükranlarımı sunuyorum.

Ancak şu uyarıyı da yapmak istiyorum. Ayasofya Camii ibadete açılarak arzulanan amaca ulaşılmıştır. Artık birtakım ülkelere, kuruluşlara, dinlere, tabir caizse gol atıldığını ima eden tutum ve davranışlardan kaçınmak gerektiğini düşünüyorum. Hele hele milletimizin bir bölümünü hedef alarak insanlarımızı ayrıştırmaya ve ötekileştirmeye hizmet eden söylemleri çok sakıncalı buluyorum.

Mesela 16 sene milletvekilliği yapmış, cumhurbaşkanı adayı olarak milletimizden %30,6 oy almış bir siyasetçimizin “24 Temmuz’daki ilk Cuma namazına davet edilirsem gelirim.” şeklindeki sözlerine başka manalar vererek sosyal medya üzerinden kendisine saldırılması hiç hoş olmamıştır. Muhalefet partisinin önemli bir ismi hazır böyle olumlu bir teklif yapmışken bu fırsat değerlendirilmeli ve kendisine “Hay hay efendim, yeriniz birinci safta hazır!” denmeliydi diye düşünüyorum. Mübarek Ayasofya Camii’nin aslına döndürülmesi gibi kutlu bir hizmet, ayrıştırma aracı değil insanlarımızı kaynaştırma aracı olmalıdır. Fetih günü Ayasofya’ya sığınmış on binlerce Bizanslıyı, beklentilerinin tersine öldürmek yerine merhamet ve adalet kanatlarının altına alan büyük Fatih’in ruhu işte o zaman şad olur.