İnsanların, hayvanların, ayağımıza değen kaldırım taşının bile bir hikayesi var. Merdiven altından geçme, gece sakız çiğneme, kara kedi görürsen saçını çek gibi batıl inançlarımızın bile mantıklı bir kılıf buluyoruz. Peki hiç düşündünüz mü? Doğum günlerimizi kutladığımız, ölülerimizin yasını tuttuğumuz, özel günlerimizde üzerini halkaya aldığımız aylarımızın hikayesi nedir?

Antik Roma zamanında bir yılın 365 gün 6 saat sürdüğü biliniyormuş. O dönem bir yıl, Venüs, Mars, Terminus (gençlik) ve Luventus ( yaşlılık) diye dört aya bölünmüş. Julius Sezar döneminde bu ayrım yetersiz görülür ve takvimde yeniden dzenlemeye gidilir.bunun için ünlü Mısırlı Astronomi bilgini Sosigenes’e emir verilir. O da uzun çalışmalar sonucu “1 yıl 365 gün sürecek” der. 

Her yıldan 6 saat artacak ve 4 yılda bir artan bu saatler takvime 1 gün olarak eklenecek, böylece o yıl 365+1=366 gün olacak. 366 gün ise 12 aya bölünecek. Fakat 366 tam olarak 12'ye bölünmediğinden ötürü 6 ay 30 gün, 6 ay da 31 gün olacak.

365 gün ise bu aylara şöyle dağıtılmış: Julius Sezar'ın emriyle 365 gün çeken yıllarda en son aydan düşülmesi sağlanmıştır. O zamanlar yılın son ayı Februarius yani Şubat, yılbaşı ise Mart'tır. Böylece Şubat ayı dört yılda bir 30 gün diğer yıllarda 29 gün olmuş. Sezar bir de doğduğu aya kendi ismini vermiş ve ismi Julius (July) olmuş. Daha sonra imparator olan Augustus da sonraki aya kendi ismini vermiş: Augustus (August). Ancak Sezar'ın ayı 31 gün çekerken, Augustus'un ayı 30 gün çekiyormuş. Bunun üzerine Augustus da emir vermiş. Yılın son ayından bir gün alın benim ayıma ekleyin diye. Böylece Şubat'tan 1 gün daha alınmış, o günden sonra Şubat ayı dört yılda bir 29 gün, diğer yıllarda 28 gün, Sezar'ın ayı Temmuz ve Augustus'un ayı Ağustos da peş peşe 31 gün çeker olmuş.

Hep cüce Şubat diye dalga geçilir. Baksanıza, onun da hüzünlü bir hikayesi varmış. Aslına bakarsanız, dalından düşen bir tane yaprağın bile bir hikayesi vardır. Bizim kendimizi bulma keşfimizde hayatın bu hikayelerine ortak olmamızla başlar. Çünkü dinlediğimiz her şey bize yeni bir şey katar. 

Miladi takvime göre gidersek; Ocak ayının eski ismi kanunnisa’mış. Kanun, Süryanice bir kelime olup ocak, fırın anlamına gelmektedir. Havalar iyice soğuyup ocaklar yakıldığı için bu ad verilmiştir. Şubat ayı Süryanicedir (şabat-şobat-şebat). Eski Roma'daki adı Februarius'miş. Februum arınma anlamına gelmektedir. Februa ise Romalıların günahlarına kefaret olarak kurban kestikleri arınma festivaline verilen isimdir. 

Mart ayı; Roma'da yılın ilk ayı Martius'muş. Savaş tanrısı Mars'tan ismini alır. Kış bastırınca ara verilen savaşlara bu ayda kaldığı yerden devam edilirdi. Savaş tanrısının adı bu yüzden bu ayın adı olmuştur. Hiçbir şey nedensiz değildir. Nisan ayı, Süryanice, nisannus kelimesinden gelir. Yılın dördüncü ayı manasındadır. Roma'da Aprilius denir, aşk-güzellik tanrıçası Afrodit'in ayı olarak kabul edilirmiş. Aşk ve Nisan; Bence aşkın bir ayı varsa bu Temmuz olmalıydı. Hem yaza girişimizin ilk ayı hem de sıcacık… Mayıs ayı, Roma mitolojisinde bahar-bereket tanrıçası olan Miai'den gelir. Bu ayda Miai için şenlikler düzenlenirmiş ve Miai'nin bayramı kutlanırmış. Mayıs, bereketli bir aydır. 

Haziran ayı; Süryanicede hazuran kökünden gelir ve sıcak anlamını taşır. Bu ay için sıcakların başladığı zaman anlamında kullanılmıştır. Roma'daki adı Junius olup, ayın adı yine bir tanrıça olan Juno'dan gelmiştir. Gençlik, genç anlamlarına gelir. Temmuz ayı; Eski Babil'de üreme ve bereket tanrıçası Tamuza'nın ayı olarak kabul edilir. Bu ayda tanrıça Tamuza için dam (Süryanicede kadın demektir) kökünden gelen Dumuzi adında festivaller düzenlenir. Roma'da Sezar, daha önceden de belirttiğimiz gibi, takvim oluşturulurken bu aya kendi ismini vermiş. Ağustos ayı;  İmparator Octivivus'un ünvanı olan Augustus'tan gelir. Octivivus en görkemli icraatlarından biri olan İskenderiye'nin fethini bu ayda gerçekleştirince Sezar döneminde Sextilis (altıncı ay) olan bu ay Augustus'a çevrilmiştir.

Yılın en çok sevdiğim ayına geldik… Eylül ayı; Süryanicede aylul (üzüm), yani "üzüm ayı" anlamına gelmektedir. Roma'daki adı September olup yedinci ay manasına gelir. O zamanlar Mart, yılın ilk ayı olduğu için böyle denilmiş. Türkler ise Eylül ayına girer girmez hüznün kapısını aralar. Biz de bu ayı hüzne yakıştırmışız. Ekim ayı; eskiden Süryanice olan Teşrin-i evvel (ilk teşrin) adı verilirdi. Bu aya ekim yapılıp tarlalar sürüldüğü için Ekim adını verilmiş. Kasım Ayı; Eskiden Süryanice olan Teşrin-i sani (son teşrin) denirmiş. Bu aya Arapça kökenli, ayıran-bölen anlamına gelen 'kasım' adını vermişiz. Nedeni ise eskiler, Kasım ayından itibaren 180 günlük süreler halinde Ruz-i Kasım ve Ruz-i Hızır diye yılı ikiye ayırırlarmış. Ve yılın son ayı Aralık; Türkçe bir kelimedir. Eski yıl ile yeni arasında kaldığı için bu aya 'Aralık' adı verilmiştir.

Biraz araştırma yaptığımızda anlıyoruz ki, bardağımızı koyduğumuz sehpanın renginden, kullandığımız dolabın şekline kadar her şeyin bir anlamı var. Aslında o ufacık, detay gibi görünen şeyler, bizim hayatımızın bütününü oluşturuyor. Hiç tahmin bile etmediğimiz yeni kapılar açıyor. Yeni hikayeler dinlemeyi, onları araştırmayı bu yüzden çok seviyorum. Öğrendiğiniz her hikaye, sizin kendi hayat hikayenizi taçlandırır.